Müdafalar | Müdafalar | 188
(1-190)
İşte Muhterem Hey'et-i Hâkime!
Madem kabir kapısı kapanmıyor, madem gözünü kapayan yalnız kendine gündüzü gece yapar ve madem cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değildir. Biz talebeler, Risale-i Nur'un hakikat güneşine gözümüzü kapayamıyoruz. Hakikat-ı Kur'aniye güneşi ise üflemekle sönmez. Nurlananlar, nur yolundan hiçbir beşeri kuvvetle dönmez. Gizli düşmanlarımız zabıtayı ve hükûmeti, adliyeyi iğfal etmeye çalışanlar dünyamızı başımıza ateş yapsalar, Nurları okuyacağız ve yazacağız, İnşâallah. Adâlet nâmına hareket edenleri, o muannidler aldatamayacaklardır. Diğer mahkemelerde, hak nâmına adâlet için çalışanların, Kur'an'ın lemaatı ve tereşşuhatı olan beşeri, gaflet sersemliğinden ikaz eden Risale-i Nur'u serbest bırakmaları gösteriyor ki:
Zikrettiğim gibi, Kur'an dellalı olan Risale-i Nur'a herkesin çok büyük ihtiyacı vardır. Ve Risale-i Nur şahsî, süflî, dünyevî menfaatlere âlet olamıyor. Bizim gibi masum dindarlara musallat olanlar imânî derslerden ayırmayı tevehhüm edenler, lâiklik prensiblerini dinsizliğe ve komünizme âlet etmek isteyenlerdir. Dâhî, büyük mütefekkir Bediüzzaman Said Nursî'nin beyanı vechile:
"Ekser enbiyanın şarkta ve Asya'da zuhurları ve ağleb-i hükemânın garbta ve Avrupa'da gelmeleri kader-i ezelînin bir işaretidir ki: Asya'da din hâkimdir, felsefe ikinci derecededir. Bu remz-i kadere binâen, Asya'da hüküm süren dindar olmasa da din lehine çalışanlara ilişmemeli ve teşvik etmelidir.
Kur'an-ı Hakim, bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. El'iyâzü billâh Kur'an, küre-i arz başından çıksa, arz divane olacak; akıldan boş kalan kafasını bir seyyareye çarpmak, bir kıyamet kopmasına sebep olmak, akıldan uzak değildir. Evet, Kur'an ferşi arşla ve arşı ferşle bağlamış bir zincirdir, bir hablullahdır. Câzibe-i umumiyeden ziyade zemini muhafaza ediyor."
İşte bu Kur'an-ı Azimüşşan'ın hakiki ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu asırda, bu vatanda, bu millete yirmi seneden beri (şimdi yirmisekiz) tesirini göstermiş büyük bir ni'met-i ilâhiye ve sönmez bir mu'cize-i Kur'aniyedir. Hükûmet ona ilişmek ve talebelerini ürkütüp ondan vazgeçirmek değil, himaye etmek ve okunmasını teşvik etmek geerktir."
İşte bütün bu cerh edilmez hakikatlardan sonra yine, evet Risale-i Nurla meşguliyete dünyada hiçbir âdil mahkeme suç diyemez. Fakat size bir ad takıp, bir bahane ile işkence yapmak istiyorlar denirse,ben de derim
17.2. 1953 Yusuf paşa Mahallesi kadıoğlu camimevkinde mukim Araçlı Abdullah
ASLİYE CEZA MAHKEMESİ YÜKSEK MAKAMINA URFA
Muhterem Hey'et-i Hâkime!
Bizlere yapılan "gizli mekteb" zan ve ittihamı bütün bütün hakikat hilâfınadır. Çünki: Bulunduğumuz cami önünde çeşmeler vardır. Buraya ve camiye günde ikiyüz kişinin gelmesi, böyle bir yerin gizli olmayacağı çocukların dahi bileceği bir hakikattır. Hem bizim şehrin en işlek bir yerinde kalmamız gösteriyor ki, gizlilik ve gizli şeylerle alâkamız yoktur.
"Mekteb açmışsınız" sözü de büsbütün yanlış bir şâyiadır. Bunu işitenler gülüyorlar. Biz, Kur'an'ın gayet parlak ve yüksek bir tefsiri Risale-i Nur'a çalışan talebeleriz. Evet asla inkar etmeyiz. Biz okurken gelip dinleyenler oluyor. Bu bir mekteb midir? Şahidlerin görüşleri doğrudur; fakat kelimeleri yanlıştır, hakikat hilâfınadır. Biz o gün arkadaşımla, elimizle yazdığımız iki adet "Ayetü'l-Kübra" risalesini tashih etmek için beraber okuyor ve o iki arkadaşta dinliyordu. Bu vaziyette sanki komünistlerin ve dinsizlerin eserlerini okuyormuşuz gibi hem adliyeyi, hem zabıtayı, hem mahkemeyi bizimle meşgul ederek bir bahane ile mahkemelere sevk ettiriyorlar. Hem muhterem hâkimlerin bildikleri gibi Urfa'nın ekseri evlerinde dinî bir kitabı biri okuyup, diğerleri dikkatle dinliyorlar. Hem bir yerde yasak olmayan bir eseri okuyup, başkalarının dinlemesiyle bir mekteb mi açılmış olur? Sadece okumak ve dinlemekten ibarettir. Bu vaziyette anlaşılıyor ki: Biz yalnız, bu asırda Kur'an'ın yüksek ve parlak ve kâinatta en yüksek olan imân hakikatlarını beyan eden Risale-i Nur'u okuyoruz. İmânî ve İslâmî kitabları okuyup dinlemeğe, bir tedrisat süsü vermek, kuvvetli bir icbarla üzerimize "mekteb açmışsınız" etiketini yapıştırmağa gayret etmek olduğunu; bizim masum, dindar, imân ve âhiretle meşgul olan gençler olduğumuzu herkesin bildiği gibi, elbette siz de takdir edersiniz.
Hem büyük dâhi mütefekkir Üstadımız Bediüzzaman, otuz seneden beri siyaseti terk etmiş
demiş. Ve talebelerine de, "Biz imân cereyanındayız. Gayemiz rıza-yı İlâhî'dir. Siyasi cereyanlara girmeyiniz." diye ders verdiğinden, hiçbir siyasi ve dünyevî şeylerle alâkamız yoktur. Hem altı vilayetin zabıtası, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî hakkında: "Bediüzzaman ve Risale-i Nur Talebeleri imânla kafalara bir yasakçı bırakıp, emniyet ve asayişi muhafaza ediyorlar." diye rapor vermişler.
Ses Yok