Müdafalar | Müdafalar | 186
(1-190)
SORGU HAKİMLİĞİ YÜKSEK KATINA
ISPARTA
25/3/956 gün ve 311 sayılı iddiânameyi aldım. İddianâmede hakkımda yapılan iddiâlar, hiçbir delil ve isbat mevcud olmadan yapılan isnâdlardan ibarettir. Hepsini red ettiğimi saygılarımla arz ederim.
Hem 163'üncü madde ile beni suçlandıracak en ufak bir hâl ve hareketim ve delil de mevcud değildir. Taharride bende bulunan bir aded Sebilürreşad mecmuası ve bir de Kenzü'l-İrfan isimli yüz senelik matbu eski bir kitabtır ki, bunların serbestiyeti herkesçe malum ve izahtan müstağnidir.
Evet ben, Bediüzzaman Said Nursî'nin hizmetçisi idim. İhtiyar ve daimi rahatsız olduğundan, rızâ-i İlâhi için hizmet ettim. Üstadım Bediüzzaman'ın ziyaretçi kabul etmemek bir düstur-u hayatı olduğu için ben de bazen gelen olursa, bu düsturunu söyleyerek geriye çevirirdim. Buna Emirdağ halkından yüzlerce kimseleri şâhid göstermeğe hazırım.
Üstadım bütün hayatı boyunca insanların hürmetinden ve teveccüh-ü nâsdan kaçmıştır. Zaruret olmadan hiç kimse ile görüşmemek onda bir seciye haline gelmiştir. Hizmetçisi ile dahi konuşamaz. Rahatsızlık ve dermansızlık hâli de buna mânidir. Bu itibarla da Üstadımın hizmetçileri, ziyaretçiyi kabullenmek değil, belki ziyaretçilerin gelmemeleri için tenbihatta bulunurlar. Bediüzzaman'ın bu haline bütün millet şâhid ve vâkıftır. Bu hakikatı da saygılarımla arz ederim.
Hizmetçisi olduğum Üstadım Bediüzzaman'ın herhangi bir cem'iyet kurmakla veya siyasi bir faaliyetle zerre kadar alâkası yoktur. Yüzotuz parçadan müteşekkil Risale-i Nur eserleri ile yalnız ve yalnız imânî ve İslâmî ve dinî hakikatları ders vermiştir. İmân, İslâmiyet ve dinî takviye eden bu Kur'an tefsirinin sırf neşrine mâni olabilmek maksadıyla gizli, hain din düşmanları çeşitli iftiralar ederek müteaddit mahkemelere sevk ettirmişlerdir. Ve adliyeleri aldatmağa çalışmışlarsa da muvaffak olamamışlardır. Âdil hâkimler, âdilâne kararlarıyla Bediüzzaman ve eserlerine beraetler vermişler ve kitabları sahiblerine iade etmişlerdir. Nitekim 944'te Denizli Ağır Ceza Mahkemesi de bütün risale ve mektubları ehl-i vukufa tedkik ettirerek, bu eserlerde herhangi bir siyasi faaliyet olmadığına vâkıf olmuş ve ittifakla beraet kararı vermişlerdir. Bu kararı da Temyiz Mahkemesi, ittifakla tasdik etmiş ve kaziye-i muhkeme halini almıştır. Kat'iyetle arz ederim ki: Senelerce tahkikat ve tedkikat yapılsa, Bediüzzaman ve eserleri ve Nur Talebelerinde siyasi bir faaliyet bulunamaz. Ve mahkemelerde delile istinad etmek mecburiyet oldukça, dünyada hiçbir mahkeme 163 üncü maddelerle hiçbir alâkadarlık göremez. Bu itibarla üç sene gibi uzun bir müddet sükuttan sonra mevki-i muameleye konulan hakkımdaki takibata, men'i muhakeme kararı verilmesini saygılarımla arz ederim.
Şunu tebaruz ettirmek isterim ki: Üstadım Bediüzzaman Said Nursî'nin kurduğu bir cem'iyet yoktur. O da öyle tevehhüm edilen bir cem'iyetin reisi de değildir. Ben de öyle hayalen vücud verilen bir cem'iyetin âzâsı değilim. Hakikatta Müslüman câmiası içinde öyle mahdut dini bir cem'iyetin kurulması, İslâmiyetle kabil-i te'lif değildir. Zira Türkiye'nin yüzde doksanı Müslümandır. Müslümanlar azınlık değildir ki cem'iyet teşkil etsinler.
Bediüzzaman, bir İslâm müellifidir; müfessirdir. Te'lifatı olan Risale-i Nur eserleri de Kur'an'ın tefsiridir. İmân ve İslâmiyet yolunu gösterir. Ben de bütün İslâm camiası olan ümmet-i Muhammed'den (A.S.M.) bir ümmet olan bir Müslümanım. Savcılar ve mahkemeler de bu hakikata vakıf olarak: "Said Nursî'nin faaliyeti siyasi değildir. Onun eserlerini okuyanlar, onu büyük bir mürşid, müfessir bilip, içlerindeki derûnî boşluğu doldurmağa çalışan kimselerdir" demişlerdir. Ve ehl-i hakikat da, bir müellifin eserlerini okuyan ve rağbet gösteren bir çoğunluğa bir cem'iyet nâmı verilmeyeceği hakikatını izhâr etmişlerdir.
Emirdağ İncili Mahallesinden Abdülkadir oğlu Mustafa Acet ASLİYE CEZA MAHKEMESİ YÜKSEK MAKAMINA URFA Muhterem Hakimler! Müsaadenizle bir-iki maruzatımı mecburen söyleyeceğim:
Şimdi bu vatanın her tarafında ve âlem-i İslâm'ın hatta diğer ecnebi memleketlerinin mühim merkezlerinde Kur'an namına intişar etmiş ve milyonlarla kimselerin imanlarını taklidden tahkike çevirmiş ve bu millete büyük ve hayırlı tesirlerini, feyizli dersleriyle isbat etmiş Kur'an'ın nuru Risale-i Nur'un neşretmemesi ve bizim gibi hayatı tehlikede, imansızlık ve dalâlet vadilerinde koşan bîçarelerin okumaması için dinimizin gizli düşmanları olan komünist veya tabiiyyun olan farmasonlar, türlü desiselerle adliyeleri ve hükûmetleri şaşırtmak için çalıştılar. Kaç def'a Nurları okuyan mübarek talebeleri ve başta dâhi bir mütefekkir ve kahraman-ı İslâm olan Bediüzzaman Said Nursi'yi mahkemelere verdiler.
Eskişehir, Isparta, Denizli, Afyon, İstanbul Ağır Ceza Mahkemeleri, neticede, "Gizli ders, tarikatçılık, cem'iyet kurma" gibi ithamların tamamen hilâf-ı hakikat olduğu isbat edilerek beraetler verildi. Mahkemelerce tebeyyün etti ki:
Risale-i Nur; serapa İslâmiyet, Kur'an ve imân hakikatlarından ibarettir. Ve Nur Talebeleri, Kur'an'a kopmaz rabıtalarla bağlanmışlardır. Dini; hiçbir şahsî, dünyevi, süfli menfaatlere alet etmedikleri ve sadece rıza-yı İlahi için çalıştıkları güneş gibi tezâhür etti. Çünki, Risale-i Nur bin seneden beri İslamiyet aleyhine ve insaniyet zararına tahribatçı küllî cereyanlara karşı sarsılmaz hüccetlerle tam mukabele edip, din düşmanlarının temellerini dağıtıyor.
İşte biz de, bizim ebedî hayatımızı ve ebedî saadetimizin anahtarı imânımızı, bu dalâlet asrında bize kazandıran Risale-i Nur'u okurken ve yazdıklarımızı tashih ederken, sanki "Dinsiz komünistlerin saçma ve düzmece ve zehir saçan evraklarını okuyormuşuz" gibi, yakalanıp mahkemeye veriliyoruz. Masum dindarların aleyhinde olan dinsiz komünistler, her tarafa evham vererek bizim gibi gurbette yalnız dersleriyle alakadar, siyasetten hatta dünyadan habersiz iki-üç talebenin, birkaç kişi yanına gelip gitmesiyle ve onların kendi derslerini bir-iki kişinin dinlemesiyle hem bizi, hem adliyeyi, hem zabıtayı mânasız meşgalelerle uğraştırıyorlar. Her asırda en az üçyüzelli milyon mensubu bulunan ve şimdi dünyanın yarısından fazlasını istila etmiş olan ve milyonlarla hafızların lisanında tekrarlanan Kur'an'ımızın emsalsiz bir tefsiri Risale-i Nur Talebeleri olan bizleri hayatımızdan daha çok sevdiğimiz imânî derslerimizden mahrum etmek istiyorlar. Habbeyi kubbe yaparak, formalitelere uydurarak, bir isim takarak, lastikli bir kanun maddesine rast getirip, bizi kanunen mes'ul göstermek istiyorlar. Fakat âdil, vicdanlı hakimler neticede hakikatı meydana çıkarıyorlar.
ISPARTA
25/3/956 gün ve 311 sayılı iddiânameyi aldım. İddianâmede hakkımda yapılan iddiâlar, hiçbir delil ve isbat mevcud olmadan yapılan isnâdlardan ibarettir. Hepsini red ettiğimi saygılarımla arz ederim.
Hem 163'üncü madde ile beni suçlandıracak en ufak bir hâl ve hareketim ve delil de mevcud değildir. Taharride bende bulunan bir aded Sebilürreşad mecmuası ve bir de Kenzü'l-İrfan isimli yüz senelik matbu eski bir kitabtır ki, bunların serbestiyeti herkesçe malum ve izahtan müstağnidir.
Evet ben, Bediüzzaman Said Nursî'nin hizmetçisi idim. İhtiyar ve daimi rahatsız olduğundan, rızâ-i İlâhi için hizmet ettim. Üstadım Bediüzzaman'ın ziyaretçi kabul etmemek bir düstur-u hayatı olduğu için ben de bazen gelen olursa, bu düsturunu söyleyerek geriye çevirirdim. Buna Emirdağ halkından yüzlerce kimseleri şâhid göstermeğe hazırım.
Üstadım bütün hayatı boyunca insanların hürmetinden ve teveccüh-ü nâsdan kaçmıştır. Zaruret olmadan hiç kimse ile görüşmemek onda bir seciye haline gelmiştir. Hizmetçisi ile dahi konuşamaz. Rahatsızlık ve dermansızlık hâli de buna mânidir. Bu itibarla da Üstadımın hizmetçileri, ziyaretçiyi kabullenmek değil, belki ziyaretçilerin gelmemeleri için tenbihatta bulunurlar. Bediüzzaman'ın bu haline bütün millet şâhid ve vâkıftır. Bu hakikatı da saygılarımla arz ederim.
Hizmetçisi olduğum Üstadım Bediüzzaman'ın herhangi bir cem'iyet kurmakla veya siyasi bir faaliyetle zerre kadar alâkası yoktur. Yüzotuz parçadan müteşekkil Risale-i Nur eserleri ile yalnız ve yalnız imânî ve İslâmî ve dinî hakikatları ders vermiştir. İmân, İslâmiyet ve dinî takviye eden bu Kur'an tefsirinin sırf neşrine mâni olabilmek maksadıyla gizli, hain din düşmanları çeşitli iftiralar ederek müteaddit mahkemelere sevk ettirmişlerdir. Ve adliyeleri aldatmağa çalışmışlarsa da muvaffak olamamışlardır. Âdil hâkimler, âdilâne kararlarıyla Bediüzzaman ve eserlerine beraetler vermişler ve kitabları sahiblerine iade etmişlerdir. Nitekim 944'te Denizli Ağır Ceza Mahkemesi de bütün risale ve mektubları ehl-i vukufa tedkik ettirerek, bu eserlerde herhangi bir siyasi faaliyet olmadığına vâkıf olmuş ve ittifakla beraet kararı vermişlerdir. Bu kararı da Temyiz Mahkemesi, ittifakla tasdik etmiş ve kaziye-i muhkeme halini almıştır. Kat'iyetle arz ederim ki: Senelerce tahkikat ve tedkikat yapılsa, Bediüzzaman ve eserleri ve Nur Talebelerinde siyasi bir faaliyet bulunamaz. Ve mahkemelerde delile istinad etmek mecburiyet oldukça, dünyada hiçbir mahkeme 163 üncü maddelerle hiçbir alâkadarlık göremez. Bu itibarla üç sene gibi uzun bir müddet sükuttan sonra mevki-i muameleye konulan hakkımdaki takibata, men'i muhakeme kararı verilmesini saygılarımla arz ederim.
Şunu tebaruz ettirmek isterim ki: Üstadım Bediüzzaman Said Nursî'nin kurduğu bir cem'iyet yoktur. O da öyle tevehhüm edilen bir cem'iyetin reisi de değildir. Ben de öyle hayalen vücud verilen bir cem'iyetin âzâsı değilim. Hakikatta Müslüman câmiası içinde öyle mahdut dini bir cem'iyetin kurulması, İslâmiyetle kabil-i te'lif değildir. Zira Türkiye'nin yüzde doksanı Müslümandır. Müslümanlar azınlık değildir ki cem'iyet teşkil etsinler.
Bediüzzaman, bir İslâm müellifidir; müfessirdir. Te'lifatı olan Risale-i Nur eserleri de Kur'an'ın tefsiridir. İmân ve İslâmiyet yolunu gösterir. Ben de bütün İslâm camiası olan ümmet-i Muhammed'den (A.S.M.) bir ümmet olan bir Müslümanım. Savcılar ve mahkemeler de bu hakikata vakıf olarak: "Said Nursî'nin faaliyeti siyasi değildir. Onun eserlerini okuyanlar, onu büyük bir mürşid, müfessir bilip, içlerindeki derûnî boşluğu doldurmağa çalışan kimselerdir" demişlerdir. Ve ehl-i hakikat da, bir müellifin eserlerini okuyan ve rağbet gösteren bir çoğunluğa bir cem'iyet nâmı verilmeyeceği hakikatını izhâr etmişlerdir.
Emirdağ İncili Mahallesinden Abdülkadir oğlu Mustafa Acet ASLİYE CEZA MAHKEMESİ YÜKSEK MAKAMINA URFA Muhterem Hakimler! Müsaadenizle bir-iki maruzatımı mecburen söyleyeceğim:
Şimdi bu vatanın her tarafında ve âlem-i İslâm'ın hatta diğer ecnebi memleketlerinin mühim merkezlerinde Kur'an namına intişar etmiş ve milyonlarla kimselerin imanlarını taklidden tahkike çevirmiş ve bu millete büyük ve hayırlı tesirlerini, feyizli dersleriyle isbat etmiş Kur'an'ın nuru Risale-i Nur'un neşretmemesi ve bizim gibi hayatı tehlikede, imansızlık ve dalâlet vadilerinde koşan bîçarelerin okumaması için dinimizin gizli düşmanları olan komünist veya tabiiyyun olan farmasonlar, türlü desiselerle adliyeleri ve hükûmetleri şaşırtmak için çalıştılar. Kaç def'a Nurları okuyan mübarek talebeleri ve başta dâhi bir mütefekkir ve kahraman-ı İslâm olan Bediüzzaman Said Nursi'yi mahkemelere verdiler.
Eskişehir, Isparta, Denizli, Afyon, İstanbul Ağır Ceza Mahkemeleri, neticede, "Gizli ders, tarikatçılık, cem'iyet kurma" gibi ithamların tamamen hilâf-ı hakikat olduğu isbat edilerek beraetler verildi. Mahkemelerce tebeyyün etti ki:
Risale-i Nur; serapa İslâmiyet, Kur'an ve imân hakikatlarından ibarettir. Ve Nur Talebeleri, Kur'an'a kopmaz rabıtalarla bağlanmışlardır. Dini; hiçbir şahsî, dünyevi, süfli menfaatlere alet etmedikleri ve sadece rıza-yı İlahi için çalıştıkları güneş gibi tezâhür etti. Çünki, Risale-i Nur bin seneden beri İslamiyet aleyhine ve insaniyet zararına tahribatçı küllî cereyanlara karşı sarsılmaz hüccetlerle tam mukabele edip, din düşmanlarının temellerini dağıtıyor.
İşte biz de, bizim ebedî hayatımızı ve ebedî saadetimizin anahtarı imânımızı, bu dalâlet asrında bize kazandıran Risale-i Nur'u okurken ve yazdıklarımızı tashih ederken, sanki "Dinsiz komünistlerin saçma ve düzmece ve zehir saçan evraklarını okuyormuşuz" gibi, yakalanıp mahkemeye veriliyoruz. Masum dindarların aleyhinde olan dinsiz komünistler, her tarafa evham vererek bizim gibi gurbette yalnız dersleriyle alakadar, siyasetten hatta dünyadan habersiz iki-üç talebenin, birkaç kişi yanına gelip gitmesiyle ve onların kendi derslerini bir-iki kişinin dinlemesiyle hem bizi, hem adliyeyi, hem zabıtayı mânasız meşgalelerle uğraştırıyorlar. Her asırda en az üçyüzelli milyon mensubu bulunan ve şimdi dünyanın yarısından fazlasını istila etmiş olan ve milyonlarla hafızların lisanında tekrarlanan Kur'an'ımızın emsalsiz bir tefsiri Risale-i Nur Talebeleri olan bizleri hayatımızdan daha çok sevdiğimiz imânî derslerimizden mahrum etmek istiyorlar. Habbeyi kubbe yaparak, formalitelere uydurarak, bir isim takarak, lastikli bir kanun maddesine rast getirip, bizi kanunen mes'ul göstermek istiyorlar. Fakat âdil, vicdanlı hakimler neticede hakikatı meydana çıkarıyorlar.
Ses Yok