Müdafalar | Müdafalar | 187
(1-190)
Ezcümle: Bu son def'a Afyon Mahkemesi dört sene devam ettiği halde sonunda zaten serbest olan Risale-i Nur yine serbest bırakıldı. Bütün yüksek makamlara Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi'nin şekvasından bir küçük parçası şudur ki:
"Haşirdeki mahkeme-i kübraya bir arzuhaldir. Ve dergah-ı ilâhiye bir şekvadır. Ve bu zamanda mahkeme-i temyiz ve istikbaldeki nesl-i âti ve dârü'l-fünunların münevver muallim ve talebeleri dahi dinlesinler.
Ben de otuz kırk sene hayatımı bilenleri ve Nur'un binler has Şakirdlerini işhâd ederek derim: İstanbul'u işgal eden İngiliz'in başkumandanı, İslâm içinde ihtilaf atıp hatta şeyhu'l-İslâm'ı ve bir kısım hocaları kandırıp birbiri aleyhine sevk ederek, itilafçı-ittihadçı fırkaları birbirine uğraştırmasıyla Yunan'ın galebesine ve harekât-ı milliyenin mağlubiyetine zemin hazırladığı bir sırada, İngiliz ve Yunan aleyhine "Hutuvat-ı Sitte" eserini Eşref Edib'in gayretiyle tab' ve neşretmekle o kumandanın dehşetli planını kıran ve onun idam tehdidine karşı geri çekilmeyen ve Ankara reisleri, o hizmeti için çağırdıkları halde Ankara'ya kaçmayan ve esarette Rus'un başkumandanının idam kararına ehemmiyet vermeyen ve "Otuzbir Mart" hadisesinde isyan etmiş sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve Divan-ı Harbî Örfi'de mahkemedeki paşaların, "Sen mürtecisin, Şeriat istemişsin?" diye suallerine karşı îdama beş para ehemmiyet vermeyip "Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise bütün ins ve cin şahid olsun ki, ben mürteciyim ve Şeriat'ın bir tek mes'elesine ruhumu feda etmeye hazırım!" diyen ve o büyük zabitleri hayretle takdire sevk edip idamını beklerken beraetine karar verdikleri ve tahliye olup dönerken onlara teşekkür etmeyerek "Zalimler için yaşasın cehennem!" diye yolda bağıran ve Ankara'da divan-ı riyasette, M. Kemal ona hiddetle dedi: "Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirleri beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyleri yazdın, içimize ihtilaf verdin." Ona karşı dedi: "İmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduddur." diye kırk-elli meb'usun huzurunda söyleyen ve o dehşetli kumandan ona bir nev'i tarziye verip, hiddetini geri alan ve altı vilayetin zabıtası ve hükûmeti âsâyişin ihlaline dair bir tek madde kayd etmeyen ve yüzbinler Nur Şakirdlerinin hiçbir vukuatı görülmeyen, hiçbir şakirdinde cinayet işitilmeyen ve hangi hapse girmiş ise, mahpusları ıslah eden ve yüzbinler nüsha Risale-i Nur'dan intişar etmekle beraber menfaat'ten başka hiçbir zararı olmadıklarını yirmiüç sene hayatımın, üç hükûmet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve Nur'un kıymetini bilen yüzbin şakirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle isbat eden ve münzevi, mücerred, garib, ihtiyar, fakir, kendini kabir kapısında gören ve bütün kuvvet ve kanaatıyla fâni şeyleri bırakıp, eski kusuratına bir keffaret ve hayat-ı bâkiyesine bir medar arayan ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermeyen ve şiddet-i şefkatinden masumlara, ihtiyarlara zarar gelmemek için kendine zulüm ve ta'zib edenlere beddua etmeyen bir adam hakkında; "Bu ihtiyar münzevî, asâyişi bozar, emniyeti ihlal eder ve maksadı dünya entrikalarıdır, öyle ise suçludur." diyenler ve onu pek ağır şerâit altında mahkum edenler, yerden göğe kadar suçludurlar. Mahkeme-i kübra-i haşirde hesabını verecekler"
Muhterem Hakimler!
Böyle bir İslâm kahramanı ve bu asrın ve istikbalimizin hidayet serdarı ve eşine rastlanamayan İslamiyet fedaisi Bediüzzaman'ın eserlerini okumak dinsizlerin, komünistlerin, imândan bîhaberlerin elbette işine gelmez.
Üstadımız Bediüzzaman'ın beyanı ki: "Risale-i Nur, koca bir cennetin fiatı olacak bir servet ve hayat-ı ebediyeyi kazandıracak bir âb-ı hayat ve hakikata muarız bütün feylesofları ilzam edip hayrette bırakacak bir keşfiyattır."
"Risale-i Nur, sahabe-i kirâm'ın âli seciyelerini ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurâni meşrebini beyan eden bir nur ve feyiz hazinesidir. Risale-i Nur bu asırda Kur'an-ı Hakim'in bir mu'cize-i maneviyesi; hakiki yüksek ve parlak bir tefsiridir. Risale-i Nur şu zamanın yaralarına en münasib bir ilaç, bir merhem ve zulümatın tehacümüne maruz hey'et-i İslâmiyeye en nâfi' bir nur ve dalâlet vadilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğunu yüzbinler kimseler tarafından idrak ve tasdik edilen bir eser külliyatıdır.
Risale-i Nur, veraset-i nübüvvet yoluyla doğrudan doğruya hakikatü'l-hakâika yol açmış cadde-i kübra-i Kur'aniyedir. Bunun içindir ki: Avrupa'nın felsefi dalaletlerine galebe ediyor. Ve cerh edilmez aklî, mantıkî, ilmi hüccetlerle dünyayı saran komünizmi ve masonluğu kökünden yıkıyor. Risale-i Nur, avamdan en âlim ve en münevvere kadar her sınıfın kendi istidadı nisbetinde istifade edebileceği bir eser külliyadır."
İşte bu hakikatlar içindir ki: Nurları okuyan, yazan ve daima Nurlara çalışan Nurcular, dünyanın her tarafında gittikçe çoğalmaktadır.
Muhterem Hâkimler
Tashihat yaparken odamızdan müsadere edilen Denizli'de beraet eden ve temyizin de tasdik ettiği büyük mütefekkir Bediüzzaman Said Nursi'nin "Ayetü'l-Kübra" eserinin bir yerinde, kâinat Hâlıkını ve sahibini arayan dünya seyyahı şöyle söylüyor:
"Bu dünyada hayatın gayesi ve hayatın hayatı imân olduğunu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz yolcu kendi kalbine dedi ki: Aradığımız zatın sözü ve kelamı denilen, bu dünyada en meşhur ve en parlak ve en hâkim ve ona teslim olmayan herkese her asırda meydan okuyan Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan namındaki kitaba müracaat edip, ne diyor bilelim. Fakat en evvel bu kitab bizim Hâlıkımızın kitabı olduğunu isbat etmek lazımdır diye taharriye başladı. Bu seyyah bu zamanda olduğu münasebetiyle en evvel mânevi i'câzât-ı Kur'an'iyenin lem'aları olan Risale-i Nur'a baktı. Ve onun yüzotuz risaleleri âyât-ı Furkân'iyyenin nükteleri ve ışıkları ve esaslı tefsirleri gördü. Ve Risale-i Nur, bu kadar muannid ve mülhid bir asırda her tarafa hakâik-ı Kur'an'iyyeyi mücâhidâne neşr ettiği halde karşısına kimse çıkmadığından isbat eder ki: Onun üstadı ve menbaı ve mercii ve güneşi olan Kur'an elbette semâvidir. Beşer kelamı değildir. Hatta Risale-i Nur'un yüzer hüccetlerinden bir tek hüccet-i Kur'aniyye olan "Yirmibeşinci söz" ve Ondokuzuncu mektubun ahiri Kur'an'ın kırk vecihle mu'cize olduğunu öyle isbat etmiş ki: Kim görmüş ise, değil tenkid ve itiraz, belki isbatlarına hayran olmuş, takdir ederek çok sena etmiş."
Ses Yok