Müdafalar | Müdafalar | 185
(1-190)
ISPARTA SORGU HÂKİMLİĞİNE
Isparta C.M.U.'nin, 25/3/956 tarih ve 331 sayılı iddianâmesine itirazım.
Üç sene evvelki bir tevehhüme binâen yazılan bir iddianâme, üç sene sonra Ramazan içinde gayet hasta bulunan Üstadımız Said Nursî'ye o iddiânâme geldi. dedi ki:
"Ben, otuz senede hâlimi tedkik eden ve beş def'a beraet veren âdil mahkemeleri ittiham etmek hükmünde tekrar aynı mes'ele ve otuz senede mes'uliyeti mûcib delili bulunmayan gizli cem'iyetçiliğe dair, otuz senelik adliyeleri ittiham etmek hükmünde olan bu yeni iddianâmeyi red ediyorum, kabul etmem. Ve intişar etmiş ikiyüz sahifeden ziyade müdafaatlarım, benim bedelime bu tekrar ittihamnemeye bir itiraznâmemdir. Başka bir diyeceğim yok. Sen bu itiraznâmeye bir hâşiye yaz. Çünki hastalığım şiddetlidir." dedi, sözünü kesti.
Hizmetinde bulunan ben ve Mustafa Acet, O'nun bedeline bir-iki hakikatı ifşa ediyoruz. Şöyleki:
Bu beş-altı senedir hizmetinde bulunduğumuz Üstadımız Said Nursî'nin acib bir hasiyeti budur ki; insanlarla hatta en yakın dostları ve akrabaları ile görüşmek istemiyor. Hatta yirmi sene talebesi ve hayatta kalan tek bir kardaşını, yakınında olduğu ve otuz senedir görüşmediği halde görüşmek için çağırmıyor. Fıtratında öyle bir inziva var ki: Zaruret-i kat'i olmazsa ve Nur dersinden bir hakikat-ı imâniye olmazsa, halklarla konuşmak kat'iyen istemiyor. Hatta daima hizmetinde bulunduğum halde dört-beş günde bir def'a benimle ciddi konuşmuyor. Konuşsa da bir şaka suretinde konuşuyor. Benden çok sâdıkâne hizmet eden kardaşlarım içinde beni hizmetine tercihi, ben bu sırr-ı inzivayı ve tevahhuşu bozmamak fıtratımda bir seciye olduğundandır. Hatta bazı bana: "Taşsın, hayvansın; o cihette seni tercih ediyorum." der. Biz bütün yakın talebeleri biliyoruz ki: Nasıl maddi hediyeyi kabul etmiyor; mânevi bir hediye olan hürmetkârâne bir hizmeti de istemiyor, istiskal ediyor.
Hem dünyada hiçbir mal, mülkü, hanesi olmadığı gibi, öyle de kendine hiçbir kemâlat vermiyor. "Ben müflis bir adamım. Hazine-i Kur'aniyenin bir hizmetkârıyım." der. Ben bu kaç senedir en gizli sırrına vâkıf olduğum halde, benlik ve enaniyeti imâ edecek bir seciyesini bulamadım. Risale-i Nur'da yazdığı gibi, acz-i mutlak, fakr-ı mutlak seciyesi ile daima şükür ve sabır seciyesini görüyorum.
Bütün vazifesi, hissiyatı, Kur'an-ı Hakim'in hakâik-ı imâniye derslerinden kendine bulduğu ilaçları, tiryakları ehl-i imâna da bildirmek bir vazife-i fıtriyesi olduğunu ben ve bütün kardaşlarımız biliyoruz, görüyoruz. Musibet ve belalar geldiği vakitte bizlere der: "Vazifemiz hizmettir. Muvaffakiyet, muzafferiyet vazifemiz değil. O vazife-i İlâhiyedir. Vazife-i İlâhiyeye karışmak haddimiz değil." diye, zâlim düşmanlarına da beddua etmiyor.
Hem yine bütün kardaşlarımız biliyorlar: Otuzbeş senedir
deyip siyaseti terk ettiği gibi, otuzbeş senedir (birbuçuk sene müstesna) hiçbir gazeteyi okumak, dinlemek istemedi. Yalnız düvel-i İslâmiyenin teşekkülünde ve Hıristiyan âleminde şiddetli bir dinsizlik, bolşevizm İslâmiyetin hakikatına karşı mübarezesi noktasında, bir buçuk senedir yeni harf bilmediği halde, ben bazı merak ettiği nokta için dinlettiriyordum.
Acaba bu kadar infiradî inziva bir hayata sahib olan ve böyle bir acib seciye bulunan ve dünyanın en yüksek şeylerine beş para ehemmiyet vermediği ve bu kadar musibetlere giriftar olduğu halde menfice hareket etmediği, müdafaatında dediği gibi, "Yirmisekiz senedeki bana edilen emsalsiz işkencelere sekiz günde intikamımı alabilirdim." Fakat Kur'an'ın bir kanun-u esasisi olan “vela teziru vaziratün vizra uhra” sırrıyla âsâyişi bütün kuvveti ile muhafaza için, o işkenceli zulümlere karşı menfice hareket etmediği mahkemelerce tahakkuk etti. Acaba böyle bir adamın siyasî cem'iyetlerle münasebeti olabilir mi? Eğer Onun, Nur Talebelerine üstadlığı itibarıyla cem'iyet nâmı verilse; bütün vâizlere, muallimlere ve imamlara cem'iyet nâmı vermek gibidir. Belki onun hizmet-i imâniyesi harici, dahili düşmanlara karşı bir manevi mücahede olduğu itibarıyla, ona cem'iyetçi denilse; bütün zabitlere, taburlara cem'iyet nâmı vermek lâzım gelir.
Üstadım Said Nursî, uhuvvet-i İslâmiye itibarıyla bütün hayatında, bütün Müslümanlara bir irtibatı ve tesanüd ve muhabbeti taşıdığı halde ona cem'iyetçi demek, uydurma bir ittihamdır. Âlem-i İslâm'ın mecmuuna, gizli cem'iyet denilmez. Yüzde doksansekiz adam, bir kaç adama karşı cem'iyettir demek bir hezeyandır. Çünki ekseriyete karşı ekalliyetin içtimaına, cem'iyet nâmı verilir.
Meclis-i Meb'usan'da, divan-ı riyasette Mustafa Kemal'in, hiddetli şiddetli itirazına karşı en gizli sırlarını çekinmeyerek söyleyen ve Divan-ı Harb-i Örfi'de irtica ittihamına karşı, "Eğer meşrutiyet, İttihad ve Terakki Partisinin istibdadından ibaretse, bütün dünya şâhid olsun ki: Ben mürteciyim." diyen, darağaçlarına beş para ehemmiyet vermeyen ve bir makalesi ile yirmi bin adamın İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) cem'iyetine girmelerine vesile olan ve bütün hayatında esrarını ifşa eden bir adama, "siyasi, gizli cem'iyet kuruyor" denilse, elbette gayet kat'î bir hatadır.
Hem şimdi cem'iyet nâmını vermek, bu otuz senede bu kadar tarassudlar ve mahkemelerdeki yüzlerle mektublar ve Risale-i Nur kitablarının tedkiki neticesinde beş mahkemenin cem'iyete dair en küçük bir emare bulamayarak verdikleri beraet hükümlerini ittiham etmektir.
Adresim: Ziver Gündüzalp Said Nursî'nin Şiddetli hastalığı zamanında Hizmetinde bulunan Tüccar Ziver Gündüzalp-Mustafa Acet
Ses Yok