Müdafalar | Müdafalar | 30
(1-190)
Yüzaltmışüçüncü madde-i kanuniye, "asayişi ihlal edebilecek hissiyat-ı diniyeyi tahrik edenler" mealinde bulunan şu kanunun, elbette bu hadsiz genişlik içinde bir tefsiri var. Elbette, kuyud-u ihtiraziyesi bulunacak. Yoksa; bu madde, bu geniş mânâ ile beni mahkûm ettiği gibi, bütün ehl-i diyanete ve başta Diyanet Riyaseti olarak, bütün vaizlere ve bütün imamlara, bana teşmil edildiği gibi teşmil edilebilir. Çünkü, yüz sahifeden fazla müdafaat-ı kat'iyye ve hakikiyem ile beraber; yine bana temas ettirilebilecek bir mana veriliyor ki, o mânâ her nasihat eden kimseye ve hatta bir dostunu iyiliğe sevketmek için irşad eden herkesi daire-i hükmü altına alabilir. Bu madde-i kanuniyenin mânası şu olmak gerektir ki; taassub perdesi altında muhalif bir siyaseti takib eden ve terakkiyat-ı medeniyeye sed çekenlere sed çekmek içindir. Bu maddenin bu mânâda çok kat'î delillerle isbat etmişiz ki, bize bir cihet-i temâsı yoktur. Evet, bu madde, tefsirsiz ve kuyud-u ihtiraziyesiz ve garazkârlar, istediği adamları onunla çarpmasına müsait hududsuz bir mânâda olamaz. Evet ben, on sene nezaret ve dikkat altında ve yirmi senede tel'lif ettiğim yüzyirmi risale ile bu kadar hakkımdaki tedkikat-ı amika neticesinde cüz'i bir derecede âsâyişi ihlâl etmiş bir emare, ne bende ve ne de o risaleleri okuyanlarda bulunmadığı halde ve yirmi vechile isbat ettiğim ve beni yakından tanıyan zatların şehadetiyle, onüç seneden beri şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçtığımı ve hükümetin işine karışmadığım ve iman hizmetini bu dünyada en büyük maksad telakki ettiğim halde; "Said, dini siyasete alet edip, âsâyişi ihlâle teşebbüse niyet ediyor" diye, beni yüzaltmışüçüncü maddeye temas ettirmek ve mahkûm etmek bütün rûy-i zemindeki adliye ve mahkemelerin haysiyetine ilişecek ve nazar-ı dikkati celbedecek hiç görülmemiş bir hadise-i adliyedir kanaatindeyim. İşte, cihangir hükümdarların ve kahraman kumandanların küçük mahkemelerde diz çöküp kemal-i inkıyad ile mutavaat göstermeleri, mahkemenin, hiçbir şey ile zedelenmeyecek bir haysiyet ve şerefinin mevcudiyetini isbat eder. İşte mahkemelerin bu yüksek ve mânevi haysiyetine dayanıp, hukukumu, hürriyetle müdafaa ediyorum. Bir makale içindeki zararlı görülen dört-beş kelime sansür edildikten sonra mütebakisinin neşrine izin verilirken; yüzyirmi kitabın, birbirinden ayrı ve ayrı ayrı zamanlarda te'lif edildiği halde, yalnız bir iki risalede şimdiki nazarlara zararlı tevehhüm edilen onbeş kelime yüzünden yüzonbeş mâsum ve menfaatdar ve mühim bir kısmı Ankara kütüphanesinde mevcud olup iftiharla kabul edilen kitabların ele geçenlerinin müsadere ile mahkum edilmesi rûy-i zemindeki adliyelerin şerefine ilişebilecek mahiyettedir. Elbette Mahkeme-i Temyizin yüksek makamı bu haysiyet ve şerefi siyanet eder. En ziyade tenkid edilen beni ve umum kitablarımı muahezeye sebebiyet veren beş-on mes'ele içinde en mühimmi, gelecek bu iki mes'eledir.
İşte benim ve kitaplarımın sebebiyet-i mahkumiyeti beş-altı mes'eleden, en birinci bu iki mes'eledir. Ben hakiki, menfaatli medeniyete karşı değil, belki kusurlu ve zararlı "mimsiz" tabir ettiğim medeniyete karşı otuzkırk seneden beri i'caz-ı Kur'an'ı esas tutup, o medeniyetin muhalif noktalarını aşağı düşürüp, medeniyetin aczi ile i'caz-ı Kur'an'ı isbat etmek esası üzerine, matbu ve gayr-ı matbu, Arabça ve Türkçe çok kitaplar yazdım. İrsiyet hakkındaki kanun-u medeninin, Kur'an'ın bu iki ayetine muhalif maddelerini vaktiyle müvazene etmişim. Onların en muannid feylesoflarını da ilzam edecek deliller göstermişim. Hükûmet-i Cumhuriyenin ilcaat-ı zamana göre kabul ettiği bir kısım kanun-u medeniyenin bir kısım maddelerini kabulden evvel, bu mes'eleleri, medeniyete ve feylesoflara karşı yazmışım ve müdafaa etmişim. Ve kurun-u ûlâ ve vustadaki zayi' olan kadınlık hukukunu, Kur'an-ı Hakim gayet ehemmiyetle muhafaza ettiğini ispat etmişim. Şimdi, bu iki mes'eledeki beyanatım, hükûmet-i Cumhuriyenin kanununa muhalifdir diye, 163'üncü madde ile muaheze edildim. Ben de adliyenin en yüksek mahkemesine derim ki:
Ses Yok