Müdafalar | Müdafalar | 27
(1-190)
Mahkemelerin ihkak-ı hak cihetindeki haysiyetine, şerefine mühim bir nakise, belki zıd olan garazkârların telkinatına tebaiyete, elbette bu yüksek mahkeme-i adâlet tenezzül etmeyecek ve garazkârların entrikalarını akîm bırakacaktır. Ve adâletten ve ihkak-ı haktan daha büyk bir makam vazife cihetinde tanımayan mahkemenin, her türlü te'siratan âzâde olarak vazifesini yapacağı esas adâletin muktezası olduğuna istinaden şahsım nâmına değil, belki çok hakikatların ve bir çok mâsum hukukların kendine bağlı olduğu bir hakikat-ı âliye nâmına, hakkımızdaki asılsız evhamlarını bir an evvel Risale-i Nur 'un hürriyetini ilân etmekle ref' etmektir.
Üçüncü Madde : Bize isnad edilen mevhum suç ise; umumî bir tabir ile ve kuyûd-u ihtiraziye nazara alınmayarak, kanunun yüzaltmışüçüncü maddesini yalnız zevâhirine ve umumiyetine temas ettirip; mahkûmiyetim istilzam edilmek istenildiği anlaşılıyor. Bize isnad edilen birkaç maddenin kat'î ve hakiki cevabları zabtınıza geçen müdafaatımda bulunmakla beraber; on veya onbeş nokta yüzünden, mânevi yüz keşfiyatı havi, yüzler hakikat-ı mühimmeyi câmi' olan yüzden ziyade cüzden ibaret olan Risale-i Nur , mükâfat ve takdir yerine mücâzat ve tenkid ile karşılanmıştır. Yüksek mahkemenizden bu hakkımı ve Risale-i Nur 'un hürriyet hakkını istemek, büyük bir hakkımdır. Bu cihetin halli ve faslı lâbüd ve zaruridir.
Dördüncü Madde : Şimdiye kadar bana hücum eden ve hükümeti aleyhimize çeviren kimselerin garazkâr oldukları ve sırf garaz ile iliştikleri bununla anlaşılıyor ki, bizi vurmak için her kapıya başvurdular. Evvelâ, "Tarikatçılık" -birşey bulamadılar- sonra "Cemiyetcilik ", sonra "Siyasetcilik ve inkılâba muhalif hareket ve muhalif komitecilik ve izinsiz neşriyatçılık" gibi çok cihetle itham etmek ve bizi vurmak için çalıştıkları halde; bunların hiç birinde tutunacak bir emare bulamadıklarından, en nihayet bir madde-i kanuniyenin, kuyûd-u ihtiraziyeyi nazara almıyarak, zâhiri umumiyetten istifade edip, hiçbir zîakıl kabul etmiyecek ve onlar hak vermiyecek bir nokta ile bizi itham ve mahkûm etmek istiyorlar. Evet, bahsedeceğimiz noktayı, dünyada hiçbir zîakıl, hakikat olarak kabul etmez ve zerre mikdarı insafı olan, "bu iftiradır" diyecektir. O nokta şudur:
"Said-i Kürdî dini siyasete alet ediyor!.." tabiridir. Bu tabirdeki ithamı çürütecek onbeş-yirmi delilden ziyade ve beş-on kadarı müdafaatımda zabtınıza geçirilenlerden birisi şudur ki:
Yüzler şâhidin şehadetiyle isbat etmeye hazır olduğum şu beyan edeceğim hâlime o ithamı esasiyle çürütüyor. Şöyle ki :
Dokuz sene oturduğum Barla Köyü halkının müşahedesiyle ve dokuz ay ikamet ettiğim Isparta'daki dostlarımın şehadetleriyle ve beni yakından tanıyan dostlarımın işhadiyle, onüç senedir ki, siyaset lisanı olan hiçbir gazeteyi, ne okudum ve ne de dinledim ve ne de istedim. Hatta mühim birkaç hadisede şahsımla alâkadar zannedilen ve herkesi meraka sevkeden vâkıalardan bahseden gazeteleri okumak arzusu bulunmadı ve okumadım ve okutmadığımla beraber yüz risale içinde on-onbeş maddeden başka bütün mesâili, âhiretime ve imana ve hakikata müteveccih olduğu hükûmetin tedkikat-ı amîkasiyle tezahür eden Risale-i Nur sekiz-dokuz sene evvel hükûmetçe kanun-u medeni kabul edilmeden ve medar-ı tenkid bulunan o on-onbeş maddeyi yasak edecek kanunlar çıkmadan evvel yazıldığı halde "Said, Risale-i Nur ile dini siyasete âlet ediyor"yani, kâinatta en yüksek ve mukaddes tanıdığı bir hakikat-ı kudsiye olan din-i hakkı ve iman-ı tahkikiyi, siyasete, yani ihtilâlkârâne en tehlikeli ve en günahlı ve çok hukukun ziyaına sebebiyet veren akîm, süflî bir maksada alet etmiş denilir mi?.. Böyle diyenler, ne kadar daire-i akıl ve insaf ve vicdandan uzak düştükleri ve uzak hükmettikleri anlaşılmaz mı? Elbette, bu yüksek mahkeme-i adâlet, böyle asılsız ve evham isnadatları ref'edip, hakımızda ihkak-ı hak edecektir. Gerçi, kanunları bilmemek eksere göre bir mazeret teşkil etmez. Fakat haksız olarak, ücra bir köyde, tarassut altında, yabancı bir yerde dünyadan şiddetli küstürüp, nefiy ile ikamet ettirip, mütemadiyen tarassut ile ta'ciz edilen bir adamın kanunları bilmemesi, elbette ehl-i insafın nazarında bir özür teşkil eder.
Üçüncü Madde : Bize isnad edilen mevhum suç ise; umumî bir tabir ile ve kuyûd-u ihtiraziye nazara alınmayarak, kanunun yüzaltmışüçüncü maddesini yalnız zevâhirine ve umumiyetine temas ettirip; mahkûmiyetim istilzam edilmek istenildiği anlaşılıyor. Bize isnad edilen birkaç maddenin kat'î ve hakiki cevabları zabtınıza geçen müdafaatımda bulunmakla beraber; on veya onbeş nokta yüzünden, mânevi yüz keşfiyatı havi, yüzler hakikat-ı mühimmeyi câmi' olan yüzden ziyade cüzden ibaret olan Risale-i Nur , mükâfat ve takdir yerine mücâzat ve tenkid ile karşılanmıştır. Yüksek mahkemenizden bu hakkımı ve Risale-i Nur 'un hürriyet hakkını istemek, büyük bir hakkımdır. Bu cihetin halli ve faslı lâbüd ve zaruridir.
Dördüncü Madde : Şimdiye kadar bana hücum eden ve hükümeti aleyhimize çeviren kimselerin garazkâr oldukları ve sırf garaz ile iliştikleri bununla anlaşılıyor ki, bizi vurmak için her kapıya başvurdular. Evvelâ, "Tarikatçılık" -birşey bulamadılar- sonra "Cemiyetcilik ", sonra "Siyasetcilik ve inkılâba muhalif hareket ve muhalif komitecilik ve izinsiz neşriyatçılık" gibi çok cihetle itham etmek ve bizi vurmak için çalıştıkları halde; bunların hiç birinde tutunacak bir emare bulamadıklarından, en nihayet bir madde-i kanuniyenin, kuyûd-u ihtiraziyeyi nazara almıyarak, zâhiri umumiyetten istifade edip, hiçbir zîakıl kabul etmiyecek ve onlar hak vermiyecek bir nokta ile bizi itham ve mahkûm etmek istiyorlar. Evet, bahsedeceğimiz noktayı, dünyada hiçbir zîakıl, hakikat olarak kabul etmez ve zerre mikdarı insafı olan, "bu iftiradır" diyecektir. O nokta şudur:
"Said-i Kürdî dini siyasete alet ediyor!.." tabiridir. Bu tabirdeki ithamı çürütecek onbeş-yirmi delilden ziyade ve beş-on kadarı müdafaatımda zabtınıza geçirilenlerden birisi şudur ki:
Yüzler şâhidin şehadetiyle isbat etmeye hazır olduğum şu beyan edeceğim hâlime o ithamı esasiyle çürütüyor. Şöyle ki :
Dokuz sene oturduğum Barla Köyü halkının müşahedesiyle ve dokuz ay ikamet ettiğim Isparta'daki dostlarımın şehadetleriyle ve beni yakından tanıyan dostlarımın işhadiyle, onüç senedir ki, siyaset lisanı olan hiçbir gazeteyi, ne okudum ve ne de dinledim ve ne de istedim. Hatta mühim birkaç hadisede şahsımla alâkadar zannedilen ve herkesi meraka sevkeden vâkıalardan bahseden gazeteleri okumak arzusu bulunmadı ve okumadım ve okutmadığımla beraber yüz risale içinde on-onbeş maddeden başka bütün mesâili, âhiretime ve imana ve hakikata müteveccih olduğu hükûmetin tedkikat-ı amîkasiyle tezahür eden Risale-i Nur sekiz-dokuz sene evvel hükûmetçe kanun-u medeni kabul edilmeden ve medar-ı tenkid bulunan o on-onbeş maddeyi yasak edecek kanunlar çıkmadan evvel yazıldığı halde "Said, Risale-i Nur ile dini siyasete âlet ediyor"yani, kâinatta en yüksek ve mukaddes tanıdığı bir hakikat-ı kudsiye olan din-i hakkı ve iman-ı tahkikiyi, siyasete, yani ihtilâlkârâne en tehlikeli ve en günahlı ve çok hukukun ziyaına sebebiyet veren akîm, süflî bir maksada alet etmiş denilir mi?.. Böyle diyenler, ne kadar daire-i akıl ve insaf ve vicdandan uzak düştükleri ve uzak hükmettikleri anlaşılmaz mı? Elbette, bu yüksek mahkeme-i adâlet, böyle asılsız ve evham isnadatları ref'edip, hakımızda ihkak-ı hak edecektir. Gerçi, kanunları bilmemek eksere göre bir mazeret teşkil etmez. Fakat haksız olarak, ücra bir köyde, tarassut altında, yabancı bir yerde dünyadan şiddetli küstürüp, nefiy ile ikamet ettirip, mütemadiyen tarassut ile ta'ciz edilen bir adamın kanunları bilmemesi, elbette ehl-i insafın nazarında bir özür teşkil eder.
Ses Yok