Müdafalar | Müdafalar | 38
(1-190)

(Resmi, bir ciddi hasb-ı hâlimi ve ehemmiyetli şekvalarımı, Denizli Mahkemesinin reislerine ve müdde-i umumisine ve sorgu hakimlerine takdim ediyorum) Efendiler, Yirmi seneden beri hayat-ı içtimaiyeyi, -âhiret hesabına olmadan alâkası, düşüncesi beni incittiğinden- bilemiyorum. İfadedeki kusurlarıma bakmayınız, afvediniz. Ben, dokuz sene evvel, dünyaca bir büyük adamın evhamına uğradım. Yüz risalelerimi tedkikten sonra, yalnız bir risalemi, bir-iki mes'elesiyle bir sene ceza verdiler. Ben de, hem o cezayı, hem sekiz sene haps-i münferid hükmünde, bir odada karakol karşısında, yalnız vakit geçirdim. Tâ ki, ehl-i siyasetin evhamına dokunacak bir hâlim bulunmasın. Kastamonu hükûmeti ve adliyesi ve zabıtası beni tasdik eder. Ve o cezadan sonra çok def'a menzilimi taharrilerde, karışık bir hâlim görünmedi ve bulunmadı. Eğer bulunsa idi, ya Kastamonu hükûmeti bilmedi veya aldırmadı. Benden ziyade onlar mes'ul olur..
Mâdem hükûmet prensibi, cumhuriyetin serbestiyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmiyor. Elbette mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyasete karışmayan dindarlara da, o prensib hükmüyle ilişmez ve ilişmemeli. Kastamonu'da sekiz sene nezaret ve tarassud altındaki hayatım, zabıta ve adliyenin tasdikiyle sabittir ki: Şimdi bana ilişenler, hükûmet-i cumhuriyenin prensibi ile ve kanunu ile değil, belki evham ve garaz yüzünden, habbeyi kubbe yaptılar. Evet, vehim ve inat ile bir habbeyi, bir dağ gibi gösterdiklerinin çok emarelerinden iki-üçünü müsaadenizle beyan ediyorum: Birisi : Onbeş sene evvel bana hizmet eden ve Eskişehir Mahkemesinde beraetinden sonra, daha hayatından dahi haberim olmayan bazı zatları ve hiç görmediğim ve bir mektubta, çabuk Kur'an okumuş ve imânî risaleleri yazıyor diye hoşuma gitmiş; ben de Maşaallah, Bârekallah dediğim oniki-onüç yaşlarında tahmin ettiğim bazı çocukları ve Eskişehir Mahkemesinde bahsi geçen, fakat ehemmiyet verilmeyen bir kısım eski mektublarım yüzünden, bazı rençber ve esnafları ellerine kelepçe vurup, benim şimdiki mevhum suçumun şerikleri olarak taht-ı tevkife alınmalarıdır.
İkincisi : Kastamonu Adliyesi ve Zabıtası gayet dikkatli bir aramada, bütün kitablarımı ve mektublarımı ve gizli eşyamı aldıkları halde, beni değil tevkif, belki kitablarımı ve eşyamı taahhüdlerine binaen bana iade edeceklerini beklerken, birden Isparta müdde-i umumisinin tevkif iş'arı üzerine, adliyedeki emanetlerimi almadan sevk edildim. Isparta'da gayr-ı mevkuf olarak bir sual-cevab beklerken, en müthiş bir câni gibi tecrid-i mutlak içinde, gayet âdi bir bahane ile, yani : Bir jandarmanın akşam namazını yol üstünde, camiin dışında kazaya kalmamak için müsaade etmesi bahanesiyle, öyle bir sıkıntı o müdde-i umuminin emriyle verildi ki, ifadeye gittiğim vakit hem benim, hem masum biçare arkadaşlarıma yolda ve şimendifer içinde kelepçe vurmalarıdır. O risale ile isim müşabeheti bulunan ve sırf imânî olan "Yedinci Şua" eski harfler ile tab' edilmesi sebebiyle, o "Yedinciyi" bu Beşinci Şua tevehhüm edip, yirmi senelik Risale-i Nur eczalarını ve onbeş seneden beri yazılan ve ele geçen mektubları, ne mürûr-u zamanı ve ne de af kanunlarını ve ne de Eskişehir Mahkemesinin tebrie ve tahliye ve tasfiyesini nazara almayarak, öyle lüzumsuz ve manasız sualler ve verdikleri yanlış manalarla Isparta müdde-i umumisi muahezeye çalıştı. Ezcümle : Yirmi sene evvel, bir rivayete binaen demiştim: "Dehşetli süfyan İstanbul'da ölecek. Dikilitaş'ta şeytan bağıracak ve dünyaya işittirecek, yani radyo ile, öldü diye ilan edilecek." İşte bu cümledeki "diye" kelimesini müdde-i umumi okumadı ve itiraz etti. "Sen öldü diyorsun" dedi. Ben de dedim: "diye" kelimesi var; sonra sustu.
Ses Yok