Müdafalar | Müdafalar | 4
(1-190)
İşte ey efendiler, bu mes'ele gibi yüzer mesâil-i imaniyeyi keşf ve izah eden Risale-i Nur'a, evrak-ı muzırra gibi, -hâşâ yüzbin defa hâşâ!- siyaset cereyanlarına âlet edilmiş garazkâr kitablar nazariyle bakmak... Hangi insaf müsaade eder, hangi akıl kabul eder, hangi kanun iktiza eder? Acaba istikbalin nesl-i âtisi ve hakiki istikbal olan âhiretin ehli ve Hâkim-i Zülcelal'i, bu suali, müsebbiblerinden sormayacaklar mı? Hem, bu mübarek vatanda bu fıtraten dindar bu millete hükmedenler, elbette dindarlığa tarafdar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hakimiyet cihetiyle lâzımdır. Hem madem; lâik cumhuriyet cihetiyle ve prensibiyle bîtarafane kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahaneler ile ilişmemek gerektir. Sâlisen : Bundan oniki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı "Hutuvat-ı Sitte" nâmındaki eserim ile mücâhedâtımı takdir edip, beni oraya istediler. Gittim. Gidişâtları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi. -Bizimle beraber çalış dediler. Dedim :
-Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor, sizinle beraber çalışamaz; fakat size de ilişmez. Evet, ilişmedim ve ilişenlere değil iştirak, değil temayül, belki teessüf ettim. Çünki; An'anât-ı milliye-i İslâmiye lehinde istimal edilebilir acib bir deha-yı askeriyi, an'ane aleyhine bir derece çevirmeye maattessüf bir vesile oldu. Evet, ben, Ankara reislerinde, hususan reis-i cumhurda muannid ve büyük bir deha hissettim ve dedim: - Bu dehayı, kuşkulandırmakla an'anât aleyhine çevirmek câiz değildir. Onun için, ne kadar elimden gelmişse dünyalarından çekildim, karışmadım. Onüç seneden beri siyasetten çekildim; hattâ bu yirmi bayramdır, bir-ikisinden başka umumlarında, bu gurbette, kendi odamda yalnız ve mahpus gibi geçirdim; tâ ki siyasete bulaşmam tevehhüm edilmesin. Hükümetin işlerine ilişmediğime ve karışmak istemediğime delâlet eden; Birinci Delil : Onüç seneden beri siyaset lisanı olan gazeteleri bu müddet zarfında hiç okumadığım dokuz sene oturduğum Barla köyünde ve dokuz ay ikamet ettiğim Isparta'daki dostlarım biliyorlar. Yalnız; Isparta tevkifhanesinde, gayet insafsız bir gazeteci dinsizcesine, Risale-i Nur'un talebelerine hücumunun bir fıkrası, istemediğim halde kulağıma girdi. İkinci Delil : On seneden beri Isparta Vilâyetinde bulunuyorum. Dünyanın çok tahavvülâtı içinde siyasete karışmak teşebbüsüne dair hiçbir emâre, hiçbir tereşşühat bizde görülmediğidir. Üçüncü Delil : Hiçbir hatıra gelmeyen, âni olarak benim ikametgâhım bastırıldı, tam taharri edildi. On seneden beri teraküm eden en mahrem evrakımı ve kitablarımı aldılar. Hem vâli dairesi, hem polis daireis, onlarda siyaset-i hükûmete ilişecek hiçbir maddeyi bulamadıklarını itiraf etmeleridir. Acaba; değil on sene, belki on ay benim gibi sebebsiz nefyedilen ve merhametsizce zulüm gören ve işkenceli tazyik ve tarassut edilen bir adamın en mahrem evrakı meydana çıksa, zalimlerin yüzlerine savrulacak on madde çıkmaz mı? Eğer Denilse : "Yirmiden ziyade mektubların yakalandı?" Ben de derim: O mektublar, birkaç sene zarfında yazılmışlar. Acaba, on sene zarfında on dosta, on ve yirmi ve yüz mektub çok mu? Madem muhabere serbesttir ve dünyanıza ilişmezler, bin olsa da bir suç teşkil etmez. Dördüncü Delil : Müsadere edilen bütün kitablarımı görüyorsunuz ki, siyasete arkalarını çevirip, bütün kuvvetleri ile imana ve Kur'an'a, âhirete müteveccih olmalarıdır. Yalnız iki üç risalelerde Eski Said sükûtu terkederek bazı gaddar me'murların işkencelerine karşı hiddet etmiş; hükûmete değil, belki vazifesini su-i istimal eden o me'murlara itiraz etmiş, mazlumâne şekvasını yazmış. Fakat, yine o iki-üç risaleyi mahrem deyip neşrine izin vermedim. Has bir kısım dostlarıma mahsus kalmışlardır. Hükûmet ele bakar ve zâhire dikkat eder. Kalbine, gizli ve hususî işlere bakmağa hükûmetin hakkı yoktur; ki, herkes kalbinde ve hanesinde istediğini yapabilir ve padişahları zemmeder, beğenmez.
Ses Yok