Müdafalar | Müdafalar | 74
(1-190)
(İstanbullu Emin Efendi'nin Müdafaasıdır.) Makam-ı iddia tarafından dosyamda birtakım muhabere evrakı bulunduğundan bahisle "Mevhum cem'iyetin nâşiri ve mühim unsurlarından" diye ittiham ediliyorum. Bu ittihama delâil-i kanuniye olmadığı gibi suçsuz bulunduğumu ber-vech-i zir, arz ve izah eylerim.
1-Buradaki zevatı, hemşerilerimden maadasını tanımam. Gerek Bediüzzaman'a gerek başkasına bu mevzu dahilinde hiçbir mektubum yoktur. Dosyalar tedkik edilirse hakikat tezahür eder.
2-"Dosyadaki muhabere mektupları" dediği, bu işle alâkası olmayan şuradan-buradan gelmiş şahsıma ve eski mahkememe ait birtakım muhabere evrakını polisin evimi aramada evden aldığını anladım. Bunlar ise hâl-i hazır mahkemeyi alâkadar etmez. Bir kere tetkikini rica ediyorum. Yalnız, dosyamda Seyyid Şefik, Mustafa Hemdem, Şemseddin Yeşil ile bendeniz'e hitaben yazılmış Bediüzzaman'ın iki mektubu vardır. Bunlar da dua ve senâdan ibarettir. Ve bir de hemşerim Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin Çelebi ve Muallim İhsan Ertem tarafından yazılmış bir mektup vardır ki, bunlar da hemşerilik gayretiyle yazılmıştır.
3-"Nâşirlik" cihetine gelince: Yalnız Seyyid Şefik ve Şemseddin Yeşil ve Muhammed Öğüdçü ve Mustafa Hemdem gibi dört ilim adamına kitap vermekliğim iddiâ ediliyorsa, bu zevatın istemeleriyle ve müellif ve memur ve vaiz olmalarıyla verilmiştir. Koca İstanbul'da yalnız bu dört adama dini kitap vermek, bu iddiânın butlanına kifayet eder. Eğer makam-ı iddianın, iddiâları gibi nâşirlik vesaire gibi bir maksad-ı mahsus takip etseydim, İstanbul gibi bir milyonu mütecaviz bir şehr-i azimde belki bu eserlerden binler kişide çıkması lâzımdı. Gerek polis tarafından evvelce yapılan tahkikat ve gerekse yüksek mahkeme tarafından İstanbul'a gönderilen talimatnâme ile yapılan tahkikat bunu isbat eder. 4-Makam-ı iddiânın, bendenizi "Bu mevhum cem'iyetin mühim unsurlarından" diye tavsifine gelince: 941 senesinden beri İstanbul'da oturduğuma nazaran, vâz-ı kanunun cem'iyetçilik tavsifine göre, benim de İstanbul'da cem'iyet arkadaşlarımın bulunması icab ederdi.
Eğer Bediüzzaman'ın eserini okuyan ve yazan her şahıs cem'iyetçi olması icab ediyorsa ve bu suretle telâkki ediliyorsa, bu eserlerin yirmi seneden beri mevkî-i intişarda bulunduğuna nazaran benim de mühim unsurlardan olmaklığım için, o eserleri okuyan binler adamlarla münasebetdar ve yirmi seneden beri bu eserlerle meşgul olmaklığım icab ederdi. Halbuki: İlk defa bu eserleri 940 senesinde İnebolu'da gördüğüm ve yazdığım, dosyamda mevcut kitapların altındaki tarih ve imza ile sabittir. Muhterem Hâkim Bey! Ben de Harb-i Umumi ve Milli Mücadele'de yıllarla çalışmış ve istiklal-i milliye, kanımla iltihak şerefini kazanmışım. Bu eserleri okuyup yazmaklığım bir hüsn-ü niyetten ve dini bir gayeden başka birşey değildir. Ankara'da teşekkül eden mütehassıs muhterem ehl-i vukuf heyeti de bunun "hüsn-ü niyetten başka birşey olmadığını" tebarüz ettirmiştir.
Ve Teşkilat-ı Esasiye kanunuyla da din ve vicdan mukaddes tanınmaktadır. Muhterem Hey'et-i Hâkime! sırası gelmiş iken şurada şunu da arz edeyim ki: 1335 senesi bidayetinde henüz Milli Mücadele başlamadan düşman işgal orduları İstanbul'da iken herkes istikbalden ümidini kesip, yeis halinde ve bir kısım İstanbul ulemâsı da kürsülerde işgal ordularına dua ve senâ ettikleri bir zamanda, Bediüzzaman hiçbir zaman buna tenezzül etmemiş, bilakis "Hutuvat" nam eserleriyle düşman ordularına hücum etmiş ve tehlikelere ehemmiyet vermeyerek tab' edip neşretmiş. Ulemâyı, İngiliz desiselerden kurtarmış. Ankara kumandanları onları okuyup, Mustafa Kemal o eser sahibini taltif etmek için Ankara'ya celbetmiş. Bediüzzaman o eserinde "Yakında Anadolu'da İstiklal ordusu çıkacak, galebe edecek." diye müjdelemiştir. O zaman matbu', saha-yı intişara çıkardığı "Sünuhat" ve "Hutuvat-ı Sitte" namındaki risaleleri tedkik buyurulursa, kendilerin ne dereceye kadar yüksek bir vatanperver ve İslâmcı olduğu tezahür eder. Dokuz aydan beri bu yanlış telâkkiden dolayı ailemi perişan bırakarak hapishanede inlemekteyim. Mağduriyetimin ve efrad-ı ailemin perişaniyetini, devama mahal kalmamak üzere beraaten tahliyemi ve dosyam içinde mevcut şahsıma ait evrakımın tarafıma iadesine karar verilmesini yüksek vicdanınızdan beklerim. 3/6/944
1-Buradaki zevatı, hemşerilerimden maadasını tanımam. Gerek Bediüzzaman'a gerek başkasına bu mevzu dahilinde hiçbir mektubum yoktur. Dosyalar tedkik edilirse hakikat tezahür eder.
2-"Dosyadaki muhabere mektupları" dediği, bu işle alâkası olmayan şuradan-buradan gelmiş şahsıma ve eski mahkememe ait birtakım muhabere evrakını polisin evimi aramada evden aldığını anladım. Bunlar ise hâl-i hazır mahkemeyi alâkadar etmez. Bir kere tetkikini rica ediyorum. Yalnız, dosyamda Seyyid Şefik, Mustafa Hemdem, Şemseddin Yeşil ile bendeniz'e hitaben yazılmış Bediüzzaman'ın iki mektubu vardır. Bunlar da dua ve senâdan ibarettir. Ve bir de hemşerim Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin Çelebi ve Muallim İhsan Ertem tarafından yazılmış bir mektup vardır ki, bunlar da hemşerilik gayretiyle yazılmıştır.
3-"Nâşirlik" cihetine gelince: Yalnız Seyyid Şefik ve Şemseddin Yeşil ve Muhammed Öğüdçü ve Mustafa Hemdem gibi dört ilim adamına kitap vermekliğim iddiâ ediliyorsa, bu zevatın istemeleriyle ve müellif ve memur ve vaiz olmalarıyla verilmiştir. Koca İstanbul'da yalnız bu dört adama dini kitap vermek, bu iddiânın butlanına kifayet eder. Eğer makam-ı iddianın, iddiâları gibi nâşirlik vesaire gibi bir maksad-ı mahsus takip etseydim, İstanbul gibi bir milyonu mütecaviz bir şehr-i azimde belki bu eserlerden binler kişide çıkması lâzımdı. Gerek polis tarafından evvelce yapılan tahkikat ve gerekse yüksek mahkeme tarafından İstanbul'a gönderilen talimatnâme ile yapılan tahkikat bunu isbat eder. 4-Makam-ı iddiânın, bendenizi "Bu mevhum cem'iyetin mühim unsurlarından" diye tavsifine gelince: 941 senesinden beri İstanbul'da oturduğuma nazaran, vâz-ı kanunun cem'iyetçilik tavsifine göre, benim de İstanbul'da cem'iyet arkadaşlarımın bulunması icab ederdi.
Eğer Bediüzzaman'ın eserini okuyan ve yazan her şahıs cem'iyetçi olması icab ediyorsa ve bu suretle telâkki ediliyorsa, bu eserlerin yirmi seneden beri mevkî-i intişarda bulunduğuna nazaran benim de mühim unsurlardan olmaklığım için, o eserleri okuyan binler adamlarla münasebetdar ve yirmi seneden beri bu eserlerle meşgul olmaklığım icab ederdi. Halbuki: İlk defa bu eserleri 940 senesinde İnebolu'da gördüğüm ve yazdığım, dosyamda mevcut kitapların altındaki tarih ve imza ile sabittir. Muhterem Hâkim Bey! Ben de Harb-i Umumi ve Milli Mücadele'de yıllarla çalışmış ve istiklal-i milliye, kanımla iltihak şerefini kazanmışım. Bu eserleri okuyup yazmaklığım bir hüsn-ü niyetten ve dini bir gayeden başka birşey değildir. Ankara'da teşekkül eden mütehassıs muhterem ehl-i vukuf heyeti de bunun "hüsn-ü niyetten başka birşey olmadığını" tebarüz ettirmiştir.
Ve Teşkilat-ı Esasiye kanunuyla da din ve vicdan mukaddes tanınmaktadır. Muhterem Hey'et-i Hâkime! sırası gelmiş iken şurada şunu da arz edeyim ki: 1335 senesi bidayetinde henüz Milli Mücadele başlamadan düşman işgal orduları İstanbul'da iken herkes istikbalden ümidini kesip, yeis halinde ve bir kısım İstanbul ulemâsı da kürsülerde işgal ordularına dua ve senâ ettikleri bir zamanda, Bediüzzaman hiçbir zaman buna tenezzül etmemiş, bilakis "Hutuvat" nam eserleriyle düşman ordularına hücum etmiş ve tehlikelere ehemmiyet vermeyerek tab' edip neşretmiş. Ulemâyı, İngiliz desiselerden kurtarmış. Ankara kumandanları onları okuyup, Mustafa Kemal o eser sahibini taltif etmek için Ankara'ya celbetmiş. Bediüzzaman o eserinde "Yakında Anadolu'da İstiklal ordusu çıkacak, galebe edecek." diye müjdelemiştir. O zaman matbu', saha-yı intişara çıkardığı "Sünuhat" ve "Hutuvat-ı Sitte" namındaki risaleleri tedkik buyurulursa, kendilerin ne dereceye kadar yüksek bir vatanperver ve İslâmcı olduğu tezahür eder. Dokuz aydan beri bu yanlış telâkkiden dolayı ailemi perişan bırakarak hapishanede inlemekteyim. Mağduriyetimin ve efrad-ı ailemin perişaniyetini, devama mahal kalmamak üzere beraaten tahliyemi ve dosyam içinde mevcut şahsıma ait evrakımın tarafıma iadesine karar verilmesini yüksek vicdanınızdan beklerim. 3/6/944
Ses Yok