Müdafalar | Müdafalar | 76
(1-190)
(Taşköprülü Sadık Bey'in Müdafaasıdır.) Denizli Ağır Ceza Mahkemesi Riyasetine 1-Üstadım Bediüzzaman Said Nursî'yi mukaddes ve hak dinimizi nurlandıran ve ebede kadar nurlandıracak olan Kur'an-ı Azimüşşan'ı tefsir ve teşrih eden bir din âlimi olarak biliyorum ve tanıyorum. Kanunda musarrih din hürriyetinden ferden istifade ederek, dînî ve imânî ve ahlâkî ve içtimâî bilgilerimi kuvvetlendimek ve bilmediklerimi öğrenmek gayesiyle ilk ve hazırlık tahkikatlarında isimlerini söylediğim, Üstadımın Risale-i Nur adlı eserlerini okudum ve bir-ikisini de yazdım. Yazıp, okuduğumdan dolayı suçlandırılmak istenildiğim bu dinî kitaplarda cumhuriyet rejimi aleyhinde bir bahse tesadüf etmediğim gibi; "memleket âsâyişini ihlal yolunda teşekkülüne uğraşıldığı" makam-ı iddiâca serd ve iddiâ edilen "tarikatçılık" ve "cem'iyetçilik" hakkında veya "dinî mukaddesatı âlet ederek, devletin emniyetini ihlal edecek" tarzda hiçbir îmâya dahi muttali' olmadım. Ve böyle bir mevzua dair hocamı ziyaretimde bir söz ve bir fikir dahi duymadım ve hissetmedim. 2-İddiânâmede "mektup" diye vasıflandırılmak istenilen yazılı kâğıt, posta veya elden gönderilmiş mektup olmayıp, yazdığım risale için yazılmış ve o risaleye melfuf takrizdir ve şahsîdir. Bazı şahısların diğerlerine yazdığı şahsî mektupları ve safdilâne indî mütalaaları veya rüya tabirlerinin, Risale-i Nurla ve benimle ne dereceye kadar alâkalı olacağını ve bahusus "Kızıl İ'caz" namında mantıka dair eseri ile şark ve garpta ilm-i mantıkın me'hazi olan İbn-i Sinaları geride bırakan ve Risale-i Nur ile İslâm âleminde eserleri menba-ı ilim olan Fahri Râzî, Sekkâkî, Seyyid Şerif Cürcâni ve Taftazânî gibi ilm-i beyan ve akâid ulemâlarına tefevvuk eden bir âlimin eserlerini okumanın ne dereceye kadar bir suç teşkil edeceğini düşünemiyorum. Gençlik sarhoşluğunda sermaye-i hayatımı, dünya ve âhiretime faydasız derecede israf ile geçirmiş ve bazı uygunsuz ahval, bende maraz bir ibtila halini almıştı. Ancak bu dînî ve imânî ve ahlâkî ve içtimâî eserleri okumuş olmaklığımdır ki, tehzib-i ahlak yoluna dönebilmişimdir. 3-Köyüm, kaza merkezine beş kilometredir. Köy işleriyle meşgul olmadığım zamanlarımı kasabada geçiririm. İsnad edilen mevhum "cem'iyetcilik" ve "tarikatçılık" ve "tahrikçiliğin" mevcut olmadığının isbatına başlıca delil: Kastamonu vâlisinin bizzat Taşköprü'ye gelerek hakkımda icra ettiği tahkikatta, bu cem'iyetin mevcudiyetine veya herhangi bir propagandacılığına delalat edecek en küçük bir emare bulunmaması ve benim de Risale-i Nur'u okumaklığımdan başka isnad edilen mevhum suça taallük edecek bir hareketim kaydedilmemesidir. 4-Mevzu-u dava olan hakikatın; makam-ı iddiânın iddiânâmesinin senedini teşkil eden o hakikatın vukufsuz, behresiz münekkidleri tarafından noksan zabıtnâmelere ve cesaret-i ilmiye ve medeniye sahibi olmadıklarından tarafgirâne mütalaalarına binâen tanzim ettikleri gayr-ı ilmî ehl-i vukufun raporlarına değil, ancak ve ancak o hakikat üzerinde salahiyet-i ilmiyesi müsellem ve muhakkak ulemâdan müteşekkil ehl-i vukufun vereceği bitarafane raporla tecelli edeceğinin takdiri şüphesizdir. Ve bu hakikat da merkez-i hükümette salahiyetdar makamatın tensib ve tayini ile teşekkül eden ve beynelmilel tanınmış yüksek ilim adamlarından ve profesörlerinden müteşekkil ehl-i vukufun tedkikatıyla Risale-i Nur'un hazine-i Kur'an'dan aldığı kudsî ve ulvi felsefesinin ve beyanatının cerh edilmez bir hakikat olduğu tebarüz etmiştir. Hulâsa : Artık makam-ı iddianın saded harici iddiâları mesnedsizdir, çürüktür. Yüksek ehl-i vukufun raporlarında bazı anlamamazlıklar ve sehivler varsa da, o da ilmîdir. Üstad bu sehivleri izah etmiştir. Ne iddiâ edilen cem'iyet mevcuttur ve ne de böyle bir cem'iyetin teşekkülüne uğraşan bir zümreye intisab ederek kavlen ve fiilen hizmetim sabit olmuştur. Ben şeceresi malum bir Türküm. Ecdadımın ve benim vatanıma hizmetimiz tarihen sabittir. Bu suçlardan beriyim, masumum.
Sadık Demirelli
(Ahmed Feyzi'nin Müdafaasıdır.) Denizli Ağır Ceza Mahkemesi Yüksek Riyasetine 1-İddiâ makamı, bizi zorla cem'iyetçi yapıp bir kısım temiz ve fazilet âşığı vatandaşları her ne bahane olursa olsun tecziye ettirebilmek kasdıyla bir türlü cem'iyetçilik teranesini el'an bırakmıyor. Halbuki, ne safahat-ı mahkeme ve ne de vesâikin tedkiki, iddiâ makamının bu iddiasını haklı çıkaracak sarih ve müsbet hiçbir delil tesbit etmiş değildir. İddiâ makamının, vatandaşları mutlaka cezalandırabilmek arzusunun bir ifadesi olan bu son talebi, hiç olmazsa evrak-ı dâvânın layıkıyla tedkikinden mütehassıl ve bîtaraflıkla hazırlanmış bir kanaat olsa idi, bir derece isabetli olurdu. Halbuki, maalesef bu taleb: Evrak okunmadan, vatandaşların mukadderatı üzerinde durulmadan ve çok adlî hataları ve iltizamkarlıkları da muhtevi olarak serd edilmiştir. Meselâ : İlk iddiânâmede şahsım için serde edilen birçok indî ittihamlar meyanında "195 parça kitabın yed'imde bulunması keyfiyetiyle" vardı ki, buna sorguya verdiğim ve bilahare iki def'a mahkeme-i âliyenize sunduğum itiraznâmede cevab verilmiş. Bunlar, kütübhanenin mevcudu olan mütenevvi dînî, ilmî, felsefî, fennî âsâr olduğu izah edilmiş. Ve hatta, bu âsârın bir listesi evrak arasında yoksa, bunların esâmisinin hakikatın tavazzuhu namına Aydın'dan sorulması taleb edilmişti. Fakat, hem de daktilo ile üç nüshası dâvâ evrakı arasında mevcud olan bu dilekçem okunmadığı için son talebde de yine aynı ittihamla karşılaşmış bulunuyorum. Vatandaşın mukadderatı üzerinde bu kadar lâubâliyâne kayıtsızlık, cidden şâyân-ı esef bir manzaradır. 2-Makam-ı iddiânın bizim vaziyetimizi anlamadığı ve anlamak istemediği mes'elelerden birisine, lâikliğin telakkîsi tarzında rastlanır. Memleketimizde en çok su-i tefsire ve su-i istimale uğrayan bu tabir, devlet rejiminin hakiki mahiyetini kavramayan bir takım sathî beyinler nazarında sadece dindarlık düşmanlığı ma'nâsına alınıyor. Fransızca'da "cismânî" demek olan bu tabir ruhânî, teokratik kelimesinin zıddıdır. Din ve mezheb, akide mes'elelerini, daha çok bîtaraf olması istenilen idare işlerine karıştırmamak demektir. Evet, yalnız idarecilikte dînî icabların dışında kalmak demek olan bu tabir, hiçbir zaman dini imha etmek, dinî hayatı baltalamak, dindarlığı ta'yib ve takbih ve tezyif ve tazyik etmek mânâsına gelmez. Bilakis, amelî mahiyette vicdan hürriyetlerine azâmî derecede yer vermek ve bu meyanda dînî serbestiyi de en yüksek derecede tanımak demektir.
Ses Yok