Müdafalar | Müdafalar | 79
(1-190)


DENİZLİ HAPSİNDEN SONRA EMİRDAĞI'NDA MECBURİ İKAMET ETTİRİLİP, HAPİSTEN ÇOK ZİYADE SIKINTI, EZİYET VE TA'ZİB EDİLEN BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN HASBİHAL VE RESMÎ MAKAMLARA

KENDİ KENDİME BİR HASB-I HÂLDİR. Hâkim, kendisi müddeî olsa, elbette "Kimden kime şekvâ edeyim, ben dahi şaştım." benim gibi bîçarelere dedirtir. Evet, şimdiki vaziyetim hapisten çok ziyade sıkıntılıdır. Bir günü, bir ay haps-i münferid kadar beni sıkıyor. Bu gurbet ve ihtiyarlık ve hastalık ve yoksuzluk ve zâfiyetimle kışın şiddeti içinde herşeyden men'edildim. Bir çocukla, bir hastalıklı adamdan başka kimse ile görüşemem. Zaten ben, tam bir haps-i münferidde yirmi senedenberi azab çekiyorum. Bu halden fazla bana tecrid ve tarassutlarla sıkıntı vermek ise, Gayretullaha dokunup, bir belâya vesile olmasından korkulur. Mahkemede dediğim gibi, nasıl ki dört def'a dehşetli zelzeleler, bize zulmen taarruzun aynı zamanında gelmesi gibi pek çok vukuat var.. Hattâ tahmin ederim ki; benim hukukumu muhafaza ve beni himaye etmek için çok güvendiğim Afyon Adliyesi ve Denizli Mahkemesindeki Risale-i Nur hakkında müracaatıma bilâkis ehemmiyet vermedi, beni me'yus etti, adliyenin yanmasına bir vesile oldu ihtimali var. Ben derim ki: Benim hakkımda vicdanlı ve insaniyetli olan bu kazanın hükûmetinin, zabıta ve adliyesiyle beraber beni tam himaye etmek, en ehemmiyetli bir vazifesidir. Çünki, yirmi senelik bütün eserlerimi ve mektublarımı üç adliye ve merkez-i hükûmet dokuz ay tedkikten sonra beraetimize ve tahliyemize karar verdiler. Fakat, ecnebi menfaati hesabına ve bu millet ve bu vatanın pek büyük zararına çalışan bir gizli komite, bizim beraetimizi bozmak için, her tarafta habbeyi kubbe yaparak bir kısım me'murları aleyhime evhamlandırıyorlar. Bir maksadları; benim sabrım tükensin, artık yeter dedirtsinler. Zaten onların şimdi benden kızdıklarının bir sebebi, sükûtumdur; dünyaya karışmamaktır. Âdeta ne için dünyaya karışmıyorsun, tâ karışsın, maksadımız yerine gelsin diyorlar... Aleyhime hükûmetin bir kısım me'murlarını evhamlandırmakta istimal ettikleri bir iki desiselerini beyan ediyorum. Derler: "Said'in nüfuzu var. Eserleri hem te'sirli, hem kesretlidir. Ona temas eden, ona dost olur. Öyle ise, onu her şeyden tecrid etmek ve ihanet etmekle ve ehemmiyet vermemekle ve herkesi ondan kaçırmakla ve dostlarını ürkütmekle nüfuzunu kırmak lâzımdır." diye hükûmeti şaşırtırlar, beni de dehşetli sıkıntılara sokarlar. Ben de derim: Ey bu millet ve vatanı seven kardeşler! Evet, o münafıkların dedikleri gibi, nüfuz var, Fakat benim değil, belki Risale-i Nur'undur. Ve o kırılmaz; ona ilişildikçe kuvvetleşir. Ve millet ve vatan aleyhinde hiçbir vakit istimal edilmemiş ve edilmez ve edilemez. İki adliye, on sene fâsıla ile yirmi senelik evraklarımı şiddetli ve hiddetli tedkikat neticesinde, cezamıza bir hakiki sebep bulmaması, bu dâvaya cerhedilmez bir şâhiddir. Evet, eserler te'sirlidir. Fakat, millet ve vatanın tam menfaatine ve hiçbir zarar dokundurmadan yüzbin adama kuvvetli îman-ı tahkikî dersi vermekle, saadet ve hayat-ı ebediyelelerine tam hizmette te'sirlidir. Denizli Hapsinde kısmen ağır ceza ile mahkûm yüzler adamın, yalnız "Meyve Risalesi"yle , gayet uslu ve mütedeyyin surete girmeleri; hattâ iki-üç adamı öldürenler, onun dersiyle daha tahtabitini de öldürmekten çekinmeleri ve o hapishane müdürünün ikrariyle, hapishanenin bir terbiye medresesi hükmünü alması, bu müddeaya reddedilmez bir senettir, bir hüccettir. Evet, beni herşeyden tecrid etmek, işkenceli bir azâb ve katmerli bir zulümdür ve bu millete gadirli bir hıyanettir. Çünkü otuz-kırk sene, hayatımı bu millet içinde geçirdiğim halde, temasımdan hiç zarar görülmediğine ve bu dindar millet çok muhtaç olduğu kuvve-i mâneviyeyi ve teselliyi ve kuvve-i îmaniye menfaatini gördüğüne kat'i bir delili budur: Aleyhimde olan şiddetli propagandalara bakmayarak her tarafta Risale-i Nur'a fevkalâde teveccüh ve rağbet göstermeleridir, -hattâ itiraf ederim- haddimden yüz derece ziyade ve lâyık olmadığım büyük bir iltifat etmeleridir.
Ben işittim ki; benim iaşeme ve istirahatime buradaki hükûmet müracaat etmiş, kabul cevabı gelmiş. Ben bunların insaniyetine teşekkürle beraber, derim: En ziyade muhtaç olduğum ve hayatımda en esaslı düstur olan, hürriyetimdir. Asılsız evham yüzünden, emsalsiz bir tarzda hürriyetimin kayıdlar ve istibdatlar altına alınması, beni hayattan cidden usandırıyor. Değil hapis ve zindanı, belki kabri bu hale tercih ederim. Fakat, hizmet-i îmaniyede ziyade meşakkat ise ziyade sevaba sebep olması bana sabır ve tahammül veriyor. Madem bu insaniyetli zatlar benim hakkımda zulmü istemiyorlar, en evvel benim meşru dairedeki hürriyetime dokundurmasınlar. Ben ekmesiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam. Evet, ondokuz sene bu gurbette yalnız ikiyüz banknot ile, şiddetli bir iktisat ve kuvvetli bir riyazet içinde kendini idare ederek, hürriyetini ve izzet-i ilmîyeyi muhafaza için kimseye izhâr-ı hâcet etmeyen ve minnet altına girmeyen ve sadaka ve zekat ve maaş ve hediyeleri kabul etmeyen bir adam, elbette iaşeden ziyade adalet içinde hürriyetine muhtaçtır.
Evet, emsalsiz bir tazyik altındayım. Bir - iki cüz'î numunesini beyan ediyorum. Birisi : Mahkemece, Risale-i Nur'un ilmî bir müdafaanamesi ve Ankara'nın yedi makamına ve Reis-i Cumhura müdafaatımla beraber gönderilen ve neticede Ankara ehl-i vukufunun takdiriyle beraetimize bir sebep olan ve hapis arkadaşlarımın bana bir yâdigâr ve bir hâtıra olmak üzere güzel yazılariyle birkaç nüshası yazılan ve elimde bulunan ve Denizli Zabıtası ilişmediği ve Afyon Polishanesinde bir gece kalan ve buranın zâbıtasında açık olarak bir gece kalan "Meyve Risalesi" ile "Müdafaanâme"mi hergün endişeler içerisinde bunları da elimden almasınlar diye saklıyordum. Belki beni taharri edecekler telâşı ile, bu gurbette tanımadığm adamlara, bunları sakla diyemediğimden çok üzülüyordum.
İkincisi : Denizli Mahkemesi hiç ilişmediği ve Eskişehir Mahkemesi yalnız bir tek kelimesine ilişip, bir tek harfle cevabını aldığı İhtiyarlar Risalesini, İstanbullu bir adam, burada bir adamdan alıp İstanbul'a götürmüş. Her nasılsa aleyhimdeki bir dinsizin eline geçmiş. Bir habbeyi on kubbe yaparak vilâyet zabıtasını şaşırtıp: "Kiminle görüşüyor, yanına kim gidiyor?" diye beni sıkmağa başladılar. Her ne ise.. bunlar gibi çok acı numuneler var... Fakat en mânâsızı budur ki; beni konuşturmamak için, hizmetimde bir çocukla bir hastalıklı adamdan başka herkesi ürkütüp, benden kaçırtmalarıdır. Ben de derim: On adamı benden çekmeleri yerinde onbinler Müslüman belki yüz binler Müslüman Risale-i Nur'un dersine hiçbir mâni'e ehemmiyet vermeyerek devam ediyorlar. Hem bu memlekette, hem hariç âlem-i İslâmda çok kuvvetli hakikatları ve çok kıymetli faideleri için tam bir revaç ile intişar eden Risale-i Nur'un binler nüshalarından herbiri, benim yerimde benden daha mükemmel konuşuyor. Benim susmamla, onlar susmazlar ve susturulmazlar.
Ses Yok