Müdafalar | Müdafalar | 77
(1-190)
Din vazifelerinin ifâsı, din hakikatlarının öğrenilmesi ve bu hakikatlara uygun kanaat ve imân taşınması ve bu kanaatların dindarlar arasında izharı gibi dînî hayatın tecelliyatı olan safhalar ise: Bu hürriyetin tezahür tarzlarıdır. Maalesef akidesizliği ve mâneviyatta mahrumiyet yegâne meziyet ve mazhar-ı mübahat bir irfan ve ilerilik nişanesi addeden ve sırf bir eser-i taklid olarak garbın eskimiş, çürümüş, iflasa uğramış ve ilmî sahada insanlık ve fazilet fikirlerini ifna suretiyle ruh-u insaniyeti yıkmış olan bayat bazı inkârî mesâlik-i felsefesini, hakikatin yegane tarz-ı ifadesi zanneden bir kısım sathi beyinler, dinî hayatın vatandaşta tecellisi, fıtrî ve zarurî olan bu muhtelif tezahürhlerini laiklik prensibine bir tecavüz ve taarruz telakki etmektedirler. Vatandaşın -mesela- malumat-ı diniyesini öğrenmek için cehdi ve bu uğurda hüsn-ü zan ettiği herhangi bir ilim menbaına müracat etmesi ile, dini esasları vesile ittihaz ederek siyaset propagandacılığı yapması ve iddia makamının her vesile ile belirttiğine göre "dini, hüküm halinde idareye sokmak için icra-yı faaliyet etmesi" başka başka şeylerdir. Birisi dînî hayatın ve memleketimizde temel hak olan vicdan hürriyetinin bin zarureti.. ve diğeri de, bir siyaset dalavereciliğidir. İşte iddiâ makamının bir türlü anlamak istemediği budur. Makam-ı iddiâ, dini hakikatları öğrenmek için her nasılsa bir ilim menbaı etrafında toplanmış görünen saf vatandaşları, bazı şahsî ve samimi kanaat-ı diniye taşımalarından dolayı bir siyasi cem'iyet manasında görmek istiyor. Bu hayatı yaşayan biçareleri, "devletin laikliği ile muaraza ediyorlar, devletin bu prensibini yıkmak istiyorlar." şeklinde gösteriyor. Ve vatandaşın, yakın bir mâzide hakâik-i İslâmiyeyi Avrupa âlem-i Hıristiyanetine karşı müdafaa için seçilmiş yegane bir irfan menbanın ilminden hissemend olmasını bir türlü hazmedemiyor. İşte bu haksız ve sakat görüşünün kurbanıyız. Ve bu görüşte ısrar eden bir sürü bîgünah vatandaşları haksız yere bu damga ile damgalayarak ceza görmelerini can-ı gönülden isteyen muhterem müdde-i umûmi, bu emelinin tahakkuku için en yüksek ilmî nüfûz ve üniversiteyi hâiz bir ilim ve ihtisas hey'etinin raporuna, devlet merkezinde en yüksek adlî makamının manevi mürakabesi altında red edilmez edilleye müsteniden yapılan esaslı inceleme neticesine de saygı göstermiyor. Bilakis şahsiyetleri meşhul ehemmiyetsizlikleri ve garazkârlıkları malûm eski ehl-i vukufun gayr-ı ilmî ve sırf hissî temayülatını tercih ediyor. Ve bu ilmî ve resmî ve en yüksek ehliyete malik hey'etin kanaatlarını yüksek mahkemenin takdir hakkına bir nevi müdahele telâkki ediyor. Kendi hissiyatının mürevvici olan diğerlerinin, bizim gizli bir teşekkül vücuda getirdiğimiz şeklindeki karar ve kanâatlarını, her nedense mahkemenin takdir hakkına müdahele saymıyor. Adalet terazisinin bir tarafındaki hukuk, devlete addedilince artık diğer tarafta kalan fert için hiçbir hak tanımamak, bütün müzaheretleri devlet hesabına ve devlet lehine kullanmak ve bu durum sebebiyle hakkının müdafası güçleşmiş ferdi ve ona bağlı ailesinin mukadderatını kurban etmek, adaletten anlaşılan mânâ ve hikmet-i idare îcâbâtından mı oluyor?
Ahmed Feyzi Kul

(Atabeyli Tâhirî'nin Müdafaasıdır) Efendim, Ben, Isparta'nın Atabey nahiyesinden olduğum halde Bediüzzaman Hazretlerini, Kastamonu vilayetine gittikten sonra müteveffa kardeşim Hafız Ali delâletiyle beş sene evvel tanıdım. Ve nurlu eserlerinden bir kısmını okudum ve yazdım. O zamana kadar gafletle geçen gençliğimin sarhoşluğundan beni kurtarmağa pek büyük bir âmil olan Risale-i Nur'un müellifine karşı duyduğum bir iştiyakla kendisini ziyarete Kastamonu'ya kadar gittim. Kendilerini bizzat ziyaret ettim. Gerek Üstadım Bediüzzaman Hazretlerini ziyaretimde ve gerek eserleri olan Risale-i Nur'da ve gerekse Risale-i Nur'a talebe olanlardan, şimdi bize isnad edilen "halkı, hükûmet aleyhine teşvik etmek" veya "siyasi bir cem'iyet teşkil etmek" veyahut "tarikatçılık etmek" gibi suçlardan hiçbirisini ne işittim ve ne de görmüş değilim. Ben; sâfi, temiz ruhlu arkadaşların âhiretlerine, imânlarına hizmet etmek maksadıyla "Hizbü'l-Kur'an" ile "Hizbü'n-Nuriye"yi parası ile şahsıma aid olmak üzere sevgili Üstadımın müsaadeleriyle tab' ettirdim. Daha sonra sevgili Üstadımın müsaadelerine bakmıyarak beşyüz adedini, bin lira mukabilinde "Ayetü'l-Kübra" risalesini mü'min kardaşlarımın istifadelerini daha kolayca te'min etmeleri için eski harfle tab'ında mahsur görmediğimden ve esasen o eser, sırf imânî ve uhrevî bulunduğundan tab' ettirmiştim. Her nasılsa tab' edilen nüshalarının tamamı sandığıyla beraber, biz hapse konulduktan sonra müdde-i umumilikçe Isparta İstasyonundan alınmış. Ve akrabamdan Kuleönü köyünden Hafız Mustafa'nın evine bıraktığım "Hizbü'n-Nuriye" klişeleri bulunmakla; ittiham evraklarımda yegâne suç âmilleri olarak aleyhimde gösterilmiştir. Evet ben, yukarıda arz ettiğim gibi hayırhahlıktan başka, cemaatlarında ve risalelerinde ve Üstadlarında birşey görmedim. Bu zümre-i Nuriye'nin içine kendimi en sonra girmiş bir şakird biliyorum. Arkadaşlarıma iyilik etmekten başka bir gâye takib etmediğim şüphesiz şimdiye kadar anlaşılmış olduğu kanaatiyle şu ifademin, diğer kardaşlarım gibi hüsn-ü niyetle söylenmiş bir ifade olarak kabulünü yüksek mahkemenizden diler, beraetimi taleb ederim. Atabeyli Tâhirî

(Atabeyli Abdullah Efendi'nin İfadesidir.) Efendim, Matbuat lisanıyla çok zaman evvel tanıdığım en yüksek ilme ve dine âşina Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin, muhitimiz olan Isparta civarında sekiz-dokuz senelik geçirmiş olduğu müddet zarfındaki te'lifat-ı diniye ve imâniyeleri, güya bir medar-ı mes'uliyet zannıyla o zaman tevkif edilerek Eskişehir Mahkemesine sevk edilen Risale-i Nur Şakirdleri netice-i tahkikat ve tedikatta hem umumiyetle serbest bırakılmış ve hukuk-u hayat ve masumiyetleri temeyyüz ettirilmiş olmakla; işbu âsâr-ı Nuriye ve mesâil-i imâniye ve itikadiye, en kuvvetli ve bâriz delilleriyle memleketimizce rağbet-i umumiyeye mazhar olarak revaçda idi. Binâenaleyh Isparta Adliyesi tekrar iki-üç mahkeme aynı âsârı külliyetle tedkik ve tahkike koyulup, bir maksad-ı şahsiye ve siyasî bir emel bulunmamakla bütün eserler iade ve sahiblerinin serbestiyetleri te'min ettirilmişti. İşbu Kur'an tefsirlerini okumaklığım ve müellifine beş-altı senelik yakînen alâkadarlığım güya medar-ı mes'uliyet gibi evimin aranmasında bulunan ve geçmiş zamana aid olup, altmış sene evvel vefat etmiş muhitimiz din âlimlerinden Osman Hâlidi'nin bazı vekâyi-i itikadiyye-i mugayyebesini ve vesâyâsını, Üstadım Said Nursî Hazretlerine arz ve istizahta bulunduğumu gösteren bir mektub müsveddesi yüzünden "emniyet-i umumiyeyi ve asâyişi ihlâl ve tarikatçılık gütmek" emeline tam zıt olduğu halde, müma-ileyhe sırf intisabım yüzünden Isparta Sorgusuna verdiğim açıkça hakikat-bin ifadâtımla müdde-i umumiliğe sevk edildim. Tehdid-âmiz hitabelerine cevaben: Asr-ı hazırımızda terakkiyat-ı fünûniyenin ve tahavvülat-ı beşeriyenin dehşetli feyzanları karşısında ve hususiyle Balkan Umumi Seferlik ve Milli Mücadele Harblerinden mütevellid ve müterakim yaralarımı ve kısmen mühmel kalmış olan mesâil-i imâniye ve diniye noksanlarımı ancak ve ancak bu mübarek eserlerle tedavi ve ikmal edebildiğimi ve keza ruh ve kalbimin muhtaç olduğu gıda-yı mânevisini bu kıymettar eserlerle te'min edebildiğimi ve milliyet ayrılığı ile beraber Türk lisanıyla meydana getirilen bu fevkalâde olan işbu te'lifatına, milliyetim namına medyûn-u şükran olduğumu o makama belirttim. Şayed, bu hâlim bir cürm ise, tevkifime rıza gösterdim. Tam sekiz aydan beri tevkifim devam etmekte olup, hak ve hakikatı gören gözler ve konuşan diller, elbette ve elbette bugün değilse yarın konuşup hem de göreceği pek zahir ve çok yakın bir adâlet-i ilâhiyeyi kemal-i itmi'nan ile arz ederim.
Atabeyli Abdullah
Ses Yok