Müdafalar | Müdafalar | 80
(1-190)
Hem, mâdem mahkemece isbat edilmiş ki; yirmi seneden beri siyasetle alâkamı kesmişim ve hiçbir senet ve emâre aksine zuhur etmedi. Elbette benimle görüşenden tevehhüm etmek mânasızdır. (Hâşiye) Said Nursî
__________
Haşiye : Garib ve acib bir hâdise : Bu ayda bir gün avluya indim, baktım. Gelen kar üstünde, Risale-i Nur'un eczalarında tevafukatına işaret eden boyalar ve kırmızı, sarı mürekkebler misillû, o karın üstünde serpilmiş katreler ve noktalar var. Çok hayret ettim. Sair yerlere baktım, avlumdan başka yerlerde yoktu. Endişe ettim, kalben dedim: Risale-i Nur umum memleketle, belki Kur'an hesabına küre-i arzla o derece alâkadardır ki, onun başına gelen belâdan ve musibetten bulutlar dahi kan ağlıyorlar. Bir-iki adamı çağırdım, onlar da hayret ettiler. Benim endişe ve telâşımı gören hâne sahibinin biraderzâdesi Mehmed Efendi zannetmiş ki, ben karın çokluğundan yolu kapamasından telâş ediyorum. Ben yukarı çıktıktan sonra, yolu açmak için o karı iki tarafa atıp o dehşetli mânidar kırmızı ve sarı hâdise-i cevviyeyi kapatmıştı. Ona dedim: Kapatmasaydın daha iyi idi. Aynı günde, Risale-i Nur aleyhinde üç hadise zuhur etti: Birincisi : Afyon Adliyesi buradaki zabıta çavuşuyla kitablarımın iadesine dair müracatıma mukabil, "Daha temyizden tasdik gelmediğinden karışmayız." diye cevap geldiğinden o cihetten benim ümidimi kırdı. İkincisi : Aynı günde, benim ahvâlimi tecessüs etmek için hususi bir polisi, Afyon'un gönderdiğini öğrendik. Üçüncüsü: Aynı günde, İstanbul'da bir münafık, "İhtiyarlar Risalesi" ni bahane ederek aleyhimizde propaganda etmiş, adliyeye aksettirmiş. Bu gibi hâdiselerden müştaklar çekinmeye başladılar. Ben dededim.siperine girdim. (Kendi Kendime Hasb-ı Hal Nâmındaki Parçaya Lâhika olarak)

ADLİYE VEKİLİYLE VE RİSALE-İ NUR'LA ALÂKADAR MAHKEMELERİN HÂKİMLERİYLE BİR HASB-I HALDİR.
Efendiler! Siz, ne için sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur'la uğraşıyorsunuz. Kat'iyyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze etmek, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünki: Risale-i Nur ve şâkirdleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ediyoruz ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmağa çalışıyoruz. Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak o saadet ve selâmet hizmeti bir mübareze de olsa kabirde toprak olmağa yüz tutanları alâkadar etmemek gerektir. Evet hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra; dince, ahlâkça, namusça, şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetden; şimdiki vaziyet, elli sene sonra bu dindar, namuskâr kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i dîniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruhuyla ve câniyle Kur'an'ın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mâzisini dehşetli lekedar edecek belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtinin eline Risale-i Nur gibi bir hakikatı verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden; bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz. Evet efendiler! Gerçi Risale-i Nur sırf âhirete bakar; gayesi rıza-yı İlâhîdir ve îmanı kurtarmaktır ve şâkirdleri ise, kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve ebedî haps-i münferidden kurtarmaya çalışmaktır, fakat, dünyaya ait ikinci derecede gayet ehemmiyetli bir hizmeti de; bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i âtînin bîçâreler kısmını dalâlet-i mutlakadan kurtarmaktır. Çünki, bir Müslüman başkasına benzemez.
Dinini terkeden ve İslâmiyet seciyesinden çıkan bir Müslüman; dalâlet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez. Evet, eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve anânât-ı milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiği halde; elli sene sonra yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbî olup millet ve vatanı anarşiliğe sevketmek kuvvetli ihtimalinin düşünülmesi ve o belâya karşı bir çare taharrîsi, yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan men'ettiği gibi; Risale-i Nurun, hem şâkirdlerinin de, bu zamana karşı alâkalarını kesmişdir; hiç onlarla mübareze de yok.. meşguliyet de yok. Madem hakikat budur, adliyeler, değil beni ve onları itham etmek; belki Risale-i Nur'u ve şâkirdlerini himaye etmek en birinci vazifeleridir. Çünki, onlar bu millet ve vatanın en büyük bir hukukunu muhafaza ettiklerinden, onların karşısında, bu millet ve vatanın hakiki düşmanları Risale-i Nur'a hücum edip, adliyeyi şaşırtıp, dehşetli bir haksızlığa ve adaletsizliğe sevkediyorlar. Küçücük iki nümunesini beyan ediyorum.
Ezcümle : Hapisteki arkadaşlarımdan, selâm-kelâmdan ibaret ve Arabî bir risalemin fiatı olan on banknot, buradaki bir adama gönderilmiş; tâ Isparta'da tâb' masrafını veren o nüshalar sahibine verilsin diye. O mektubu yüzünden; hem adliye, hem hükûmet bana sıkıntılar verdiler; hem o vâsıta olan adamı taharri ettiler. Bu sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmayan âdi bir mektubu, hem altı ay zarfında bu bir tek âdi muhabereyi bu kadar büyük bir mes'ele suretine getirmek, elbette adliyenin şerefine, haysiyetine yakışmaz. İkinci nümûne : Benim gibi garib, ihtiyar ve zaif ve beraet etmiş bir misafire, herkesi, hattâ hizmetçilerini resmen propaganda ile ondan ürkütmek, kendini perişan bir vaziyete sokmak bu vilâyetteki hükûmetin hamiyet-i milliyesine yakışmadığından, sinek kanadı kadar mevhum bir zarara dağ gibi ehemmiyet verip aleyhimde resmen propaganda yapmak, "kim ile görüşüyor ve yanına kim gidiyor?" diye herkese telâş vermek.. hükûmetin hikmeti ve hâkimiyeti, bu acib hâlete elbette tenezzül etmemek gerektir. Her ne ise.. bu iki madde gibi, muttali olanlara hayret veren çok maddeler var...
Ses Yok