Müdafalar | Müdafalar | 83
(1-190)
(Bu kış fırtınası gibi başıma bir manevi fırtına getiren Afyon Zâbıtasına gıyâbî ve mecburî ifademdir.) Efendiler! Müteaddit casuslar ve tarassudlarla, mahkemelerin bulmadıkları gibi siz dahi mucib-i mes'uliyet bir şeyi bulmadığınızın bir delili şudur ki: Yirmi seneden beri üç vilayette ve iki mahkemede ve nezaretler altında değişmeyen ve ilişilmeyen yalnız kıyafetimi buldunuz. "Nedir bu kıyafet?" derseniz. Elcevab: Denizli'de beraetimizden sonra kıyafetime dair büyük me'murlara iki mahkemede dediğim gibi derim: Evvelâ : Ben münzevî yaşıyorum. Hayat-ı içtimaiyeden çekilmişim. Münzevî çilehanelerine bu kıyafetle girilir. Sâniyen : Bir şeyi reddetmek başkadır ve o kanunla amel etmemek bütün bütün başkadır. Ben, ehemmiyetli maruzatlarım için amel etmiyorum.
Hem başa koymak için bir kanun, bir mecburiyet, bir maslahat yok ki; me'murlar dairelerde giymiyorlar ve camilerde herkes serbesttir; kadınlar, çocuklar giymiyorlar. Hem ben, her iki mahkemede bu kıyafetimle gittiğim halde ve nâdiren bir şapka elimde tutuyordum.
Eskişehir Mahkemesi Şapka Kanunu cihetinde, Isparta müdde-i umumisi aleyhimde bir madde-i mes'uliyet yapmak istediği halde bu şapka mes'elesinde ittfakla beraetime karar vermesi ve Denizli Mahkemesi ise, hiç nazara almaması bir hüccettir ki: Benim kıyafetime ilişmek kanunsuzdur, keyfîdir, zulümdür. Sâlisen : Ben, pazar ve kalabalık yerlere ve mecbur olmadan resmi dairelere gitmem. Yalnız, komşum ve yakınımdaki camiin hâlî mahfeline akşama yakın gidip, tek başımla namazımı eda edip, yalnız oturuyorum Hatta kimseyi yanıma alamadığım için cemaat hayrından mahrum kalıyorum. Hava iyi olduğu zaman bazen kırlara ve hâlî yerlere nefes almak için tek başımla çıkarım. İşte bu vaziyetteki bir adama, bu asrî kıyafet teklif edilmez. Yetmiş yaşında ve kabir kapısında, kabre girmek için nöbet bekleyen ve dünyadan alâkasını yirmibeş senedenberi kesen ve mal ve evlâd gibi şeylerden alâkasız bulunan ve bütün kuvvetiyle eski günahlarına bir keffaret arayan ve takva ve azimet-i Şer'iyye harekatını tevfik etmeğe ve tatbik etmeğe çabalayan.. ve yedi-sekiz milyar ehl-i imânın kıyafetlerini kendi şahsına ihtiyar eden bir adama elbette bu asrî kıyafet, ruhsat-ı Şer'iyye ile belki cebr-i keyfî ile teklif edilmez. Haydi tahmininiz gibi bu gidişatım bir inad dahi olsa, mâdem Mustafa Kemal o inadı kıramadı. Ve iki mahkeme kırmadı. Ve üç vilayetin hükûmetleri ve zâbıtaları bozmadı. Siz ne için keyfi ve maslahatsız, o inadı kırmağa çalışıyorsunuz? Ve beni mecbur edip, "Haydi dünyanız başınızı yesin. Ben kabre giriyorum." dedirtiyorsunuz? Hem emsalsiz bir tarzda, beni tarassudlarla sıkmanıza bir mânâ veremiyorum. Çünki: Yirmibeş senelik hayatımın bütün esrarı ve mahrem ve gayr-ı mahrem bütün mektublarım ve kitablarım, dokuz ay tedkikten sonra beraetime mahkemeyi mecbur ettiği gibi, altı aydanberi Mahkeme-i Temyizde en ehemmiyetli kısmı incelendikten sonra mahkemenin beraetimize dair kararını Mahkeme-i Temyiz tasdik edip, Risale-i Nur'da menfaattan başka bir zarar olmadığına imza basmış demektir. Acaba benim gibi zulmen çok zahmet ve meşakkat çeken bir adamın, bir-iki senedeki yazılarında, ona zulmedenlere karşı mûcib-i mahkumiyet ve husûmet yirmi madde bulunmaz mı? Halbuki, yirmi senelik hayatımın bütün âsârında, kanunca mûcib-i mes'uliyet bir tek madde bulunmadığına kat'i bir delil: Denizli Mahkemesi ittifakla beraetine ve Temyiz Mahkemesi tasdike mecbur olmasıdır. Tarassudlarla esrarımı anlamak bahanesi ise, benim gizli bir esrarım kalmadı ki, araştırılsın. Mahkeme sebebiyle en mahrem eserlerim ve sırlarım, en nâ-mahremlerin ellerinde geziyor. Bunlarda en gizli esrarını polis hafiyesine söyleyen bir adamı tarassud etmek mânâsızdır. Bana lüzumsuz bu kadar sıkıntı vermeyiniz.. Artık yeter! İstirahata çok ihtiyacım var. Elhâsıl : Bütün sırlarım ve sa'yim ve gâyem ve maksadım ve Risale-i Nur'un en ehemmiyetli hizmeti, küfr-ü mutlaktan kurtarmak ve muhafaza etmek ve bu mübarek milletin hayatını anarşilikten ve mevtini idam-ı ebediden hâlâs etmek ve ölümü terhis tezkeresine çevirmektir. Bu vazifede lüzum olsa, değil yalnız bu hayatımı, belki hayat-ı uhreviyemi dahi feda etmeğe azmetmişim. Evet, mâdem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Elbette bu ihlâs hakikatına dayanan bu vazife, her hizmetin fevkindedir. Ve bu ihlâsı muhafaza için hiçbir cereyanla ve dünyevî maksadlarla kendimizi bulaştırmayız, bulaştıramayız.
Said Nursî

ANKARA'DA BULUNAN EMNİYET-İ UMUMİYE MÜDÜRÜ BEYE! (Yirmi senedir gayr-ı resmî, hem haps-i münferid, hem tecrid-i mutlak içinde bulunduğu ve sebepsiz evham yüzünden emsalsiz tazyik gördüğü halde sukût eden bir bîçâre ile resmi değil, hakiki ve ciddî görüşmek istersen az sizinle konuşacağım.) Evvelâ : İki sene, iki mahkeme, yirmi sene hayatımın eserlerini, mektuplarını tedkikten sonra, idare ve âsâyiş aleyhinde hiçbir madde bulunmadığını ve bulmadıklarına delil, mahrem ve gayr-i mahrem bütün kitaplarımı beraetimle beraber iade etmeleri cerhedilmez bir hüccettir, bir senettir. Yirmi seneden evvelki hayatım ise, bu vatan ve millet lehinde fedakârane sarfolunduğuna delil, eski Harb-i Umumide gönüllü alay kumandanı olarak başkumandanın takdiratı altında hizmetlerimle ve harekât-ı milliyede fevkalâde hizmetimi Ankara'daki hükümet reisleri takdir ile ve Meclis-i Meb'usan beni orada görmekle alkışlamasıdır.
Demek bu yirmi senede bana verilen azap, bütün bütün kanunsuz ve keyfi bir muameledir. Bu yirmi sene kırk bayramımı münzevî, yalnız geçirdim.. artık yeter! Kabir kapısındayım beni dünyaya baktırmayınız... Hem emniyet-i umumiye reisi olduğunuz cihetle, benim hizmetime taraftar olmanız lazım. Çünki mahkemelerce sabit olduğu gibi,
Risale-i Nur dersleri, dünyaya baktığı vakit bütün kuvvetleriyle âsâyişin temellerini muhafaza etmek, korumak ve fesat ve ihtilallerin önünü kesmek olmasından, kudsî ve manevî inzibat komiserleri hükmünde olduğuna delil, üç vilâyet zabıtaları anlamışlar. Bu âhirde pek ziyade ahaliyi, me'murlar, benimle görüşmekten ürkütmek cihetiyle anladım ki, hakkımda haddimden fazla ve layık olmadığım teveccühü-ü âmmeyi kırmak için imiş. Ben de size bunu kat'iyyen beyan edip ve has kardeşlerime mahremce yazdığım mektuplarda teveccüh-ü âmmeyi kat'iyyen -mesleğimize ve ihlasımıza muhalif olduğu için- şahsıma kabul etmiyorum ve reddediyorum. Ve o hususta, çok has kardeşlerimin de hatırlarını kırmışım. Yalnız Kur'an-ı Hakim'in hakikatını emsalsiz bir surette tefsir eden Risale-i Nur'un kıymetini gösteren eski zatların gaybi haberlerini kabul edip yazmışım. Ve kendim; âdi bir hizmetkâr olduğumu isbat etmişim. Farz-ı muhal olarak bu teveccüh-ü âmmeye taraftar olsam da âsâyiş lehinde hizmet edecek ve sizin gibi asayiş memurlarına faidesi dokunacak.
Ses Yok