Müdafalar | Müdafalar | 85
(1-190)
AFYON EMNİYET MÜDÜRÜNE DERİM Kİ : Müdür Bey! Dünyada, eski zamandan beri görülmemiş bu derece kanunsuz ve mânasız ve maslahatsız tecavüzler bana geldiği halde neden aldırmıyorsunuz? Bir misâli : Câmiye, hâli zamanda, cemaat hayrına sahib olmak için, bazı bir-iki adamdan başka kimseyi yanıma kabul etmediğim halde, resmen "Kat'iyyen câmiye gitmiyeceksiniz!" deyip; bu gurbette, hastalık ve ihtiyarlık ve yoksulluk içinde bu ihanet hangi kanunladır? Hangi maslahat var? Haberim olmadan, cami'nin hâlî bir yerinde iki-üç tahta, bir kilimle beni üşütmemek fikriyle bir zâtın yaptığı iki kişilik bir settare yüzünden, ehemmiyetli bir mes'ele şeklinde, hem bana, hem umum halka mânasız telâş vermek hangi kanunladır? Hangi maslahat var? Soruyorum. Bana bu ihanetleri yapanların hiçbir bahaneleri yoktur. yalnız teveccüh-ü âmmeyi bahane edip: "Bu menfi adama neden hürmet ediyorsunuz?.." Ben de derim: Bütün dostlarım biliyorlar ki; ben, şahsıma karşı hürmeti ve teveccüh-ü âmmeyi istemiyorum, reddediyorum. Benim hakkımda başkalarının hüsn-ü zannını kabul etmediğim halde, hangi kanun beni mes'ul eder ki; ihtiyarım ve rızam haricinde, başkasının hüsn-ü zanniyle bana ihanet ediliyor. Farz-ı muhal olarak, bu teveccüh-ü âmme hakikat da olsa; vatana, millete faidesi var, zararı olmaz. Hem eğer, bir parçasını ben de kabul etsem; bu ihtiyarlık, hastalık, yoksulluk ve soğuk bir oda içerisinde, dehşetli bir haps-i münferitte, zaruri hizmetlerimi görmek için bir-iki insanın dostluğunu kabul etmekliğimde hangi fenalık var? Hangi kanun bunu men'eder? Bir-iki işçi çocuktan başka benimle temas ettirmemek hangi kanunladır? O işçi çocuklar her vakit bulunmadığı için, kendim işimi göremiyorum. Bu dehşetli vaziyeti, elbette bu memlekette inzibat ve hükümet ve idare adamları nazar-ı ehemmiyete almak borçlarıdır. Cidden alâkadar eder diye size beyan ediyorum. Emirdağında bir tecrid-i mutlakta Said Nursî
EMİRDAĞI ZABITASIYLA BİR HASBIHAL "Hem insaniyet namına istediğim bir hukukuma karşı yapılan, hayretimi mucib acib bir muamelenin sebebi nedir?" diye bir sualim var. Birincisi : Bir seneden beri sakladığım şekvâmı vermedim. Şimdi zâbıtanın vasıtasiyle Ankara makamatına vermek üzere bir zata görderdik. Dedim : Afyon Emniyet Müdürü insaflıdır. Ona da bir suret elden gönderdim. Onda istirahatıma dair bir eser beklerken, bilâkis beni sıkıştıran zatlara yazmış: "Bu güzel yazı onun değil. Kim yazmışsa tahkik ediniz." Acaba çok kuvvetli ve ayn-ı hakikat ve şekvayı nazara almayıp lüzumsuz, ehemmiyetsiz, zararsız bir yazıyı merak etmek, benim istirahatımı bozmak; bin liraya ehemmiyet vermemek, beş paraya çok ehemmiyet vermek gibi olmaz mı? Yüzotuz risalelerden binler nüshaları ayrı yazılarla üç mahkeme inceden inceye tedkikten sonra ve onları yazanların mühim bir kısmı benimle beraber mahkemede bulunmaları ve zerre kadar medar-ı mes'uliyet olmadığı halde, "Kim ona yazıyor diye tahkik ediniz." demek yüzünden bir kanun, bir maslahat var mı? Bir biçareyi bu bahane ile karakola çağırmak, endişe vermek; ve bilhassa benim ihbarımla istemek ne lüzumu var? İşte ben size haber veriyorum: Eğer arzu etsem, binler adam yazılarımı yazacaklar; hem her tarafta millet ve vatan menfaatine yazıyorlar. İkincisi : İnsaniyet namına sizden isterim ki, tâ bayrama kadar benim yüzümü dünyaya çevirmeyiniz. Ben sizi düşünmediğim gibi; siz dahi beni unutunuz. Bu mübarek aylarda benim gibi dünyadan küsmüş bir biçareyi âhiret zararına gayet ehemmiyetsiz dünya işleriyle meşgul etmeye mecbur etmeyiniz. Bu mânidar yeni zelzeleyi merak ettim. Kalben dedim : Eğer sair yerlerde bu şiddetle olmuşsa, her halde Nur Şâkirdlerine dahi yine bir tecavüz var. "Yoksa benim yalnız mektubumla alâlkadardır?" diye sordum. Dediler : Yalnız Ankara hafif, Afyon ve Eskişehir ve bu Emirdağı'nda ve en şiddetlisi bu kasabada olmuş. Fakat medar-ı hayrettir ki, dört def'a şiddetli olduğu halde, hiçbir zarar olmadı. Bunun bir hikmeti budur: Kat'î emir verilmiş ki: "Said'i cebren hükümete getiriniz." Bekçiler ve bir onbaşı gelmişler. Kapımı kapamıştım, kilitlemiştim.
Onlar demişler : "Biz istifa ederiz, onun kapısını kırmayacağız" Dönmüşler, gitmişler. Demek bu hususî zelzele müdafaatımdaki zelzeleler gibi Risale-i Nurla alâkadardır ki, bu def'a hususî kaldı, hem şiddetiyle beraber zararsız geçti. Eğer Nurun buradaki küçücük medresesinin kapısını kırsaydılar, elbette tokat ciddi olacaktı; yalnız ihtar için olmıyacaktı. Gerçi bu taarruz cüz'î ve hafif idi, fakat ben gizlemem ki, hiç bu def'a gibi damarıma dokunmamıştı. Fakat Nur ve Nurcuların hatırı için, hârika tahammül ettim. Çünki o bedbaht, hükûmette, vazife sandalyasında bana şetmedip hizmetçime der: "Git, ona söyle" Hükûmetin nüfuzunu serseri şahsına mâlederek meydan okumuş ve Eski Said'in bende irsiyet kalan damarıma çok ilişti. Fakat fevkalâde ehemmiyetli olan sükûn ve temkin ve i'tidal-i dem ve sabır ve tahammülün kat'î lüzumu beni teskin etti. (Bu istida yirmi seneden beri hiç müracaat etmediğim halde bir hiddet zamanında -bir defa olsun- beni ta'zib eden sabık Dahiliye Vekili Hilmi'ye yazılmış, berâ-yı mâlumat Afyon Emniyet Müdürüne gönderilmiş. Bu yüzden mânâsız, lûzümsuz dört-beş defa bana sıkıntı verdiler. "Senin yazın böyle yok; sana kim yazmış?" diye resmen beni karakola çağırdılar. Ben de dedim: Böylelere müracaat edilmez: sükutum haklı imiş..)
EMİRDAĞI ZABITASIYLA BİR HASBIHAL "Hem insaniyet namına istediğim bir hukukuma karşı yapılan, hayretimi mucib acib bir muamelenin sebebi nedir?" diye bir sualim var. Birincisi : Bir seneden beri sakladığım şekvâmı vermedim. Şimdi zâbıtanın vasıtasiyle Ankara makamatına vermek üzere bir zata görderdik. Dedim : Afyon Emniyet Müdürü insaflıdır. Ona da bir suret elden gönderdim. Onda istirahatıma dair bir eser beklerken, bilâkis beni sıkıştıran zatlara yazmış: "Bu güzel yazı onun değil. Kim yazmışsa tahkik ediniz." Acaba çok kuvvetli ve ayn-ı hakikat ve şekvayı nazara almayıp lüzumsuz, ehemmiyetsiz, zararsız bir yazıyı merak etmek, benim istirahatımı bozmak; bin liraya ehemmiyet vermemek, beş paraya çok ehemmiyet vermek gibi olmaz mı? Yüzotuz risalelerden binler nüshaları ayrı yazılarla üç mahkeme inceden inceye tedkikten sonra ve onları yazanların mühim bir kısmı benimle beraber mahkemede bulunmaları ve zerre kadar medar-ı mes'uliyet olmadığı halde, "Kim ona yazıyor diye tahkik ediniz." demek yüzünden bir kanun, bir maslahat var mı? Bir biçareyi bu bahane ile karakola çağırmak, endişe vermek; ve bilhassa benim ihbarımla istemek ne lüzumu var? İşte ben size haber veriyorum: Eğer arzu etsem, binler adam yazılarımı yazacaklar; hem her tarafta millet ve vatan menfaatine yazıyorlar. İkincisi : İnsaniyet namına sizden isterim ki, tâ bayrama kadar benim yüzümü dünyaya çevirmeyiniz. Ben sizi düşünmediğim gibi; siz dahi beni unutunuz. Bu mübarek aylarda benim gibi dünyadan küsmüş bir biçareyi âhiret zararına gayet ehemmiyetsiz dünya işleriyle meşgul etmeye mecbur etmeyiniz. Bu mânidar yeni zelzeleyi merak ettim. Kalben dedim : Eğer sair yerlerde bu şiddetle olmuşsa, her halde Nur Şâkirdlerine dahi yine bir tecavüz var. "Yoksa benim yalnız mektubumla alâlkadardır?" diye sordum. Dediler : Yalnız Ankara hafif, Afyon ve Eskişehir ve bu Emirdağı'nda ve en şiddetlisi bu kasabada olmuş. Fakat medar-ı hayrettir ki, dört def'a şiddetli olduğu halde, hiçbir zarar olmadı. Bunun bir hikmeti budur: Kat'î emir verilmiş ki: "Said'i cebren hükümete getiriniz." Bekçiler ve bir onbaşı gelmişler. Kapımı kapamıştım, kilitlemiştim.
Onlar demişler : "Biz istifa ederiz, onun kapısını kırmayacağız" Dönmüşler, gitmişler. Demek bu hususî zelzele müdafaatımdaki zelzeleler gibi Risale-i Nurla alâkadardır ki, bu def'a hususî kaldı, hem şiddetiyle beraber zararsız geçti. Eğer Nurun buradaki küçücük medresesinin kapısını kırsaydılar, elbette tokat ciddi olacaktı; yalnız ihtar için olmıyacaktı. Gerçi bu taarruz cüz'î ve hafif idi, fakat ben gizlemem ki, hiç bu def'a gibi damarıma dokunmamıştı. Fakat Nur ve Nurcuların hatırı için, hârika tahammül ettim. Çünki o bedbaht, hükûmette, vazife sandalyasında bana şetmedip hizmetçime der: "Git, ona söyle" Hükûmetin nüfuzunu serseri şahsına mâlederek meydan okumuş ve Eski Said'in bende irsiyet kalan damarıma çok ilişti. Fakat fevkalâde ehemmiyetli olan sükûn ve temkin ve i'tidal-i dem ve sabır ve tahammülün kat'î lüzumu beni teskin etti. (Bu istida yirmi seneden beri hiç müracaat etmediğim halde bir hiddet zamanında -bir defa olsun- beni ta'zib eden sabık Dahiliye Vekili Hilmi'ye yazılmış, berâ-yı mâlumat Afyon Emniyet Müdürüne gönderilmiş. Bu yüzden mânâsız, lûzümsuz dört-beş defa bana sıkıntı verdiler. "Senin yazın böyle yok; sana kim yazmış?" diye resmen beni karakola çağırdılar. Ben de dedim: Böylelere müracaat edilmez: sükutum haklı imiş..)
DAHİLİYE VEKİLİYLE HASBİHÂLDEN BİR PARÇADIR. Hiçbir tarihte ve zemin yüzünde emsali vuku bulmayan bir zulme ve on vecihle kanunsuz bir gadre ve tazyike hedef olmuşum. Şöyle ki: Hem, şiddetli su-i kasd eseri olarak zehirlenmeden hasta; ve gayet zaif ve yetmişbir yaşında, ihtiyar ve kimsesiz, acınacak bir gurbette; hem sako ve fanilâ ve pabucunu satmakla maişetini temin eden fakirü'l-hâl; hem yirmibeş sene münzevi olmasından, binden ancak tam sâdık bir adam ile görüşebilen bir merdümgiriz, mütevahhiş; yirmi sene hayatını ve eserlerini üç mahkeme ve Ankara ehl-i vukufu inceden inceye tetkikten sonra bil'ittifak beraetine ve eserleri vatana ve millete zararsız olarak menfaatli olmasına karar verilmiş bir masum; hem eski Harb-i Umumi'de ehemmiyetli hizmet etmiş bir evlâd-ı vatan; hem, şimdi bu milleti, bu vatanı, anarşilikten ve ecnebi ifsadlarından kurtarmak için, meydandaki tesirli âsâriyle bütün kuvvetiyle çalışan bir hamiyet perver ve mahkemede yetmiş şahidle isbat edildiği gibi, yirmibeş senede bir tek gazeteyi okumayan, merak etmiyen ve yedi sene Harb-i Umumiye bakmayan, sormayan, bilmeyen ve eserlerinde kuvvetli esbab ve delillerle, siyasetten, bütün bütün alâkasını kestiğini isbat eden ve dünyanıza karışmadığını adliyeleriniz resmen itiraf ettiği bir zararsız adam; hem âhiretine ve ihlâsına zarar gelmemek için şiddetle teveccüh-ü âmmeden kaçan, kardeşlerinin O'nun hakkındaki hüsn-ü zanlarından ve medihlerinden çekinen ve beğenmiyen bu biçare Said'e başta Dahiliye Vekili olan sen, Afyon Valisini ve Emirdağı zabıtasını musallat edip, hergün bir ay haps-i münferiddazabını çektirmek ve tecrid-i mutlak içinde tek başiyle bir haps-i münferid durmağa mecbur etmek, hangi maslahatınız iktiza eder? Hangi kanun bu dehşetli gadra müsaade eder diye, hukuk-u umumiyeyi muhafaza eden adliyenin yüksek dairesi vasıtasıyla dahiliye vekiline beyan ediyorum. Zulmen bütün hukuk-u medeniyeden ve insaniyeden ve yaşamak hakkından mahrum edilen
Said Nursî
Ses Yok