Müdafalar | Müdafalar | 88
(1-190)
AFYON MAHKEMESİ MÜDAFAALARI (1948)
(14 .ŞUA) ONDÖRDÜNCÜ ŞUA
İFADEMİN KISACIK BİR TETİMMESİ
Afyon mahkemesine beyân ediyorum ki: Nazarınıza ve kanun adâletine takdim edilen ifâdemde bulunan; üç vecihle kanunsuz menzilimi basmak, beni sorguya çekmek ve tevkif etmek; üç büyük mahkemelerin hürmetlerini kırmak ve haysiyet ve adâletlerine ilişmektir, belki istihfaf etmektir. Çünki, üç mahkeme ve üç ehl-i vukufun, iki sene, yirmi senelik kitablarımı ve mektublarımı inceden inceye tedkikinden sonra; ittifakla hem bize berâet verildi, hem kitablarımız ve mektublarımız iade edildi. Ve berâetden sonra üç sene, fevkalâde bir inziva ve şiddetli bir tarassut altında haftada yalnız zararsız bir mektub bâzı dostlarıma yazardım. Dünya ile alâkam kesilmiş gibi idi ki, serbestiyet verildiği halde memleketime gitmedim. Şimdi aynı mes'elede o üç mahkemenin âdilâne hükümlerini hiçe saymak gibi mes'eleyi tazelendirmek, onların şerefini kırıyor. Benim hakkımda adâlet eden o mahkemelerin haysiyetini muhafaza için mahkemenizden rica ederim. O aynı mes'ele olan "Risâle-i Nur" ve "cemiyetçilik" ve "tarikatçılık" ve "ihlâl-i emniyet ve âsâyişi bozmak" ihtimalinden başka bir sebep, bir mes'ele bulunuz, beni onunla muahaze ediniz. Benim kusurlarım çoktur. Ben de size mes'uliyetime dair yardım edeceğime karar verdim. Çünki hapsin haricinde hapisten çok ziyade azab çektim. Şimdi benim için medar-ı rahat; ya kabir, ya hapistir. Hakikaten hayattan usandım. Bu yirmi sene haps-i münferiddeki tâzib ve işkenceli tarassutlar, ihânetler artık yeter. Sonra gayretullaha dokunur. Bu vatana yazık olur. Sizlere hatırlatıyorum. Bizim en metin melce' ve siperimiz:
(Onsekiz sene sükûttan sonra mecburiyet tahtında bu istid'a mahkemeye ve sureti Ankara'ya verilmişken, tekrar vermeye mecbur oldum. İddiânâmeye karşı itiraznâmemdir.)
Mâlûm olsun ki: Kastamonu'da üç def'a menzilimi taharri etmek için iki müdde-i umumî ve iki taharri komiserlerine ve üçüncüde polis müdürüne ve altı yedi komiser ve polislere ve Isparta'da müdde-i umumînin suallerine ve Denizli ve Afyon Mahkemesine karşı dediğim ayn-ı hakikat küçük bir müdafaânın hulâsasıdır. Şöyle ki: Onlara dedim: Ben, onsekiz-yirmi senedir münzevî yaşıyorum. Hem Kastamonu'da sekiz senede karakol karşısında ve sair yerlerde dahi yirmi senedir daima tarassud ve nezaret altında kaç def'a menzilimi taharri ettikleri halde, dünya ile siyaset ile hiçbir tereşşuh, hiçbir emare görülmedi. Eğer bir karışık hâlim olsaydı, oraların adliyeleri ve zâbıta ve hükûmeti bilmedi veyahut bildi, aldırmadı. Elbette benden ziyade onlar mes'uldürler. Eğer yoksa, bütün dünyada kendi âhireti ile meşgul olan münzevîlere ilişilmediği halde, neden bana lüzumsuz ve vatan ve milletin zararına bu derece ilişiyorsunuz!
Biz Risale-i Nur Şâkirdleri, Risale-i Nur'u; değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da âlet edemeyiz. Hem Kur'an bizi siyasetten şiddetle men'etmiş. Evet, Risale-i Nur'un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı îmanî olan hakikatları gayet kat'î ve en mütemerrid zındık feylesofları dahi îmana getiren kuvvetli bürhanlarla isbat edip Kur'an'a hizmet etmekdir. Onun için Risale-i Nur'u hiçbir şey'e âlet edemeyiz.
Evvelâ : Kur'an'ın elmas gibi hakikatlarını, ehl-i gaflet nazarında bir propaganda-i siyaset tevehhümiyle cam parçalarına indirmemek ve o kıymetdar hakikatlara hıyanet etmemekdir. Sâniyen : Risale-i Nur'un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan, bizleri şiddetle siyasetten ve idareye ilişmekten men' etmiş. Çünki ; tokada ve belâya müstehak ve küfr-ü mutlaka düşmüş bir-iki dinsize müteallik, yedi-sekiz çoluk-çocuk, hasta, ihtiyar, mâsumlar bulunur. Musibet ve belâ gelse, o bîçâreler dahi yanarlar. Bunun için, neticenin de husulü meşkûk olduğu halde, siyaset yoluyla idare ve âsâyişin zararına hayat-ı içtimaiyeye karışmaktan şiddetle men'edilmişiz.
Sâlisen : Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acib zamanda anarşilikten kurtulmak, için beş esas lâzım ve zarurîdir: 1- "Hürmet, 2- Merhamet, 3-Haramdan çekinmek, 4-Emniyet, 5-Serseriliği bırakıp itaat etmektir." Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kudsî bir surette tesbit ve tahkim ederek, âsâyişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise; bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur yüzbin adamı vatan ve millete zararsız birer uzv-u nâfi hükmüne getirmesidir. Buna Isparta ve Kastamonu vilâyetleri şahiddir. Demek Risale-i Nur'un ekseriyet-i mutlaka eczalarına ilişenler herhalde bilerek veya bilmeyerek anarşilik hesabına vatana ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ederler. Risale-i Nur'un, yüzotuz risalelerinin bu vatana yüzotuz büyük faidesini ve hasenesini "vehham ehl-i gafletin sathî nazarlarında kusurlu tevehhüm edilen" iki-üç risalenin mevhum zararları çürütemez. Onları bunlar ile çürüten gayet derecede insafsız bir zâlimdir.
Amma benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurları ise, bilmecburiye, istemeyerek derim ki: Yirmiiki sene müddetinde gurbette haps-i münferid hükmünde, yalnız ve münzevî olarak hayat geçiren ve bu müddet zarfında ihtiyariyle bir defa çarşıya ve mecma-ı nas büyük câmilere gitmeyen ve çok tazyik ve sıkıntı verildiği halde, bütün emsali menfilere muhalif olarak istirahatı için birtek defa hükümete müracaat etmiyen ve yirmi sene zarfında hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve merak etmiyen ve tam iki sene Kastamonu'da ve yedi sene başka menfalarında bütün yakın ve görüşen dostların şehadetiyle, küre-i arz yüzündeki boğuşmaları ve harbleri ve sulh olmuş ve olmamış ve daha kimler harb ettiklerini bilmeyen ve merak etmiyen ve sormıyan ve üç sene yakınında konuşan radyoyu üç def'adan başka dinlemeyen ve hayat-ı ebediyeyi imha eden ve hayat-ı dünyeviyeyi dahi elem içinde eleme, azab içinde azaba çeviren küfr-ü mutlaka karşı galibane Risale-i Nur ile mukabele ettiğine onun ile îmanlarını kurtaran yüzbin şâhidin şehadetiyle isbat eden ve Kur'an'dan tereşşüh eden Risale-i Nur ile ölümü yüzbin adam hakkında idam-ı ebedîden, terhis tezkeresine çevirmeğe vesile olan bir adama bu derece ilişmek ve me'yus etmek ve onu ağlatmakla, o mâsum yüzbinler kardaşlarını ağlatmaya hangi kanun var? Hangi maslahat var? Adalet namına emsalsiz bir gadr olmaz mı? Ve kanun hesabına, emsalsiz bir kanunsuzluk değil mi!
Ses Yok