Müdafalar | Müdafalar | 90
(1-190)
Evet hem Denizli'de, hem Afyon'da tevkifimizin bir sebebinin bir hakikatı şudur ki: Bir kısım hadislerin mânası ve te'vili bilinmemesinden, "akıl kabul etmiyor" diye inkâr edenlere karşı avamın îmanını kurtarmak fikriyle, çok zaman evvel Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'de iken ve daha evvel aslı yazılan "Beşinci Şua" farz-ı muhal olarak, dünyaya ve siyasete baksa ve bu zamanda da yazılsa, mâdem gizlidir ve taharriyatda bizde bulunmadı ve gaybî haberleri doğrudur ve îmanî şübheleri izale eder ve âsâyişe dokunmuyor ve mübareze etmiyor ve yalnız ihbar eder ve şahısları tâyin etmiyor ve ilmî bir hakikatı, küllî bir surette beyan eder. Elbette o hakikat-ı hadîsiye bu zamanda dahi bir kısım şahıslara mutabık çıksa ve münakaşaya sebeb olmamak için mahkemelerin teşhir ve neşirlerinden evvel bizce tam mahrem tutulsa adâlet cihetinde hiçbir vecihle bir suç teşkil etmez. Hem "Bir şey'i reddetmek ayrıdır ve ilmen kabul etmemek veya amel etmemek bütün bütün ayrıdır.
O risale yakın bir istikbalde gelecek bir rejimi ilmen kabul etmiyor diye bir suç olduğuna dünyada adliyelerin bir kanunu bulunmasına ihtimal vermiyoruz. Elhasıl : Hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi dehşetli bir zehire çeviren ve lezzetini imha eden küfr-ü mutlakı otuz seneden beri köküyle kesen ve tabiiyyunun dehşetli bir fikr-i küfrîlerini öldürmeğe muvaffak olan ve bu milletin iki hayatının saadet düsturlarını hârika hüccetleriyle parlak bir surette isbat eden ve Kur'an'ın hakikat-ı arşıyyesine dayanan Risale-i Nur, böyle küçük bir risalenin, bir-iki maddesiyle değil, belki bin kusuru dahi olsa onun binler büyük haseneleri onları affettirir diye dâva ediyoruz ve isbatına da hazırız.
Üçüncü sual : Bir mektubun yirmi kelimesinde beş kelime kusurlu görülse, o beş kelime sansür edilir. Mütebâkisine izin vermek bir düstur iken, Eskişehir Mahkemesinin dört ay tetkikten sonra, yüzbin kelime içinde zâhîri nazarda zararlı tevehhüm edilen yalnız onbeş kelimeden başka bulunmamasıyla, hey'et-i vekile de dörtyüz sahifeli "Zülfikar"ın yalnız iki sahifesinde otuz sene evvel yazılan iki âyetin tefsirini şimdiki kanuna uygun olmamasından başka ilişmemesi ve Denizli Mahkemesi ve Ankara ehl-i vukufu onbeş sehivden başka ilişmemesiyle ve şimdiye kadar yüzbinler adamın ıslahına vesile olmasıyla, vatana ve millete bin büyük menfaatı tahakkuk eden Risale-i Nur'a, küçük bir hizmet eden veya kendi îmanını kurtardığı için bir risalesini yazan ve Emirdağı'nda garib ve ihtiyarlığıma şefkaten bana kardeşlik eden Çalışkanlar gibi rıza-yı İlâhi için bana hizmet eden biçareleri iş mevsiminde ve dehşetli kışta taht-ı tevkife almak, hükûmet-i cumhuriyenin hangi prensibiyle kabil-i tevfik olabilir? Ve hangi kanunu müsaade etmeğe imkânı var?
Mâdem, cumhuriyet prensipleri hürriyet-i vicdan kanunu ile dinsizlere ilişmiyor, elbette mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmeyen ve âhiretine ve îmanına (vatana dahi nâfi' bir tarzda) çalışan dindarlara ilişmemek gerektir ve elzemdir. Bin seneden beri bu milletin gıda ve ilâç gibi bir hâcet-i zaruriyesi olan takvayı ve salâhatı bu mazhar-ı enbiya olan Asya'da hükmeden ehl-i siyaset yasak etmez ve edemez biliyoruz. Yirmi seneden beri münzevi yaşayan ve yirmi sene evvelki Said'in kafasiyle sorduğu bu suallerde bu zamanın tarz-ı telâkkisine uygun gelmeyen kusurlarına bakmamak insaniyetin muktezasıdır. Vatan ve millet ve âsâyişin menfaatı hesabına bunu da hatırlatmak bir vazife-i vataniyem olması cihetiyle derim:
Böyle bize ve Risale-i Nur'a az bir münasebetle taht-ı tevkife alınmak, gücendirmek yüzünden vatana ve âsâyişe dindarane menfaatı bulunan pekçok zâtları idare aleyhine çevirebilir, anarşiliğe meydan verir. Evet Risale-i Nur ile îmanlarını kurtaran ve millete zararsız ve tam menfaatdar vaziyete girenler yüzbinden çok ziyadedir. Hükûmet-i cumhuriyeninin belki her büyük dairesinde ve milletin her tabakasında faideli ve müstakimane bir surette bulunuyorlar. Bunları gücendirmek değil, belki himaye etmek elzemdir. Şekvâmızı dinlemeyen ve bizi söyletmiyen ve bahanelerle sıkıştıran birkısım resmî adamlar, vatan aleyhinde anarşiliğe meydan açıyorlar diye kuvvetli bir vehim hatırımıza geliyor. Hem maslahat-ı hükümet namına derim: Mâdem, "Beşinci Şuâ"ı; hem Denizli, hem Ankara Mahkemeleri tedkik edip, ilişmemişler, bize verdiler. Elbette onu,yeniden resme koyup dedikodulara meydan açmamak, idarece zarurîdir. Biz o risaleyi, mahkemelerin ellerine geçmeden ve onu teşhirlerinden evvel gizlediğimiz gibi, Afyon hükümet ve mahkemesi dahi onu medar-ı sual ve cevap etmemeli. Çünki; kuvvetlidir, reddedilmez! Kablelvuku' haber vermiş, doğru çıkmış. Hem hedefi dünya değil, olsa olsa ölmüş gitmiş bir şahsa, müteaddit mânalarından bir mânası muvafık geliyor. Onu dostluğu taassubiyle o gaybî ihbarı ve mânayı resme koymamak ve bizi onunla muaheze etmekle daha ziyade teşhirine yol açmamak, vatan ve millet ve âsâyiş ve idare hesabına ihtar etmeye vicdanım beni mecbur eyledi.

AFYON MÜDDE-İ UMUMİSİ VE MAHKEME REİSİ VE A'ZALARINA (Denizlinin adliyesine hukukumu müdâfaâ için arzettiğim "Dokuz Esası" aynen size de takdim ederiz.) Yirmi senedir hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa böyle resmî ve ince ve siyasî hayatı terketmişim. O hallere karşı alınması lâzım gelen vaziyeti bilmiyorum ve düşünmüyorum ve düşünmesi beni cidden incitiyor, fakat mecburiyetle başka mahkemede insafsız bir zâtın intizamsız ve mükerrer lüzumsuz pekçok suallerine verdiğim cevabların hâtimesi ve hulâsası olan bu intizamsız müdâfaatım ve istidamda belki sadet haricinde ve lüzumsuz tekrar ve intizamsızlık ve aleyhime dönecek şiddetli tâbirler ve bilmediğim yeni kanunlara muhalif ifadeler bulunabilir. Fakat, mâdem hakikat üzere gidiyor, hakikatın hatırı için o kusurlara bakmamak gerektir. O istida ve müdâfaâtım "Dokuz Esas" üzerine gidiyor. Birincisi : Mâdem, hükümet-i cumhuriye, cumhuriyetteki hürriyet-i vicdan düsturiyle, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmiyor. Elbette, dindarlar ve takvacılara ilişmemek gerekdir. Ve mâdem dinsiz bir millet yaşamaz ve Asya din noktasında, Avrupa'ya benzemez ve İslâmiyet, hayat-ı şahsiye ve uhreviye cihetinde Hıristiyanlığa uymaz ve dinsiz bir Müslüman başka dinsizler gibi olmaz. Ve bu bin seneden beri dünyayı diyanetiyle ışıklandıran ve bütün dünyanın tehacümatına karşı, salâbet-i dîniyesini kahramanane müdafaâ eden bu vatandaki milletin bir ihtiyac-ı fıtrîsi hükmüne gelen diyanet, salâhat ve bilhassa iman hakikatlarının öğrenmesi yerlerine hiçbir terakkiyat, hiçbir medeniyet tutamaz. Ve o ihtiyacı onlara unutturamaz. Elbette bu vatandaki millete hükmeden bir hükümet, Risale-i Nur'a adâlet ve kanun ve âsâyiş cihetinde ilişemez ve iliştirmemeli. İkinci Esas: Mâdem, bir şey'i reddetmek başkadır ve onun ile amel etmemek bütün bütün başkadır. Ve her hükümette şiddetli muhalifler bulunur ve mecusi hakimiyeti altında Müslümanlar ve hükümet-i İslâmiye-i Ömeriye'de Yahudiler ve Hıristiyanlar bulunması ve âsâyişe ve idareye ilişmeyenin hürriyet-i şahsiyesi her hükümette vardır ve ilişilmez ve hükümet ele bakar, kalbe bakmaz. Ve mâdem âsâyişe ve idareye ve siyasete ilişmek isteyen herhalde hiç şüphesiz gazetelerle ve dünya hadisatı ile alâkadar olacak, tâ kendine yardım eden cereyanları ve vaziyetleri ve hâdisatı bilsin, tâ yanlış ayağını atmasın. Ve Risale-i Nur ise; şakirdlerini o derece men'etmiş ki; bütün yakın dostlarım biliyorlar ki; yirmibeş senedir, değil gazeteleri okumak, belki sormasını ve merak etmesini ve düşünmesini bana terkettirmiş. (Şimdi on senedir) kat'iyyen dünya cereyanlarından ve harbin vaziyetlerinden Alman'ın mağlubiyeti ve bolşevik'in istilasından başka hiçbir haber almamak derecede beni hayat-ı içtimaiyeden çekmiş. Elbette ve elbette, hikmet-i hükümet ve kanun-u siyaset ve düstur-u adalet bana ve benim gibi kardeşlerime ilişemez ve ilişen herhalde ya evhamından, ya garazından veya inadından ilişir.
Ses Yok