Müdafalar | Müdafalar | 93
(1-190)
Sekizinci Esas : Risalelerde bazı dokunaklı cümleler var diye başka yerlerin nâkıs ve sathî tahkikatlarına binaen bizi ittiham ediyorlar. Buna mukabil deriz : Madem maksadımız imân ve âhirettir; ehl-i dünya ile mübareze değil. Madem o pek cüz'î ve yalnız bir-iki risaleye mahsus ilişmek kasdî değil, belki maksadımıza yürürken onlara çarpmışız. Elbette bir garaz-ı siyasi mânasında olamaz. Ve madem imkânat başkadır, vukuat başkadır. Hakkımızda âsâyişe zarar yapmış değil "yapabilir" diye ittiham ise; herkes de bir adamı öldürebilir diye ittiham gibi mânasız bir ittihamdır. Ve madem yirmi sene müddetinde yirmibinler adamda ve binler nüshalar ve mektublarda hem Eskişehir, hem Kastamonu, hem Isparta, hem Denizli şiddetli tedkik ve taharrilerde hakiki bir suç teşkil edecek maddeleri bulamadılar;
Eskişehir Mahkemesi bir şey bulamadığından mecburiyetle bir lastikli kanun maddesinden tek bir küçük risale ile bizi mes'ul ettiği gibi: Bütün dinî dersini vereni dahi mes'ul eder bir tarzda, yüz adamdan onbeş adama altışar ay ceza verebildi. Acaba bizim gibi bir adamın sizden olsa, bir senede yirmi mahrem mektupları bu tarzda tedkik edilse, onu mes'ul ve mahcub ederek yirmi cümle bulunmaz mı? Halbuki, bizde yirmi bin adamdan yirmi bin nüsha ve mektublarda hakiki mes'ul edecek yirmi cümle bulamamalarından gösteriyor ki: Risale-i Nur'un hedefi doğrudan doğruya âhirettir. Dünya ile alışverişi yoktur.
Dokuzuncu Esas : Denizli Mahkemesinin insaflı müdde-i umumisinin, başka yerlerde insafsız ve sathi zâbıtnâmelerine binaen iddianamede kaydettiği maddeler gibi Afyon Mahkemesi dahi sorguda gördüğümüz vaziyet delaletiyle, aleyhimizde aynı maddeler (1) ve tarihsiz mektuplar (2); hem yirmi ve onbeş ve on sene zarfındaki muhaberelerden (3) ve kat'i cevabı üçüncü esasda ve istid'âmın ikinci sualinde bulunan Beşinci Şuâ'dan (4) ve yüzotuz risalelerin yalnız dört-beş risalelerinden (5) ve Eskişehir Mahkemesinin tedkikinden geçen (6) ve cezasını çektiren (7) ve af kanunları gören (8) ve Denizli beraetini gören (9) mektublar ve risalelerden ittihamımıza medar bazı bahaneler var. Acaba, Otuzbir Mart hadisesinde Bab-ı Seraskerî'de Şeyhülislam ve ulemâyı dinlemeyen, sekiz taburu bir nutuk ile itaate getiren bir adam sekiz sene zarfında -zabıtnâmelere göre- çalışmış; böyle yirmi otuz adamı kandırabilmiş.. meselâ : Koca Kastamonu'da beş adamı iğfal edebilmiş denilebilir mi? İşte Kastamonu'da, Denizli Hâdisesinde mahrem ve gayr-ı mahrem bütün evrak ve kitaplarımı odunlar yığını altından çıkarıp, üç ay tedkikten sonra yalnız Feyzi, Emin, Hilmî, Tevfik ve Sâdık'tan başka kimseyi o koca Kastamonu'da bulamadılar. Bu beş zât ise, Lillâh için bana şahsi hizmet münasebeetiyle ve üçbuçuk senede Emirdağ'ında üç kardeş ve üç-dört adamı bulup göndermişler.
Eğer o sathî zabıtnâmeler gibi yapsa idim, beş-on değil belki beşyüz, belki beşbin ve belki beşyüzbin adamları kandırabilirdim. O zabıtnâmelerde ne kadar yanlışlar bulunduğuna Denizli Mahkemesinde söylediğim gibi, bir-iki numuneyi beyan ediyorum: Bir sene cezâsını çektiğim ve mahrem tutulan ve zabıtnâmede kaydedildiği gibi odun yığınları altından çıkarılan "Tesettür Risalesi" bu sene yazılmış ve neşr edilmiş gibi, bizi ittiham etmek istiyor.
Hem Ankara'da hükümetin riyasetinde bulunan malûm birisine ettiğim itirazlara ve ağır sözlere karşı o reis mukabele etmeyip sükût eden, o öldükten sonra, onun yanlışını gösteren bir hakikat-ı hadîsiyeyi kırk sene evvel beyandaki fıtrî ve lüzumlu ve küllî ve mahrem tenkidlerimi makam-ı iddia, cerbezesiyle ona tam tatbik ile bize medar-ı mes'uliyet yapılmış. Ölmüş ve hükümetten alâkası kesilmiş bir şahsın hâtırı nerede!.. hükümetin ve milletin bir hâtırası ve Cenab-ı Hakkın bir tecelli-i hâkimiyeti olan adâlet kanunları nerede! Hem biz hükümet-i cumhuriye esaslarından en ziyade kendimize medar-ı istinad ve onun ile kendimizi müdâfaâ ettiğimiz hürriyet-i vicdan esası, bizim aleyhimizde medar-ı mes'uliyet tutulmuş; güya biz hürriyet-i vicdan esasına muarız gidiyoruz. Hem bir risalede, medeniyetin seyyiatını ve kusurlarını tenkid etmemden hatır ve hayâlime gelmiyen bir şey'i zabıtnâmelerde isnad ediyor.
Güya ben radyo ve tayyare ve şimendiferin kullanılmasını kabul etmiyorum diye, terakkiyat-ı hâzıra aleyhinde bulunduğumla mes'ul ediyor. İşte bu nümunelere kıyasen ne kadar hilâf-ı adalet bir muamele olduğunu, inşâallah insaflı ve adâletli olan Denizli müdde-i umumisi ve Mahkemesi gibi, Afyon Mahkemesi göstererek, o zâbıtnâmelerin evhamlarına ehemmiyet vermiyecekler. Hem en garibi şudur ki; bir yerde demişim: Cenab-ı Hakkın büyük ni'metleri olan tayyare ve şimendifer ve radyoyu, büyük şükür ile mukabele lâzım iken; beşer şükür etmedi, tayyarelerle başlarına bombalar yağdı. Ve radyo öyle büyük bir ni'met-i İlahiyedir ki ona mukabil şükür ise, o radyo milyonlar dilli bir küllî hafız-ı Kur'an olup zemin yüzündeki bütün insanlara Kur'an'ı dinlettirsin. Ve Yirminci Söz'de Kur'an'ın medeniyet hârikalarından gaybî haber verdiğini beyan ederken, bir âyetin işareti olarak, kâfirler şimendiferle âlem-i İslâmı mağlub ederler demişim. İslâmı bu hârikalara teşvik ettiğim halde bir sebeb-i ittiham olarak "şimendifer, tayyare ve radyo gibi terakkiyat-ı hâzıra aleyhindedir" diye sâbık mahkemelerin bazı müdde-i umumîleri bizi ittiham etmiş. Hem hiçbir münasebeti olmadığı halde, bir adam Risale-i Nur'un ikinci bir ismi olan Risaletü'n-Nur tâbirinden, "Kur'an'ın nurundan bir risalettir, yâni bir ilhamdır ve Risaletin Şeriat vazifesini yapan bir vârisdir", demiş. Bir iddiânâmede başka yerin verdikleri yanlış mâna ile, benim için bir sebeb-i ittiham tutulmuş. Hem müdâfaâtımda yirmi yerde kat'î bir surette hüccetlerle isbat etmişiz ki, bütün dünyaya karşı da olsa dini ve Kur'an'ı ve Risale-i Nur'u âlet edemeyiz ve edilmez ve biz onların bir hakikatını dünya saltanatına değiştirmeyiz ve bilfiil öyleyiz. Ve bu dâvanın emareleri yirmi senede binlerdir. Halbuki şimdi Afyon sorgusunun gidişatında ve iddiânâmede, başka zâbıtnâmelere binaen, güya bizim maksadımız ve sa'yimiz dünya entrikalarını çevirmek ve dünya garazlarına ve dini, hasis şeylere âlet etmek ve kudsiyetini düşürtmektir diye bizi ittiham ediyor. Mâdem öyledir, ben ve biz bütün kuvvetimizle deriz:
Ses Yok