Müdafalar | Müdafalar | 95
(1-190)
Dördüncüsü : Eskişehir Mahkemesinde altı ay tedkikten sonra, sebebi de cem'iyetçilik, tarikatçılık olduğu o evham bahanesiyle buyük bir reisin ona şahsî garazı ile onun aleyhinde bazı adliyecileri teşvik ettiği halde, cem'iyetçilik ve tarikatçılık ve Risale-i Nur cihetinde beraet ettirip, yalnız Risale-i Nur'un bir küçücük parçası olan "Tesettür Risalesi"ni bahane ederek kanun ile değil de, yalnız kanaat-ı vicdaniye ile yüz şâkird içinde beşon şakirde altı ay ceza verdiler ki; tedkik zamanına kadar dörtbuçuk ay mevkuf, birbuçuk ay hapis kaldıkları ve on sene sonra Denizli Mahkemesi yine dokuz ay cem'iyetçilik ve tarikatçılık gibi birkaç bahane ile yirmi senelik bütün mektubat ve te'lifatlarını inceden inceye tedkik ile beraber, Ankara'nın Ağır Ceza Mahkemesine beş sandık kitaplar gönderdikleri ve iki sene o kitaplar ve mektublar, Ankara ve Denizli Mahkemesinde tedkikten geçtikleri halde, o mahkemeler ittifakla cem'iyetçilik, tarikatçılık (Hâşiye) vesair bahaneleri cihetinde beraet kararı verip o kitap ve mektubları aynen sahiblerine iade ve Said'i arkadaşlarıyle beraber beraet ettirdikleri halde, "bir siyasi cem'iyetçi" nazariyle ve "entrikacı bir adam" tarzında Onu ittiham etmek ve adliye me'murlarını onun aleyhinde tarikat noktasında sevketmek, ne kadar kanunsuz olduğunu insaniyeti sukut etmiyen bilir. Beşincisi : Ben, Risale-i Nur mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan "Şefkat" itibariyle; bir mâsuma zarar gelmemek için, bana zulmeden cânilere, değil ilişmek.. belki beddua da edemiyorum. Hattâ en şidetli bir garaz ile bana zulmeden bazı fâsık, belki dinsiz zâlimlere hiddet ettiğim halde değil maddî, belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat men'ediyor. Çünki; o zâlim gaddarın, ya peder ve validesi gibi ihtiyar bîçârelere veya evlâdı gibi mâsumlara maddî zarar gelmemek için, o dört-beş mâsumların hatırına binaen o zâlim gaddara ilişmiyorum. Bazan da helâl ediyorum. İşte bu sırr-ı şefkat içindir ki; idare ve âsâyişe kat'iyyen ilişmediğim gibi, bütün arkadaşlarıma da o derece tavsiye etmişim ki, üç vilâyetin insaflı zabıtalarının bir kısmı itiraf etmişler ki: "Bu Nur Şâkirdleri mânevî bir zâbıtadır; idare ve âsâyişi muhafaza ediyorlar." dedikleri ve bu hakikata binler şâhid ve yirmi sene hayatiyle tasdik ve binler şâkirlerin de zâbıtaca hiçbir vukuat kaydetmemesi ile te'yid ettikleri halde, o bîçâre adamın ihtilâlci ve insafsız bir komiteci gibi menzilini basmak ve insafsız adamlar ona ihanet etmek ve menzilinde bir şey bulamamakla beraber, yüz cinayeti bulunan bir adam gibi hattâ gayet kıymetdar ve antika ve mu'cizeli Kur'an'ını ve başındaki îmanî levhalarını evrak-ı muzırra gibi toplamak, acaba hangi kanun müsaade eder. Böyle âsayişe hüsn-ü ahlâk ile hizmet eden dindar binler zâtları, evham yüzünden idare ve âsâyiş aleyhine zorla sevk etmek, hangi maslahat îcabıdır? Altıncısı : Bundan otuz sene evvel, Cenab-ı Hakkın inayetiyle dünyanın muvakkat şan ve şeref ve enaniyetli hodfüruşluk ve şöhretperestliğinin ne kadar faidesiz ve mânasız olduğunu hadsiz şükür olsun ki Kur'an'ın feyziyle anlamış bir adamın o zamandan beri bütün kuvvetiyle nefs-i emmaresiyle mücadele edip, mahviyet etmek, benliğini bırakmak ve tasannu ve riyakârlık yapmamak için, elden geldiği kadar çalıştığına, ona hizmet eden veya arkadaşlık edenler, kat'î bildikleri ve şehadet ettikleri halde ve yirmi seneden beri herkes kendi hakkında hoşladığı ziyade hüsn-ü zan ve teveccüh-ü nas ve şahsını medh ü senadan ve kendini mânevî makam sahibi olduğunu bilmekden herkese muhalif olarak bütün kuvvetiyle kaçtığını ve hem has kardeşlerinin onun hakkındaki hüsn-ü zanlarını reddedip, o hâlis kardeşlerinin hatırını kırması ve yazdığı cevabî mektuplarında, onun hakkında medihlerini ve ziyade hüsn-ü zanlarını kabul etmemesi ve kendini faziletten mahrum gösterip bütün fazileti Kur'an'ın tefsiri olan Risale-i Nur'a ve dolayısiyle Nur Şâkirdlerinin şahs-ı mânevisine verip kendini âdi bir hizmetkâr bilmesi kat'î isbat ediyor ki, şahsını beğendirmeğe çalışmadığı ve istemediği ve red ettiği halde, onun rızası olmadan bazı dostları, uzak bir yerden onun hakkında ziyade hüsn-ü zan edip medhetmeleri, bir makam vermeleri ve Kütahya havalisinde tanımadığı bir vaizin bazı sözleriyle ve Kütahya'ya hiç mektub göndermediğim ve benim imzamı taklid ile yazılan ve medar-ı mes'uliyet tevehhüm edilen bir mektub ile ve kimin yazısı bilinmeyen dokunaklı bir kitab Balıkesir'de bulunmasiyle acaba hangi kanun ile medar-ı mes'uliyet olur ki, o biçare, hasta ve çok ihtiyar ve garib ve münzevî odasına büyük bir cinayet işlemiş gibi kilidini kırıp taharri me'murlarını sokmak, hem evradından ve levhalarından başka bir bahane de bulamamak; acaba dünyada hiçbir kanun, hiçbir siyaset bu taarruza müsaade eder mi? Yedincisi : Bu sırada dahilde o kadar dahilî, haricî heyecanlı parti cereyanları varken ve bundan tam istifade etmek yâni, mahdut birkaç arkadaşına bedel çok diplomatları, kendisine tarafdar kazanmak için zemin hazır iken, sırf siyasete karışmamak ve ihlâsına zarar vermemek ve hükümetin nazarını kendine celb etmemek ve dünya ile meşgul olmamak için, bütün arkadaşlarrına yazıp ki; "Sakın cereyanlara kapılmayınız, siyasete girmeyiniz, âsâyişe dokunmayınız!" dediği ve iki cereyan bu çekinmesinden ona zarar verdikleri; eskisi evhamından, yenisi de : "Bize yardım etmiyor." diye ona çok sıkıntı verdikleri halde, ehl-i dünyanın dünyalarına hiç karışmayıp kendi âhireti ile meşgul olan ve memleketinde Nurs Karyesinde öz kardeşine yirmiiki sene zarfında birtek mektub yazmayan ve o vilayetlerdeki dostlarına yirmi senede on mektub yazmayan bir biçareye, onun âhiret meşguliyetine bu kadar ilişmeğe hangi kanun müsaade ediyor? Ve vatana ve millete ve ahlaka çok zararlı olan dinsizlerin kitablarının intişarına ve komünistlerin neşriyatına serbestiyet kanunu ile ilişilmediği halde, üç mahkeme medar-ı mes'uliyet olacak içinde hiçbir maddeyi bulmayan ve millet ve vatanın hayat-ı içtimaiyesini ve ahlâkını ve âsâyişini te'mine yirmi seneden beri çalışan ve bu milletin hakiki bir nokta-i istinadı olan alem-i İslam'ın uhuvvetini ve bu millete dostluğunu iade ve takviyesine te'sirli bir suretle çabalayan ve Diyanet Riyasetinin ulemâsı tenkid niyetiyle Dahiliye Vekilinin emriyle üç ay tedkikten sonra, tenkid etmiyerek tam kıymetini takdir edip; "Kıymetdar eser.." diye Diyanet Kütübhanesine konulan "Zülfikar" ve "Asa-yı Musa" gibi ve -Kabr-i Peygamberi üzerinde (Aleyhissalatü Vesselâm) alamet-i makbuliyet olarak "Asa-yı Musa" mecmuasını hacılar gördükleri halde- Nur eczalarını evrak-ı muzırra gibi toplayıp mahkeme eline vermek; acaba hiçbir kanun, hiç bir vicdan, hiç bir insaf buna müsaade eder mi?
__________
Hâşiye: Nur'ların esası ve hedefi, imân-ı tahkiki ve hakikat-ı Kur'aniyedir. Onun için mahkeme tarikat noktasında beraet vermişler. Hem bu yirmi senede hiçbir adam dememiş; "Bana tarikat vermiş" Hem bin seneden beri, bu milletin ekser ecdadı bağlandığı bir meslek, sebeb-i mes'uliyet olamaz. Hem gizli münafıklar hakikat-ı İslâmiyete tarikat nâmını takıp, bu milletin dinine taarruz ettiklerine karşı galibâne mukabele edenler, tarikatla ittiham edilmezler. Cemiyet ise, uhuvvet-i İslâmiye cihetinde bir uhrevî kardeşliktir. Yoksa siyasî cem'iyet olmadığına, üç mahkeme hüküm vermişler. o cihette beraet ettirmişler.
Ses Yok