Müdafalar | Müdafalar | 98
(1-190)
İTİRAZNAMENİN TETİMMESİ VE LÂHİKASIDIR
Afyon Mahkemesine beyan ediyorum ki: Artık yeter, sabır ve tahammülüm kalmadı. Yirmiiki sene sebepsiz bir nefy içinde daimi tarassudlarla beraber tecrid-i mutlak ve haps-i münferid tarzında beni sıkmakla beraber altı mahkeme iki-üç mes'eleden başka Risale-i Nur'un yüz kitabında medar-ı mes'uliyet bulmadığı halde evham yüzünden ve imkânâtı vukuat yerinde istimal etmek cihetiyle kanunsuz bizi üç def'a hapse sokup yüzbin lira Nur Şakirdlerine zarar vermek, hiç dünyada emsali vuku' bulmamış bir gadirdir ki; istikbal ve nesl-i âti pek şiddetli olarak zâlim sebeblerini lanetle yâd edecekleri gibi, mahkeme-i kübrâda cehennemin esfel-i safilinine atmakla o zalimleri mahkum edeceklerine kat'i kanaatımızla şimdiye kadar bir derece teselli bulup sükût ederek, tahammül ediyorduk. İşte onbeş sene zarfında altı mahkeme, yüzyirmi Nur Risalelerini ve mektuplarımızı tedkik edip, beşi , bize her cihetle beraet vermek manasiyle ilişmediler.
Yalnız Eskişehir Mahkemesi tek bir mes'ele olan tesettür-ü nisa hakkında olan bir küçük risalenin beş-on kelimesini bahane ederek, lastikli bir kanunla hafif bir ceza verdiği zaman mahkeme-i temyizden sonra, lâyiha-yı tashihimde kanunsuzluğun yalnız tek bir numunesi olarak resmen Ankara'ya yazdık ki, binüçyüzelli senede, üçyüzelli milyonun kudsi bir düsturiyle ve daimi ve kuvvetli bir âdet-i İslamiyeyi ders veren ve emreden tesettür âyetini, eskide bir zındığın Kur'an'ın bu âyetine itirazına ve medeniyetin tenkidine karşı müdafaa için üçyüzelli bin tefsirin icmaına ve hükümlerine ittiba' ederek, o âyeti tefsir edip binüçyüzelli senede geçen ecdadımızın mesleğine iktida eden bir adama, o tefsiri için verilen ceza ve mahkumiyetin, dünyada adalet varsa elbette o hükmü nakz edecek ve bu acip lekeyi bu hükümet-i İslamiyedeki adliyeden silecek diye Layiha-yı tashihimde yazdım. İşte bu nümune gibi size ve Ankara makamatına takdim edilen müdafaanamemde böyle acip çok nümuneleri elbette anlamışsınız.
Ben Afyon Mahkemesinden taleb ve ümit ederim ki; bu millete ve bu vatana bir ordu kadar hizmeti ve bereketi bulunan Risale-i Nur'un tam serbestiyetine karar vermenizi, hakikat-ı adalet namına sizden bekliyoruz. Yoksa münasebetimle hapse giren beş-on adam arkadaşlarımın gitmesiyle beraber size haber veriyorum ki ; beni büyük bir cezaya çarpacak bir suç işleyip bu çeşit hayattan veda edeceğimi mecbur eden bir fikir kalbime gelmiş. Şöyle ki: Hükûmet beni tam himayeti ve bana yardım etmek, milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzumu varken, beni sıkması ima eder ki; kırk seneden beri benimle mücadele eden zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden bir kısım komünist komitesinden bir kısım, ehemmiyetli birer resmi makamları elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükumet ise, ya bilmiyor veya aldırmıyor diye çok emareler bana endişe veriyor. İddianamede benim hakkımda dört esas var.
Biri : Güya bende tefahur ve hodfuruşluk var ve kendimi müceddid biliyorum. Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem mehdilik isnadını hiç kabul etmediğimi bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hattâ Denizli'deki ehl-i vukuf :"Eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirdleri kabul edecek" dediklerine mukabil, Said itiraznâmesinde demiş ki; "Ben seyyid değilim, Mehdî seyyid olacak" diye onları red etmiş ve hiçbir vakit hatırıma gelmemiş ve dememişim ki; benim mehdiliğim var. Yalnız bir def'a bir risalede demişim ki; ahirzamanda gelecek Âl-i Beyt'ten Hazret-i Mehdi'nin çok vazifelerinden bir vazifesi olan iman-ı tahkiki ile ehl-i imanı kurtarmak vazifesi Risale-i Nur'da misli var. İnşaallah o zat geldiği vakit Risale-i Nur'u o cihette bir program yapacak dediğim, yoksa; ben seyyid olmadığım gibi hiçbir vakit böyle haddimden yüz derece ziyade hülyalarda bulunmadığım ve Risale-i Nur'un bazı hüsn-ü zanlı talebelerinin mübalağakârane mahremce üstadına haddinden ziyade hüsn-ü zan edip Risale-i Nur'un hadimliği itibariyle bazı böyle müceddid gibi ünvanları vermeleri için onları reddedip hatırlarını kırmışımdır. İkinci esas : Neşriyatı gizlemesi ise, gizli düşmanlarımız yanlış mânâ verdirmesin.. Yoksa siyasete ve dünya asayişine teması cihetiyle değildir. Hem, eski harf ile teksir makinesini bir bahane bulmasınlar.. ve Mustafa Kemal'e karşı Nur'un kırk sene evvelki beyana istinaden tokadı ise; altı mahkeme ve Ankara makamatı bilmiş, ilişmemişler.. ve bize beraet verdiler.. ve Beşinci Şua ile beraber bütün kitaplarımızı iade ettiler... Hem onun fenalığını göstermek ordunun kıymetini muhafaza etmek içindir. Bir şahsı sevmemesi orduyu muhabbetkârane sena içindir. Üçüncüsü : Emniyeti ihlâle teşvik ediyor demesine mukabil, yirmi sene zarfında yüz bin adam Nurcuların yüz bin nüsha Nur Risalelerini altı mahkemede ve on vilayette emniyeti ihlale ve asayişi bozmağa dair, on vilayetin zabıtaları ve altı mahkeme hiçbir maddeyi kaydetmemesi... ve bulmaması bu acib ittihamı çürütüyor... Bu yeni iddianamede üç mahkemenin bize beraet verdikleri aynı noktalara ait ve cevapları mükerreren verilmiş ehemmiyetsiz birkaç mes'eleye cevap vermek manasızdır. O mes'elelerle bizi ittiham etmek ondan bize beraet veren Anakara Ağır Ceza ve Denizli ve Eskişehir Mahkemelerini ittiham etmek hükmünde olmasından cevabını onlara bırakıyorum.. ve ondan başka da iki- üç mes'ele var.. Birisi : İki sene Denizli ve Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde inceden inceye tetkikten sonra bize beraet verip o kitabı bize iade ettikleri halde, o Beşinci Şua'ın bir-iki mes'elesini ölmüş gitmiş bir kumandana tatbik edip, bize suç gösteriyor...
Biz dahi deriz : Ölmüş gitmiş, hükümetten alâkası kesilmiş bir şahıs aleyhinde tatbik edilebilen külli bir haklı tenkidi hiçbir kanun suç saymaz. Hem, küllî bir te'vil mânâsından makam-ı iddia cerbezesiyle, o kumandana bir hisse çıkarıp ona tatbik etmiş. Böyle yüzde bir adam ancak fehmeden bir hakikatın, bir mahrem ve gizli bir risalede bulunmasını hiçbir kanun suç sayamaz. Hem o risale harika bir tarzda müteşabih hadislerin te'villerini beyan etmiş... o beyan otuz kırk sene evvel olduğu ve üç mahkemeye ve mahkemenize ve Ankara'nın altı makamatına üç sene zarfında iki defa takdim edilip tenkid görmeyen Müdafaa Risalesinde kat'i cevap verilidiği halde o hadisin hakikatını beyan sadedinde bir kusurlu şahsa mutabık çıkmasını hiçbir kanun suç sayamaz.
Afyon Mahkemesine beyan ediyorum ki: Artık yeter, sabır ve tahammülüm kalmadı. Yirmiiki sene sebepsiz bir nefy içinde daimi tarassudlarla beraber tecrid-i mutlak ve haps-i münferid tarzında beni sıkmakla beraber altı mahkeme iki-üç mes'eleden başka Risale-i Nur'un yüz kitabında medar-ı mes'uliyet bulmadığı halde evham yüzünden ve imkânâtı vukuat yerinde istimal etmek cihetiyle kanunsuz bizi üç def'a hapse sokup yüzbin lira Nur Şakirdlerine zarar vermek, hiç dünyada emsali vuku' bulmamış bir gadirdir ki; istikbal ve nesl-i âti pek şiddetli olarak zâlim sebeblerini lanetle yâd edecekleri gibi, mahkeme-i kübrâda cehennemin esfel-i safilinine atmakla o zalimleri mahkum edeceklerine kat'i kanaatımızla şimdiye kadar bir derece teselli bulup sükût ederek, tahammül ediyorduk. İşte onbeş sene zarfında altı mahkeme, yüzyirmi Nur Risalelerini ve mektuplarımızı tedkik edip, beşi , bize her cihetle beraet vermek manasiyle ilişmediler.
Yalnız Eskişehir Mahkemesi tek bir mes'ele olan tesettür-ü nisa hakkında olan bir küçük risalenin beş-on kelimesini bahane ederek, lastikli bir kanunla hafif bir ceza verdiği zaman mahkeme-i temyizden sonra, lâyiha-yı tashihimde kanunsuzluğun yalnız tek bir numunesi olarak resmen Ankara'ya yazdık ki, binüçyüzelli senede, üçyüzelli milyonun kudsi bir düsturiyle ve daimi ve kuvvetli bir âdet-i İslamiyeyi ders veren ve emreden tesettür âyetini, eskide bir zındığın Kur'an'ın bu âyetine itirazına ve medeniyetin tenkidine karşı müdafaa için üçyüzelli bin tefsirin icmaına ve hükümlerine ittiba' ederek, o âyeti tefsir edip binüçyüzelli senede geçen ecdadımızın mesleğine iktida eden bir adama, o tefsiri için verilen ceza ve mahkumiyetin, dünyada adalet varsa elbette o hükmü nakz edecek ve bu acip lekeyi bu hükümet-i İslamiyedeki adliyeden silecek diye Layiha-yı tashihimde yazdım. İşte bu nümune gibi size ve Ankara makamatına takdim edilen müdafaanamemde böyle acip çok nümuneleri elbette anlamışsınız.
Ben Afyon Mahkemesinden taleb ve ümit ederim ki; bu millete ve bu vatana bir ordu kadar hizmeti ve bereketi bulunan Risale-i Nur'un tam serbestiyetine karar vermenizi, hakikat-ı adalet namına sizden bekliyoruz. Yoksa münasebetimle hapse giren beş-on adam arkadaşlarımın gitmesiyle beraber size haber veriyorum ki ; beni büyük bir cezaya çarpacak bir suç işleyip bu çeşit hayattan veda edeceğimi mecbur eden bir fikir kalbime gelmiş. Şöyle ki: Hükûmet beni tam himayeti ve bana yardım etmek, milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzumu varken, beni sıkması ima eder ki; kırk seneden beri benimle mücadele eden zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden bir kısım komünist komitesinden bir kısım, ehemmiyetli birer resmi makamları elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükumet ise, ya bilmiyor veya aldırmıyor diye çok emareler bana endişe veriyor. İddianamede benim hakkımda dört esas var.
Biri : Güya bende tefahur ve hodfuruşluk var ve kendimi müceddid biliyorum. Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem mehdilik isnadını hiç kabul etmediğimi bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hattâ Denizli'deki ehl-i vukuf :"Eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirdleri kabul edecek" dediklerine mukabil, Said itiraznâmesinde demiş ki; "Ben seyyid değilim, Mehdî seyyid olacak" diye onları red etmiş ve hiçbir vakit hatırıma gelmemiş ve dememişim ki; benim mehdiliğim var. Yalnız bir def'a bir risalede demişim ki; ahirzamanda gelecek Âl-i Beyt'ten Hazret-i Mehdi'nin çok vazifelerinden bir vazifesi olan iman-ı tahkiki ile ehl-i imanı kurtarmak vazifesi Risale-i Nur'da misli var. İnşaallah o zat geldiği vakit Risale-i Nur'u o cihette bir program yapacak dediğim, yoksa; ben seyyid olmadığım gibi hiçbir vakit böyle haddimden yüz derece ziyade hülyalarda bulunmadığım ve Risale-i Nur'un bazı hüsn-ü zanlı talebelerinin mübalağakârane mahremce üstadına haddinden ziyade hüsn-ü zan edip Risale-i Nur'un hadimliği itibariyle bazı böyle müceddid gibi ünvanları vermeleri için onları reddedip hatırlarını kırmışımdır. İkinci esas : Neşriyatı gizlemesi ise, gizli düşmanlarımız yanlış mânâ verdirmesin.. Yoksa siyasete ve dünya asayişine teması cihetiyle değildir. Hem, eski harf ile teksir makinesini bir bahane bulmasınlar.. ve Mustafa Kemal'e karşı Nur'un kırk sene evvelki beyana istinaden tokadı ise; altı mahkeme ve Ankara makamatı bilmiş, ilişmemişler.. ve bize beraet verdiler.. ve Beşinci Şua ile beraber bütün kitaplarımızı iade ettiler... Hem onun fenalığını göstermek ordunun kıymetini muhafaza etmek içindir. Bir şahsı sevmemesi orduyu muhabbetkârane sena içindir. Üçüncüsü : Emniyeti ihlâle teşvik ediyor demesine mukabil, yirmi sene zarfında yüz bin adam Nurcuların yüz bin nüsha Nur Risalelerini altı mahkemede ve on vilayette emniyeti ihlale ve asayişi bozmağa dair, on vilayetin zabıtaları ve altı mahkeme hiçbir maddeyi kaydetmemesi... ve bulmaması bu acib ittihamı çürütüyor... Bu yeni iddianamede üç mahkemenin bize beraet verdikleri aynı noktalara ait ve cevapları mükerreren verilmiş ehemmiyetsiz birkaç mes'eleye cevap vermek manasızdır. O mes'elelerle bizi ittiham etmek ondan bize beraet veren Anakara Ağır Ceza ve Denizli ve Eskişehir Mahkemelerini ittiham etmek hükmünde olmasından cevabını onlara bırakıyorum.. ve ondan başka da iki- üç mes'ele var.. Birisi : İki sene Denizli ve Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde inceden inceye tetkikten sonra bize beraet verip o kitabı bize iade ettikleri halde, o Beşinci Şua'ın bir-iki mes'elesini ölmüş gitmiş bir kumandana tatbik edip, bize suç gösteriyor...
Biz dahi deriz : Ölmüş gitmiş, hükümetten alâkası kesilmiş bir şahıs aleyhinde tatbik edilebilen külli bir haklı tenkidi hiçbir kanun suç saymaz. Hem, küllî bir te'vil mânâsından makam-ı iddia cerbezesiyle, o kumandana bir hisse çıkarıp ona tatbik etmiş. Böyle yüzde bir adam ancak fehmeden bir hakikatın, bir mahrem ve gizli bir risalede bulunmasını hiçbir kanun suç sayamaz. Hem o risale harika bir tarzda müteşabih hadislerin te'villerini beyan etmiş... o beyan otuz kırk sene evvel olduğu ve üç mahkemeye ve mahkemenize ve Ankara'nın altı makamatına üç sene zarfında iki defa takdim edilip tenkid görmeyen Müdafaa Risalesinde kat'i cevap verilidiği halde o hadisin hakikatını beyan sadedinde bir kusurlu şahsa mutabık çıkmasını hiçbir kanun suç sayamaz.
Ses Yok