Müdafalar | Müdafalar | 101
(1-190)
Üçüncüsü : Ölmüş gitmiş, hükümetten alâkası kesilmiş ve inkılabdaki bazı kusurata sebep olmuş bir reise sarihan tenkid ve itiraz da olsa, kanunen bir suç olamaz. Halbuki sarahat değil, o kendi cerbezesiyle külli beyanatımızı ona tatbik etmiş. O mahrem ve herkese bildirmediğimiz manaları izhar ve teşhir edip umumun nazar-ı dikkatini celbediyor. Eğer onda bir suç varsa, o makam-ı iddia suçlu olur. Çünki, halkı teşvik edip o mânalara nazar-ı dikkati celbediyor.
Dördüncüsü : Üç mahkeme cem'iyet noktasında bize kat'i beraet verdiği halde, yine eski nakarat gibi, gizli cem'iyet vehmine bin dereden su toplamak gibi emareler araştırmış. Halbuki siyasi ve vatan ve millete zararlı olan müteaddid cem'iyyetler varken, onlara müsaade ve müsamahakârâne bakmakla beraber, bizim gibi, binler şahidin ve emarelerin ve altı vilayetin ilişmemeleriyle sabit olan Nur Talebelerinin ders arkadaşlarını ve sırf vatan ve millet ve din menfaatine ve saadet-i dünyeviye ve uhreviye hesabına ve hariçten ve dahilden gelen ifsat cereyanlarına karşı mücahidane tesanüdlerine gizli cemiyet namını vermek ve yirmi senede yüzbinler Risale-i Nur Şakirdlerinin emniyeti ihlâle dair hiçbir vukuatları kaydedilmediği halde, "Dini alet ederek, emniyeti ihlâle halkı teşvik ediyor." diye makam-ı iddia onları ittiham etmesi, değil nev'-i beşeri, belki zemini de hiddete getirip o ittihamı reddeder. Her ne ise.. daha fazla söylemeye lüzum görmüyorum. İddiânâmeden çok evvel yazılan itirazname ve tetimmesi ona bir cevabımızdır...

AFYON MAHKEMESİNE İDDİANÂMEYE KARŞI VERİLEN İTİRAZNÂME TETİMMESİNİN BİR ZEYLİDİR.
Evvelen : Mahkeme-i âliyenize beyan ediyorum ki: İddianâme; Denizli, Eskişehir mahkemelerimizdeki o eski iddianâmeler ve aleyhimizde sathî ehl-i vukufların sathî tahkikatlarına bina edildiğinden mahkemenizde dava ettim ki; Bu iddianâmenin yüz yanlışını isbat etmezsem, yüz sene cezaya razıyım. İşte o davamı isbat ettim, yüzden ziyade yanlışların cetvelini isterseniz takdim edeceğim.
Sâniyen : Ben Denizli Mahkemesinde, kitab ve evraklarımız Ankara'ya gittiği sırada, aleyhimize hüküm verilecek diye telaş ve me'yusiyetle beraber, arkadaşlarıma yazdım. Ve bazı müdafaatımın âhirinde de bulunuyor. O yazdığım parça şudur: Eğer Risale-i Nur'u tenkid fikriyle tedkik eden adliye memurları, imanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra beni idam ile mahkum etseler; şahid olunuz, ben hakkımı onlara helal ediyorum. Çünki biz hizmetkârız. Risale-i Nur'un vazifesi, imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı fark etmiyerek hizmet-i imaniyeyi hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmağa mükellefiz.
İşte ey hey'et- hâkime! Bu hakikata binaen Risale-i Nur'un cerhedilmez kuvvetli hüccetleri elbette mahkemede kalbleri kendine çevirmiş. Aleyhimde ne yapsanız ben hakkımı helal ederim, gücenmem. Bunun içindir ki; eşedd-i zulüm ile bir eşedd-i istibdad tarzında şahsımı hiç ömrümde görmediğim ihanetlerle çürütmekle damarıma dokundurulduğu halde tahammül ettim. Hatta beddua da etmedim. Bize karşı bütün ittihamlara ve bütün isnad edilen suçlara karşı elinizdeki Risale-i Nur'un mecmuaları, benim mukabele edilmez müdafaanâmem ve cerhedilmez itiraznâmemdirler.
Medar-ı hayrettir ki: Mısır, Şam, Haleb, Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme allâmeleri ve Diyanet Riyasetinin müdakkik hocaları, o Nur Mecmualarını tedkik edip hiç tenkid etmiyerek takdir ve tahsin ettikleri halde, iddianameyi aleyhimize toplayan zekavetli zat; Kur'an'ı yüzkırk sûredir diye, acib ve pek zahir bir yanlışı ile ne derece sathî baktığı ve Risale-i Nur'un bu ağır şerait içinde ve benim gurbet ve kimsesizlik ve perişaniyetimde ve aleyhimde dehşetli hücumlarla beraber yüzbinler ehl-i hakikata kendini tasdik ettirdiği halde, daha Kur'an'ın kaç sûresi var, dikkatsizlikle bilmeyen iddiacı zat: "Risale-i Nur, Kur'an'ın tefsirine ve hadislerin te'viline çalışmasiyle beraber bir kısmında, okuyanlara bir şey öğretme bakımından ilmî bir mahiyet ve kıymet taşımadığı görülmektedir." diye tenkidi ne derece kanundan, hakikatten, adaletten ve haktan uzak olduğu anlaşılıyor.
Hem ey hey'et-i hâkime! Sizi, size şekva ediyorum ki; kırk sahifeli ve yüzer yanlışı bulunan ve kalblerimizi yaralayan iddianâmeyi tamamiyle bize iki saat dinlettirdiğiniz halde, ayn-ı hakikat birbuçuk sahifeyi ona karşı -ısrarımla beraber- bir-iki dakika okumağa müsaade etmediğiniz için., ona mukabil itiraznâmemi tamamiyle okumaklığıma adalet namına sizden müsaade istiyorum.
Sâlisen : Herbir hükûmette muhalifler var. Asayişe ilişmemek şartiyle, kanunen onlara ilişilmez. Ben ve benim gibi dünyadan küsmüş kabrine çalışanlar; elbette binüçyüzelli senede, ecdadımızın mesleğinde ve Kur'an'ımızın daire-i terbiyesinde ve her zamanda üçyüzelli milyon mü'minlerin takdis ettiği düsturlarının müsaade ettiği tarzda hayat-ı bâkıyesine çalışmayı terkedip gizli düşmanlarımızın icbariyle ve desiseleriyle fâni kısacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihane bir medeniyetin ahlaksızcasına belki bir nevi bolşevizmde olduğu gibi vahşiyane kanunlara, düsturlara tarafdar olup onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür! Ve dünyada hiçbir kanun ve zerre miktar insafı bulunan hiçbir insan bunları onlara kabul ettirmeğe cebretmez. Yalnız o muhaliflere der: Bize ilişmeyiniz, biz de ilişmemişiz.
İşte bu hakikata binaendir ki: Ayasofya'yı puthane ve Meşihatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfi kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz. Ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde, siyasete karışmadık, idareye ilişmedik, âsâyişi bozmadık. Yüzbinler Nur arkadaşım varken, âsâyişe dokunacak hiçbir vukuatımız kaydedilmedi. Ben şahsım itibariyle hiç hayatımda görmediğim bu âhir ömrümde ve gurbetimde şiddetli ihanetler ve damarıma dokunduracak haksız muameleler sebebiyle, yaşamaktan usandım. Tahakküm altındaki serbestiyetten dahi, nefret ettim. Size bir istida' yazdım ki; herkese muhalif olarak ben beraetimi değil, belki tecziyemi taleb ediyorum. Ve hafif cezayı değil, sizden en ağır cezayı istiyorum. Çünki, bu emsalsiz, acib muameleden kurtulmak için ya kabre veya hapse girmekten başka çârem yok. Kabir ise, intihar caiz olmadığımdan ve ecel gizli olmasından şimdilik elime geçmediğinden, dokuz ay tecrid-i mutlakda bulunduğum hapse razı oldum. Fakat, bu istidayı masum arkadaşlarımın hatırları için şimdilik vermedim. Râbian : Benim bu otuz sene hayatımda ve Yeni Said tabir ettiğim zamanımda bütün Risale-i Nur'da yazdıklarım ve şahsıma temas eden hakikatlarının tasdikiyle ve benimle ciddi görüşen ehl-i insaf zatların ve arkadaşların şehadetleriyle iddia ediyorum ki: Ben nefs-i emmaremi elimden geldiği kadar hodfüruşluktan, şöhretperestlikten, tefahurdan men'e çalışmışım ve şahsıma ziyade hüsn-ü zaneden Nur Talebelerinin belki yüz def'a hatırlarını kırıp cerhetmişim. Ben mal sahibi değilim, Kur'an'ın mücevherat dükkanının bir biçare dellâlıyım dediğimi; hem yakın kardeşlerimin tasdikleriyle ve emarelerini görmeleriyle, ben, değil dünyevî makamatı ve şan ü şerefi şahsıma kazandırmak.. belki mânevî büyük makamat faraza bana verilse de, fakat hizmetteki ihlasıma nefsimin hissesi karışmak ihtimaline binaen korkarak o makamatı da hizmetime feda etmeğe karar verdiğim ve fiilen de öylece hareket ettiğim halde, mahkeme-i âlînizde güya en büyük bir siyasi mes'ele gibi, bana karşı bazı kardeşlerimin Nurdan istifadelerine mânevi bir şükran olarak -ben kabul etmediğim halde- pederinden çok fazla hürmet etmesini medar-ı sual ve cevap yaptınız. Bir kısmını inkâra sevk ettiniz, bize hayret ile dinlettirdiniz. Acaba kendi razı olmadığı ve kendini lâyık bulmadığı halde başkaların onu medhetmeleriyle o biçareye bir suç tevehhüm edilebilir mi?
Ses Yok