Müdafalar | Müdafalar | 103
(1-190)
Ağır Ceza Reisine beyan ediyorum ki: Eskiden beri fıtratımda tahakkümü kaldıramadığım için dünyaya karşı alâkamı kesmiştim. Şimdi o kadar mânasız, lüzumsuz tahakkümler içinde hayat bana gayet ağır gelmiş, yaşayamıyacağım. Hapsin haricinde, yüzler resmî adamların tahakkümlerini çekmeğe iktidarım yok. Bu tarz hayattan bıktım. Ben sizden bütün kuvvetimle tecziyemi taleb ediyorum. Şimde kabir elime geçmiyor. Hapiste kalmak bana lâzımdır. Makam-ı iddianın asılsız isnad ettiği suçlar siz de bilirsiniz ki, yok. Beni cezalandırmaz. Fakat beni mânen cezalandıracak vazife-i hakikiyeye karşı büyük kusurlarım var. Eğer sormak münasib ise, sorunuz...
Evet büyük kusurlarımdan birtek suçum: Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi -dünyaya bakmadığım için-yapmadığımdan hakikat noktasında afvolunmaz bir suç olduğunu ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine şimdi bu Afyon hapsinde kanaatım geldi. Nur Şâkirdlerinin hâlis ve sırf uhrevî, Nurlara ve tercümanına karşı alâkalarına, dünyevî, siyasî cemiyet namını verip onları mes'ul etmeğe çalışanlar, ne kadar hakikattan ve adaletten uzak düştüklerine karşı üç mahkemenin o cihetde beraet vermesiyle beraber deriz ki:
Hayat-ı içtimaiyye-i insaniyenin hususan millet-i İslâmiyenin üssü'l-esası: Akrabalar içinde samimane muhabbet ve kabile ve taifeler içinde alâkadarane irtibat ve İslâmiyet milliyetiyle mü'min kardeşlerine karşı, mânevî, muavenetkârane bir uhuvvet ve kendi cinsi ve milletine karşı manevî fedakârane bir alaka ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur'an hakikatlarına ve nâşirlerine sarsılmaz bir râbıta ve iltizam ve bağlılık gibi hayat-ı içtimaiyeyi esasiyle te'min eden bu râbıtaları inkâr etmekle (1) ve şimaldeki dehşetli anarşistlik tohumunu saçan ve nesil ve milliyeti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmağa yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle (2) ancak Nur Şakirdlerine medar-ı mes'uliyet cem'iyet namını verebilir. Onun için hakiki Nur Şâkirdleri çekinmeyerek Kur'an hakikatlerine karşı kudsî alâkalarını ve uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen herbir cezayı memnuniyetle kabul ettiklerinden, mahkeme-i âdilenizde hakikat-ı hâli olduğu gibi itiraf ediyorlar. Hile ile, dalkavukluk ile ve yalanlarla kendilerini müdafaa etmeye tenezzül etmiyorlar.
Mevkuf Said Nursî

HEY'ET-İ VEKİLEYE GAYET EHEMMİYETLİ BİR RİCAM VAR
Risale-i Nur'dan "Siracü'n Nur" nâmındaki üçyüz sahifeden ziyade mecmuanın âhirinde ve aslı çok zaman evvel yazılan ve onbeş sâhife kadar olan ve hey'et-i vekilece o mecmuanın toplanmasına vesile bulunan "Beşinci Şuâ", herkese, hususan musibetzedelere ve ihtiyarlara ve îmanda şüphelere düşenlere pekçok fâideleri tahakkuk eden "Siracü'n Nur"dan, o zararlı tevehhüm edilen parçayı çıkarıp yasak ederek, mütebâki üçyüz sâhifenin neşrine izin verilmesini ve tesellisinden tam istifade eden bütün musibetzedeler ve ihtiyarlar ve îman hakikatlarına muhtaçlarla berâber hey'et-i vekileden rica ederiz.
Hem dörtyüz sâhifeli "Zülfikar"da otuz sene evvel Avrupa feylesoflarına karşı yazılan irsiyet ve tesettür hakkındaki iki âyetin tefsiri iki sâhife.. hem otuz sene evvel tab'edilen "İşâratü'l-İ'caz" da bankaya dair bir satır ve hem otuz sene evvel ben, Dârül Hikmet'te iken İngiltere'nin Anglikan Kilisesi'nin baş papazının Meşihat-ı İslâmiyeden sorduğu altı sual içinde bir satır kadar yazılan yazıların kaldırılarak şimdiki kanûn-u medeniye uygun gelmediği -iki sahife bir satır- bahanesiyle müsâdere edilen ve âlem-i İslâmca çok tahsin ile çok menfaatı bilfiil görülen ve üç rükn-ü îmaniyi hârika bir tarzda isbat eden o "Zülfikar mecmuamızı iade etmesini rica edip istiyoruz ve hakkımızdır. Bir mektupta beş kelime sansür edilse bâki kısmına izin verilmesi gibi, biz de kanunen ehemmiyetli bu hakkımızı isteriz. Ve hakkımızda habbeleri kubbeler yapanların zulmünden kurtarılmamızı, millet ve vatan ve âsâyişe Nurlarla hizmet eden Kur'an ve îmân-perverlerle berâber taleb ederiz. Hem onsekiz sene evvel şiddetli bir zulme mâruz olduğum hiddetli bir zamanımda yazdığım "Hücumât-ı Sitte"yi sekiz seneden beri görmediğim gibi, mahrem deyip neşrine izin vermemişim ve hem üç-dört mahkemenin eline geçmiş o risâleyi sahiplerine iâde etmişlerdir.
Said Nursî
(Diyânet Riyasetindeki ehl-i vukufa bir teşekkürnâme ve tedkiklerindeki cüz'i ve cevabı zâhir ve verilmiş tenkidlerine tashihle yardım etmek için "ÜÇ NOKTA"yı beyan edeceğim.)
Birincisi : Üç cihetle o âlimlere teşekkür ederim. Şahsım itibariyle minnettarım. Birincisi : "Sirac-ün Nur" mecmuasının Beşinci Şua'dan başka onüç parçasını takdirkârane hulâsa etmeleridir.
İkincisi : Medâr-ı ittihamımız olan, tarikatçılık ve cemiyetcilik ve emniyeti ihlâl bahanelerini reddetmeleridir.
Üçüncüsü : Benim mahkemedeki dâvamı tasdikleridir. Yâni, mahkemeye dedim: Kusur varsa bütün o kusur benimdir. Nur Talebeleri hâlis ve mâsum olup îmanları için Nurlara çalışmışlar. İşte o ehl-i vukuf dahi Nurcuları kurtarıyorlar. Bütün kusuru bana veriyorlar. Ben de onlara, Allah sizden râzı olsun derim. Yalnız, merhum Hasan Feyzi ve merhum Hâfız Ali'yi ve o iki mübârek şehidin sisteminde ve vârislerinden iki-üç zâtı benim suçuma şerik etmişler. Fakat bir cihette sehvetmişler. Çünki, o zâtlar, kusurda değil belki hizmet-i îmâniyede benden ileri ve benim hatâlarımdan müberrâ olarak za'fiyetime merhameten inâyet-i İlâhiyye tarafından bana yardımcı verilmişler. İkinci Nokta : O ehl-i vukuf, Beşinci Şuâ'daki rivâyetlerin bir kısmına zaif ve bir kısmına mevzu demişler ve te'villerinin bir kısmına yanlış demişler ki; bu Afyon'da aleyhimizde iddianâme o tarzda yazılmış ve onbeş sahifede seksen bir yanlış yaptığını bir cedvelde isbat etmişiz. Muhterem ehl-i vukuf o cedveli görsünler. Birtek nümunesi şudur:
İddiacı demiş : "Bütün te'villeri yanlıştır ve o rivâyetler, ya mevzu veya zaiftir."
Biz dahi deriz : Te'vil demek, yâni bu mânâ bu hadisten murad olmak mümkündür, muhtemeldir demektir. Mantıkça o mânânın imkânını reddetmek ise, muhâliyetini isbat etmek ile olur. Halbuki o mânâ, göz ile görüldüğü ve tahakkuk ettiği gibi, hadîsin mânâ-yı işârî tabakasının külliyetinde bir ferd olması bilmüşahede mu'cizâne bir lem'a-yı ihbar-ı gaybiyi, bu asrın gözüne gösterdiğinden, hiçbir cihetle kabil-i inkâr ve itiraz olamaz. Hem o "bütün rivayetler, mevzudur veya zaifdir" iddiacının demesi üç vecihle yanlış olduğu, cedvelde isbat edilmiş.
Ses Yok