Müdafalar | Müdafalar | 100
(1-190)
AFYON MAHKEMESİNE BEYAN EDİYORUM Kİ:
Bazı emarelerle bildim ki: Gizli düşmanlarımız Nur'ların kıymetini düşürmek fikriyle siyaset manasını hatırlattıran mehdilik davasını tevehhüm ile, güya Nurlar buna bir âlettir diye çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar.
O gizli zâlim düşmanlara ve onları aleyhimizde dinleyenlere deriz. Hâşâ! Sümme hâşâ! Hiçbir vakit böyle haddimden tecavüz edip iman hakikatlarını şahsiyetime bir makam-ı şân ü şeref kazandırmağa âlet etmediğimi; yetmişbeş, hususan bu otuz senelik hayatım ve yüzotuz Nur Risaleleri ve benim ile tam arkadaşlık eden binler zatlar şehadet ederler. Evet, Nur Şakirdleri biliyorlar ve mahkemelerde hüccetlerini göstermişim ki; şahsıma değil bir makam, şan ve şeref ve şöhret vermek ve uhrevi ve manevî bir mertebe kazandırmak, belki bütün kanaat ve kuvvetimle ehl-i imana bir hizmet-i imaniye yapmak için, değil yalnız dünya hayatımı ve fâni makamatımı, belki -lüzumu olsa- âhiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevi bakî mertebelerini feda etmeği; hatta cehennemden bazı biçare ehl-i imanları kurtarmağa vesile olmak için -lüzum olsa- cenneti bırakıp cehenneme girmeği kabul ettiğimi hakiki kardeşlerim bildikleri gibi, mahkemelerde dahi bir cihette isbat ettiğim halde, beni bu ittihamla Nur ve iman hizmetimde bir ihlassızlık isnad etmek ve Nurların kıymetini tenzil etmekle milleti onun büyük menfaatlarından mahrum etmektir.
Acaba, bu bedbahtlar dünyayı ebedi ve herkesi kendileri gibi dini ve imanı dünyaya alet ediyor tevehhümüyle dünyadaki ehl-i dalalete meydan okuyan ve hizmet-i imaniye yolunda hem dünyevi hem -lüzum olsa- uhrevi hayatlarını feda eden ve mahkemelerde dava ettiği gibi, bir tek hakikat-ı imaniyeyi dünya saltanatıyla değiştirmeyen ve siyasetten ve siyasi manasını işmam eden maddî ve manevî mertebelerden ihlas sırrı ile bütün kuvvetiyle kaçan ve yirmi sene emsalsiz işkencelere tahammül edip siyasete -imanî meslek- itibariyle tenezzül etmeyen ve kendini -nefsi itibariyla- talebelerinden çok aşağı bilen ve onlardan daima himmet ve dua bekleyen ve kendi nefsini çok biçare ve ehemmiyetsiz itikad eden bir adam hakkında bazı halis kardeşleri, Risale-i Nur'dan aldıkları fevkalade kuvvet-i imaniyeye mukabil onun tercümanı olan o biçareye -tercümanlık münasebetiyle- Nur'ların bazı faziletlerini hususi mektuplarında ona isnad etmek ve hiçbir siyaset hatırına gelmeyerek, âdeta binaen, insanlar sevdiği adi bir adama da ; "Sultanımsın, velinimetimsin." demeleri nev'inden yüksek makamı vermek ve haddinden bin derece ziyade hüsnü zan etmek ve eskiden beri üstad ve talebeler mabeyninde câri ve itiraz edilmeyen bir makbûl âdet ile teşekkür mânasında pek fazla medh-ü sena etmek, eskidenberi makbul kitapları âhirinde mülağa ile medhiyeler, takrizler yazılmasına binaen hiçbir cihetle suç sayılabilir mi? Gerçi mübalağa itibarıyla hakikata bir cihette muhaliftir.
Fakat; kimsesiz, garib ve düşmanları pekçok ve onun yardımcılarını kaçıracak çok esbab varken, insafsız çok mu'terizlere karşı sırf yardımcılarının kuvve-i mâneviyelerini takviye etmek ve kaçmaktan kurtarmak ve mübalağalı medhedenlerin şevklerini kırmamak için onları medihlerini Nur'a çevirip bir kısım medihlerini bütün bütün reddetmedi halde, onun bu yaştaki kabir kapısında hizmet-i imaniyesini dünya cihetine çevirmeğe çalışan bazı resmî me'murların ne derece haktan, kanundan, insaftan uzak düştükleri anlaşılır.
Son sözüm :
dur.

LÂHİKA
Sorgu hakimliğinin son tahkikat kararnamesinin arkasında demiş ki: Hey'et-i vekile mucizat-ı Kur'aniye yani, yalnız Yirmibeşinci Söz Risalesinin üç ayetin medeniyete karşı beyanatı şimdiki kanun-u medeniyete uygun gelmediği bahanesiyle resmen dağılmasının yasak edilmesine ve toplanmasına dört ay evvel bir karar vermiş diye gördüm. Buna cevaben mu'cizat-ı Kur'aniye şimdi Zülfikarda'dır. Ve Zülfikar'ın dörtyüze yakın sahifesinden yalnız iki sahifesinde otuz sene evvel medeniyetin Kur'an'a karşı tenkidlerine mukabil itiraz edilmez bir tarzda cevap verilen ve eski risalelerimde bulunan üç ayetin tefsiridir. Biri: Tesettür-ü Nisvan hakkında ayet İkincisi : İrsiyet hakkında “feli ümmihis südddüsü” Üçüncüsü : Yine irsiyet hakkında âyetlerindeki hakikatların hikmetini feylesofları ilzam edecek bir surette iki sahifeyi yirmi sene evvel ve başka risalelerimde otuz sene evvel yazdığım halde bugün yazılmış gibi tevehhümüyle dörtyüz sahife Zülfikar yasak edilmesinin yerine o iki sahifeyi Zülfikar'dan çıkarıp kitabımızı bize iade etmek kanunen hakkımızdır. Nasıl bir mektubda zararlı bir iki kelime bulunsa o kelimeler kaldırılır, mütebâkisinin neşrine izin verilir kabilinden mahkeme-i âdilenizden bu hakkımızı isteriz. Size iki ay evvel itiraznâmem, bir aya yakın evvel itiraznâmenin tetimmesi o lahikası hem Ankara'nın altı makamatına hem makamınıza verilmiş. İşte bu itiraznâme o iddianâmeyi esasiyle kesiyor ve reddediyor. Yeniden iddianâneye karşı itiraznâme yazmağa hiç lüzum görmüyorum. Yalnız iki üç noktayı makam-ı iddiaya hatırlatmak nev'inden derim ki; ben iddianâmeyi nazar-ı itibara alıp cevap vermediğimin sebebi, bize beraet ettiren üç âdil mahkemenin haysiyetini kırmamak ve ihanet etmemek içindir. Çünki, o mahkemeler, şimdi iddianâmedeki esasları tamamiyle inceden inceye tedkikten sonra bize beraet vermişler. Onların beraetini hiçe saymak, adliyenin şerefine ilişmektir. İkinci Nokta : Makam-ı iddia, cerbezesiyle binler mesail içinde bir-iki mes'eleyi hatırımıza gelmiyen bazı mânalar vererek, o mesâiller Nur'un büyük mecmualarında Mısır Câmiü'l-Ezher uleması ve Şam-ı Şerif büyük alimleri ve Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'nin müdakkik hocaları ve Haleb vesaire hususan Diyanet Riyasetinin muhakkik alimleri onları görüp kemal-i takdirle tahsin ve tasdik ettikleri halde, hocavarî ve âlimâne bazı ilmî itirazları bu iddianamede hayretle ve taaccüble gördüm. Haydi bazı yanlışlarım bulunsa, binler âlimlerin görmedikleri veya ilişmedikleri iddianâmedeki o yanlışlar hakiki olsa da bir suç olamaz, yalnız ilmî bir hata olabilir. Hem üç mahkeme bütün Risale-i Nur'u ve bizleri beraet ettirdiği; yalnız Eskişehir Mahkemesi bir tesettür-ü nisvan mes'elesine dair "Yirmidördüncü Lem'a"nın onbeş kelimesini sebep gösterip, bana ve yüzde onbeş arkadaşıma hafifçe bir ceza verdi. Size takdim ettiğim tetimme-i itirazımda, üçyüzelli bin tefsirin hükmüne ittiba ile, o tefsirim için mahkûmiyetim, rûy-i zeminde adalet varsa o hükmü kabul etmez diye yazmışım. Makam-ı iddia, bin dereden su getirir gibi yirmi senedenberi yazılan kitab ve mektupların bazı cümlelerini zekavetiyle aleyhimize çevirmeğe çalışmış. Halbuki bu noktada bizi beraet ettiren üç değil belki beş altı mahkeme, bu mevhum suçta bize şerik oluyorlar. Ben o âdil mahkemelerin haysiyetine ilişmemek lazım geliyor diye, makam-ı iddiaya hatırlatıyorum.
_______
Haşiye : İddianamede yanlış bir mâna verip, Nur'un Kerametlerinden tokat tarzındaki bir kısmını medar-ı ittiham saymış. Güyâ Nur'lara hücûm zamanında gelen zelzele gibi belâlar Nur'un tokatlarıdır. Hâşâ, sümme hâşâ! Biz öyle dememişiz. Belki; mükerrer yerlerde hüccetlerle demişiz ki: Nur'lar makbûl sadaka gibi, belaların def'ine vesiledir. Ne vakit ona hücûm edilse; o gizlenir... musibetler fırsat bulup başımıza geliyorlar. Evet Nur'un binler şâkirdinin tasdik ve müşâhedeleriyle yüzler vukûat ve hâdisatla, tesadüf ihtimali olmayan o hâdisâtın tevâfukları ve Kur'ân'ın müteaddid işârât ve tevafukatıyla (hatta mahkemelerde kısmen gösterildiği cihette) kat'î kanaatımız var ki: O tevafukât Risâle-i Nur'un makbuliyetine bir ikrâm-ı İlâhiyedir.. ve Kur'ân hesabına Nurlara bir nevi' kerametlerdir.
Ses Yok