Müdafalar | Müdafalar | 97
(1-190)
Yedincisi : Sâbık mahkemelerde dâva ettiğim ve hüccetlerini gösterdiğimiz gibi; bizim gizli düşmanlarımız ve hükûmeti iğfal ve bir kısım erkânını evhamlandıran ve adliyeleri aleyhimize sevk eden resmî ve gayr-i resmî muarızlarımız, ya gayet fena bir surette aldanmış veya aldatılmış veya anarşilik hesabına gayet gaddar bir ihtilâlcidir veya İslâmiyete ve hakikat-ı Kur'an'a karşı mürtedâne mücadele eden bir dessas zındıkdır ki; bize hücum etmek için istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermekle, irtidâd-ı mutlakı rejim altına almakla, sefâhet-i mutlaka medeniyet nâmını takmakla, cebr-i keyfî-i küfriye kanun namını vermekle; hem bizi perişan, hem hükûmeti iğfal, hem adliyeyi bizimle mânasız meşgul eylediler. Onları Kahhâr-ı Zülcelâl'in kahrına havale edip, kendimizi onların şerrinde muhafaza için
kal'asınaa iltica ederiz.
Sekicincisi : Geçen sene Ruslar, çoklukla hacıları hacca gönderip, onlar ile propaganda yapıp ki, Ruslar başka milletlerden ziyâde Kur'an'a hürmetkâr diye, âlem-i İslâm'ı din noktasında bu vatandaki dindar millet aleyhine çevirmeğe çalıştığı aynı zamanda Risale-i Nur'un büyük mecmuaları hem Mekke-i Mükerreme'de, hem Medine-i Münevvere'de, hem Şam-ı Şerif'te, hem Mısır'da, hem Haleb'de âlimlerin takdirleri altında kısmen intişarlarıyle, o komünist propagandasını kırdığı gibi, âlem-i İslâm'a gösterdi ki; Türk Milleti ve kardeşleri eskisi gibi dinine ve Kur'an'ına sahiptir ve sâir ehl-i İslâm'ın büyük bir kardeşi ve Kur'an hizmetinde kahraman kumandanıdır diye o ehemmiyetli, kudsî merkezlerde o Nur mecmuaları gösterdiler. Acaba Nur'un bu kıymetdar hizmet-i milliyesi bu tarz işkencelerle mukabele görse, zemini hiddete getirmez mi?
Dokuzuncusu : Denizli müdafaatımda izahı ve isbatı bulunan bir mes'elenin kısacık bir hülâsasıdır. Bir dehşetli kumandan deha ve zekâvetiyle ordunun müsbet hasenelerini kendine alıp ve kendinin menfi seyyielerini orduya vererek o efrad adedince haseneleri, gazilikleri bire indirdi. Ve seyyiesini ordu efradına isnad ederek onların adedince seyyieler hükmüne getirdiğinden dehşetli bir zulüm ve hilâf-ı hakikat olmasından ben kırk sene evvel beyan ettiğim gibi bir hadisin o şahsa vurduğu tokada binaen bana hücum eden sabık mahkemelerimizde bir müdde-i umumiye dedim: Gerçi onu hadislerin ihbarıyla kırıyorum, fakat ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatalardan vikaye ederim. Sen ise bir tek dostun için Kur'an'ın bayraktarı ve âlem-i İslâm'ın kahraman bir kumandanı olan ordunun şerefini kırıyorsun ve hasenelerini hiçe indiriyorsun.. dedim, İnşaallah o müddei insafa geldi, hatadan kurtuldu..
Onuncusu : Adliyede adalet hakikatı ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâtefrik muhafazasına sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine binaendir ki: İmam-ı Ali (R.A.) hilâfeti zamanında bir Yahudi ile beraber mahkemede oturup muhakeme olmuşlar... Hem bir adliye reisi, bir me'muru kanunca bir hırsızın elini kestiği vakit o me'murun o zalim hırsıza hiddet ettiğini gördü.. O dakikada o me'mura azleyledi.. Hem çok teessüf ederek dedi : Şimdiye kadar adalet namına böyle hissiyatını karıştıranlar pek çok zulmetmişler... Evet; hükm-ü kanunu icra etmekte o mahkûma acımasa da hiddet edemez, etse zâlim olur. Hatta kısâs cezası da olsa; hiddetle katletse bir nev'i kâtil olur diye o hakim-i âdil demiş. İşte madem mahkemede böyle hâlis ve garazsız bir hakikat hükmediyor.. Üç mahkeme bizlere beraet verdiği ve bu milletin yüzde -bilseler- belki doksanı Nur Talebelerinin zararsız millete ve vatana menfaatlı olduklarını pek çok emarelerle şehadet ettikleri halde, burada o masum ve teselliye ve adaletin iltifatına çok muhtaç Nur Talebelerine karşı ihanetler ve gayet soğuk hiddetli muameleler yapılıyor, biz her musibete ve ihanetlere karşı sabra ve tahammüle karar verdiğimizden sükut edip Allah'a havale ederek belki bunda da bir hayır var dedik. Fakat evham yüzünden ve garazkârların jurnalları ile bu bîçâre masumlara böyle muamaleler belâların gelmesine bir vesile olacağından korktum, bunu yazmağa mecbur oldum. Zaten bu mes'elede bir kusur varsa benimdir. O biçareler sırf imanları ve âhiretleri için bana rıza-i İlâhi dairesinde yardım etmişler. Pek çok takdire müstehak iken böyle muameleler hatta kışı dahi hiddete getirdi.. Hem medar-ı hayrettir ki; bu def'a da bir cem'iyet vehmini tekrar ileri sürüyorlar. Halbuki; üç mahkeme bu ciheti tedkik edip beraet vermekle beraber mabeynimizde böyle medar-ı ittiham olacak hiçbir cem'iyete, hiçbir emare, mahkemeler, zabıtalar ve ehl-i vukuflar bulmamışlar... Yalnız bir muallimin talebeleri ve dârü'l-fünunun şakirdleri ve Kur'an dersi veren hâfızın hıfza çalışanları gibi Risale-i Nur Talebelerinde uhrevî bir kardeşlik var. Bunlara cem'iyet namını veren ve onunla ittiham eden bütün esnaf ve mekteblilere ve vaizlere siyasi cem'iyet nazarıyla bakmak gerektir. Bunun için ben böyle asılsız ve mânâsız ittihamlarla buraya hapse gelenleri müdafaa etmeği lüzum görmüyorum.. Yalnız hem bu memleketi, hem Alem-i İslâmı çok alâkadar ve maddî ve manevî bu vatana ve millete pekçok bereket ve menfaatı tahakkuk eden Risale-i Nur'u üç def'a müdafaa ettiğimiz gibi tekrar aynı hakikat ile müdafâamı men'edecek hiçbir sebeb yok ve hiçbir kanun ve hiçbir siyaset yasak etmez ve edemez. Evet biz bir cem'iyetiz ve öyle bir cem'iyetimiz var ki; her bir asırda üçyüzelli milyon dahil mensubları var. Ve her gün beş def'a namazla o mukaddes cem'iyetin prensiplerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. Kudsi programiyle birbirinin yardımına, -dualariyle ve mânevi kazançlariyle- koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cem'iyetin efradındanız. Ve hususi vazifemiz de Kur'an'ın îmanî hakikatlarını tahkiki bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebediden ve daimi ve berzahi haps-i münferidden kurtarmaktır. Sâir dünyevi ve siyasi ve entrikalı cem'iyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cem'iyetçilik gibi asılsız ve mânasız gizli cem'iyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört mahkeme inceden inceye tedkikten sonra, o cihette bize beraet vermişler.
Ses Yok