Müdafalar | Müdafalar | 94
(1-190)
AFYON MAHKEMESİNİN BİZİ İTTİHAM ETMESİNE KARŞI İTİRAZNÂMENİN BİR KISA TETİMMESİDİR.
(Bu itirazda muhatabım Afyon müddeîsi ve mahkemesi değil, belki başka yerlerdeki müdde-i umumilerin ve muhbir ve taharricilerin yanlış ve nâkıs zâbıtnâmeleriyle burada ve sorgu dairesindeki acib vaziyeti aleyhimize çeviren garazkâr ve vehham me'murlardır.) Evvelen : Aslı ve faslı olmayan ve hâtırıma gelmiyen bir siyasi cemiyet namını, mâsum ve siyaset ile hiç alâkaları olmayan Risale-i Nur Talebelerine takıp ve o daire içine giren ve îman ve âhiretinden başka bir maksadları bulunmayan bîçâreleri o cemiyetin nâşiri veya faal birer rüknü veya mensubu veya Risale-i Nur'u okumuş ve okutmuş veya yazmış diye suçlu sayıp mahkemeye vermek ne kadar adâletin mahiyetinden uzak olduğuna kat'i bir hücceti şudur ki:
Kur'an aleyhinde yazılan, Doktor Duzi'nin ve sair zındıkların o muzır eserlerini okuyanlara hürriyet-i fikir ve hürriyet-i ilmiye düsturiyle bir suç sayılmadığı halde; hakikat-ı Kur'aniyeyi öğrenmeğe gayet muhtaç ve müştak olanlara, güneş gibi bildiren Risale-i Nur'u okumak ve yazmak bir suç sayılmış. Ve hem, yüz risale içinde yanlış mâna verilmemek için mahkemelerin teşhirinden evvel mahrem tuttuğumuz iki-üç risalede yalnız birkaç cümlelerini bahane gösterip ittiham emiş. Halbuki; o risalelerden biri müstesna Eskişehir Mahkemesi tedkik etmiş, îcabına bakmış, yalnız birtek tesettür risalesinin bir-iki mes'elesine ilişmiş ve müstesnası hem istidamda ve hem itiraznâmemde gayet kat'î cevab verildiği ve "Elimizde nur var, topuz yok" Eskişehir Mahkemesinde yirmi vecihle kat'î isbat edildiği ve Denizli Mahkemesi bilâ-istisna bütün risaleleri tedkik etmiş hiçbirisine ilişmediği halde, insafsız müddeîler, o iki-üç risalelerin üç-dört cümlelerini bütün Risale-i Nur'a teşmil eder, hattâ dörtyüz sahifeli "Zülfikar"ı iki sahife için müsadere eder gibi, Risale-i Nur'u okuyan ve yazanı suçlu ve beni de hükümet ile mübareze eder diye ittiham etmişler. Ben, benim ile görüşen dostlarımı işhad ve kasemle te'min ederim ki: Bu on seneden ziyadedir ki, iki reisden ve bir meb'usdan ve Kastamonu Vâlisinden başka, hükûmetin erkânını, vükelâsını, kumandanlarını, me'murlarını, meb'usları kimler olduğunu kat'iyyen bilmiyorum ve bilmeyi de merak etmemişim.
Yalnız bir sene evvel bir-iki zât benim ile alâkadarık göstermelerinden, beş-altı erkânını bildim. Acaba hiç imkânı var mı ki; bir adam mübareeze ettiği adamları tanımasın ve bilmeyi merak etmesin ve dost mu, düşman mı diye karşısındakini tanımasına ehemmiyet vermesin! Bu hallerden anlaşılıyor ki, bil-iltizam herhalde beni perişan etmek için gayet asılsız bahaneleri icad ederler. Mâdem keyfiyet böyledir.. ben de buradaki mahkemeye değil, belki o insafsızlara derim: Ben, sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza da beş para vermem ve hiç ehemmiyeti yok. Çünki: ben, kabir kapısında, yetmişbeş yaşındayım. Böyle mazlum ve mâsum bir-iki sene hayatı, şehâdet mertebesiyle değiştirmek, benim için büyük saadettir. Risale-i Nur'un binler hüccetleriyle kat'i imanım var ki; ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer zâhiri îdam da olsa, bizim için bir saat zahmet ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur. Fakat, siz ey gizli düşmanlar ve zendeka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle sebepsiz meşgul eden insafsızlar!.. Kat'î biliniz ve titreyiniz ki; siz îdam-ı ebedi ile ebedî mahkûm oluyorsunuz. İntikamımız sizden pekçok muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz. Hattâ size acıyoruz. Evet, bu şehri yüz def'a mezaristana boşaltan ölüm hakikatı elbette hayattan ziyade bir istediği var. Ve onun îdamından kurtulmak çaresi, insanların her mes'elesinin fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurîsi ve kat'isidir. Acaba, bu çâreyi kendine bulan Risale-i Nur Şâkirdlerini ve o çâreyi binler hüccetleriyle bulduran Risale-i Nur'u âdi bahaneler ile ittiham edenler ne kadar kendiler hakikat ve adâlet nazarında müttehem oluyor, divaneler de anlar. Bu insafsızları aldatan ve hiç münasebeti olmayan bir siyasî cem'iyet vehmini veren üç maddedir. Birincisi : Eskiden beri benim talebelerim, benimle kardaş gibi şiddetli alâkadar olmaları, bir cem'iyet vehmini vermiş. İkincisi : Risale-i Nur'un bazı şakirdleri -her yerde bulunan ve cumhuriyet kanunları müsaade eden ve ilişmeyen- cemaat-ı İslâmiye hey'etleri gibi hareket etmelerinden bir cemiyet zannedilmiş. Halbuki o mahdut üç-dört şâkirdin niyetleri cem'iyet-memiyet değil, belki sırf hizmet-i îmaniyede hâlis bir kardeşlik ve uhrevî bir tesanüddür. Üçüncüsü : O insafsızlar kendilerini dalâlet ve dünya-perestlikte bildiklerinden ve hükümetin bazı kanunlarını kendilerine müsaid bulduklarından fikren diyorlar ki: "Herhalde Said ve arkadaşları; bizlere ve hükümetin, bizim medenîce nâmeşru hevesatımıza müsaid kanunlarına muhalifdirler. Öyle ise, muhalif bir cem'iyet-i siyasiyedirler." Ben de derim:
Hey bedbahtlar! Eğer dünya ebedî olsaydı ve insan içinde dâimi kalsa idi ve insanî vazifeler yalnız siyaset bulunsaydı, belki bu iftiranızda bir mâna bulunabilirdi. Hem eğer, ben siyaset ile işe girseydim, yüz risalelerde on cümle değil, belki bin cümleyi siyasetvarî, mübarezekârâne bulacaktınız. Hem farz-ı muhal olarak; eğer biz dahi sizin gibi bütün kuvvetimizle dünya maksadlarına ve keyiflerine ve siyasetlerine çalışıyoruz, âhiretten haberimiz yok, hile perdesi altında dünya garazları peşine koşuyoruz diye.. -ki; şeytan da bunu inandırmağa çalışamıyor ve kimseye kabul ettiremez.- Haydi böyle de olsa : Mâdem yirmi senede hiçbir vukuatımız gösterilmiyor. Hükümet ele bakar, kalbe bakamaz ve herbir hükümette şiddetli muhalifler bulunur. Elbette adliye kanunu ile bizleri mes'ul etmezsiniz.
Son sözüm: dir.


(Denizli beraetimizden sonra üç buçuk sene münzevi ve siyasetle alâkasız olduğum halde Afyon hapsini netice veren bu yeni hâdisenin "on vecih"le kanunsuz olduğunu beyan ediyorum.) Birincisi : Üç mahkeme ve üç ehl-i vukufun ve Ankara'nın yedi makamatında ve adliyelerin elinde iki sene Risale-i Nur tedkikle nazardan geçtiği halde, ittifak ile hiçbir muhalif kalmadan hem umum risalelerin beraetine, hem Said ile beraber yetmişbeş arkadaşı birlikte beraet edildiği ve bir gün bile ceza verilmediği halde, yeniden evrak-ı muzırra gibi o risalelere el uzatmak, ne derece kanunsuzdur, zerre kadar insafı olan bilir. İkincisi : Beraetten sonra üçbuçuk sene Emirdağı'nda münzevi, garib, kapısını hem dışarıdan kilid, hem içeriden sürgü ile kapayan ve yüzde bir adamı zaruri bir iş olmadan yanına kabul etmeyen ve yirmi seneden beri devam eden te'lifini de bırkaıp, daha te'lif etmeyen bir adama dünya siyaseti için kapısının kilidini kırarak gelip, Arabî evradından ve başındaki bir-iki levha-i imaniyeden başka taharriciler birşey bulamadıkları halde, bu eziyetin verilmesi ne derece hilâf-ı kanun olduğunu zerre kadar insafı bulunan anlar. Üçüncüsü : Mahkemede söylediğim gibi: Yetmiş şahidin tasdiki ile, yedi sene Harb-i Umumiyi bilmeyen ve merak etmiyen ve sormayan ki, şimdi on senedir aynı o halde bulunan ve yirmibeş seneden beri hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve otuz seneden beri
deyip, siyasetten bütün kuvvetiyle kaçan ve yirmiiki sene işkenceli sıkıntılar çektiği halde, ehl-i siyasetin nazar-ı dikkatini kendine celbetmemek ve siyasete karışmamak için bir def'a istirahatı için hükümete müracaat etmiyen bir adama, dehşetli bir siyasi gibi ve siyasi entrikacısı gibi onun menzilini ve inzivâgâhını basıp hasta halinde emsalsiz bir sıkıntı vermek, hiçbir kanuna muvafık gelir mi? Zerre kadar vicdanı bulunan bu hale acıyacak!..
Ses Yok