Müdafalar | Müdafalar | 96
(1-190)
Sekizincisi : Yirmiiki sene sıkıntılı, sebebsiz bir nefiyden sonra tam serbestiyet verildiği halde, binler akraba ve ahbabı bulunan doğduğu memlekete gitmiyerek, gurbeti, kimsesizliği tercih ederek.. tâ ki, dünyaya ve hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete temas etmesin. Ve çok sevablı olan camideki cemaatın hayrını bırakıp odasında yalnız namazını kılıp oturmasını tercih eden, yani halkın hürmetinden çekinmek olan bir hâlet-i ruhiyeyi taşıyan ve yirmi sene hayatının şehadetiyle ve binler Türk kıymetdar zâtların tasdikiyle, dindar, müttakî bir Türkü, lâkayd çok Kürdlere tercih eden, hattâ mahkemede Hafız Ali gibi kuvvetli imanı bulunan bir Türk kardeşini yüz Kürd'e değiştirmediğini isbat eden ve hürmet ve ihtiram görmemek için zaruret olmadan halklarla görüşmeyen ve camiye gitmiyen ve kırk seneden beri bütün kuvvetiyle, bütün âsâriyle İslâmiyetin uhuvvetine ve müslümanların birbirine muhabbetine çalışan ve Türk milleti ve Kur'an'ın bayrakdarı ve sena-i Kur'aniyeye mazhar olduğu için, o milleti çok seven ve hayatını onlar içinde geçiren bir adam hakkında, sâbık vâli resmi lisan ile ihanet için propaganda yapmak ve dostlarını ürkütmek için: "O Kürd'dür, siz Türksünüz; o Şâfîi'dir siz Hanefi'siniz" deyip herkesi ürkütüp ondan çekindirmeğe çalışması ve yirmi senede ve iki mahkemede, tarz-ı kıyafeti değiştirilmeğe mecbur edilmeyen ve şapka yarı askerin başından kalkmasıyle beraber, münzevi bir adamın zorla başına şapka girdirmeğe cebretmeği hangi maslahat, hangi kanun buna müsaade eder? Dokuzuncusu : Çok mühimdir, (Hâşiye) kuvvetlidir.. fakat siyasete temas ettiğ için sükût ediyorum. Onuncusu : Bu da, hiçbir kanun müsaade etmediği ve hiç bir maslahat bulunmadığı, yalnız mânasız evhamdan bir habbeyi kubbeler yapmakdan ve hiçbir kanuna girmeyen bir taarruzdur. Bu da, mesleğimizce bakamadığımız siyasete temas etmemek için sükût ederek böylece on vecihle kanunsuz muamelelere karşı yalnız
deriz.
AFYON'UN HÜKÜMET VE MAHKEMESİNE VE ZÂBITASINA DAHA BİRKAÇ NOKTA MÂRÛZÂTIM VAR Birincisi : Ekser Enbiyânın şarkta ve Asya'da zuhurları ve ağleb-i hükemânın Garb'ta ve Avrupa'da gelmeleri, kader-i ezeliyenin bir işâretidir ki; Asya'da hüküm süren dindar olmazsa da din lehine çalışanlara ilişmemeli, belki teşvik etmelidir. İkincisi : Kur'an-ı Hakîm, bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. El-iyâzübillâh, Kur'an küre-i arz başından çıksa, arz divane olacak, akıldan boş kalan kafasını bir seyyareye çarka, bir kıyâmet kopmasına sebep olmak akıldan uzak değildir. Evet, Kur'an arşı ferş ile bağlamış bir zincir, bir hablulahtır. Câzibe-i umumiyeden ziyâde, zemini muhâfaza ediyor. İşte bu Kur'an-ı Azîmüşşân'ın hakikî ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur; bu asırda, bu vatanda, bu millete, yirmi seneden beri te'sirini göstermiş büyük bir nimet-i İlahiyye ve sönmez bir mu'cize-i Kur'aniyedir. Hükümet ona ilişmek ve talebelerini ürkütüp ondan vazgeçirmek değil, belki himâye etmek ve okunmasına teşvik etmek gerektir. Üçüncüsü : Ehl-i imandan bütün gelenler, mâziye gidenlere mağfiret duâlariyle hasenatlarını onların ruhlarına bağışlamalarıyla yardımlarına binâen Denizli Mahkemesinde demiştim: Mahkeme-i Kübrâda, milyarlar ehl-i îmandan davacılar tarafından, Kur'an hakikatlarına hizmet eden Nur Talebelerini mahkûm ve perişan etmek isteyenlerden ve sizden sorulsa ki : "Serbestiyet kanunuyla dinsizlerin, komünistlerin neşriyatlarına ve anarşiliği yetiştiren cem'iyetlerine müsamahakârâne bakıp ilişmediğiniz halde, vatanı ve milleti anarşilikten, dinsizlik ve ahlâksızlıktan ve vatandaşlarını ölümün idam-ı ebedîsinden kurtarmağa çalışan Risale-i Nur ve Talebelerini neden hapisler ve tazyiklerle perişan etmek istediniz!" diye sizlerden sorulsa ne cevab vereceksiniz? Biz de, sizlerden soruyoruz! Onlara demiştim. O zaman o insaflı ve adâletli zâtlar bizi beraat ettirdiler, adliyenin adâletini gösterdiler.
Dördüncüsü : Ben bekliyordum ki: Ya Ankara veya Afyon beni sorguya -pek büyük mes'eleler için, Nurların o mes'elelere hizmeti cihetinde- bir meşveret dairesine alıp bir suâl ve cevap beklerdim. Evet, üçyüz elli milyon müslümanların eski kardeşliğini ve muhabbetini ve hüsn-ü zannını ve mânevî yardımlarını bu memleketteki millete kazandıracak çâreleri bulmak ki; en kuvvetli çâre ve vesile Risale-i Nur olduğuna bir emâresi şudur: Bu sene Mekke-i Mükerreme'de gayet büyük bir âlim hem Hind lisanına, hem Arab lisanına Nur'un büyük mecmualarını tercüme edip Hindistan'a ve Arabistan'a göndererek "En kuvvetli nokta-i istinâdımız olan vahdet ve uhuvvet-i İslâmiyeyi te'mine çalışdığı gibi, Türk milletinin daima dinde ve îmanda ileri olduğunu Nur Risâleleri gösteriyor" demişler. Hem beklerdim ki; vatanımızda anarşiliğe inkılab eden, komünist tehlikesine karşı Nurların hizmeti ne derecededir ve bu mübârek vatan, bu dehşetli selden nasıl muhafaza edilecek? gibi dağ misillû mes'elelerin sorulmasının lüzumu varken, sinek kanadı kadar ehemmiyetli olmayan ve hiçbir medar-ı mes'uliyet olmayan cüz'i ve şahsî ve garazkârların iftiralariyle habbe, kubbeler yapılmış mes'eleler için bu ağır şerait altında hiç ömrümde çekmediğim bir perişaniyetime sebebiyet verildi. Bizi üç mahkemenin sorduğu ve berâet verdiği aynı mes'eleler ve âdi ve şahsî bir-iki mes'ele için, meselâ : "Bindiği at kimindir ve kabul etmediği otomobili kim almış?" gibi mânasız sualler edildi. Beşincisi : Risale-i Nur'la mübâreze edilmez, o mağlûb olmaz. Yirmi senedir en muannid feylesofları susturuyor. İman hakikatlarını güneş gibi gösteriyor. Bu memlekette hükmeden, onun kuvvetinden istifade etmek gerektir. Altıncısı : Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihânetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek; Risale-i Nur'a zarar vermez, belki bir cihette kuvvet verir. Çünki; benim fâni bir dilime bedel Risale-i Nur'un yüzbin nüshalarının bâki dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebelerinin binler kuvvetli lisanlar ile o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi, inşâallah kıyâmete kadar devam ettirecekler.
________
Haşiye : İslâm hükümetlerinde Hıristiyan ve Yahudi bulunması ve Hıristiyan ve Mecûsî hükümetlerinde Müslümanlar bulunduğu gösteriyor ki, idare ve asayişe bilfiil ilişmeyen muhaliflere kanunca ilişilmez. Hem imkânat, medar-ı mes'uliyet olamaz. Yoksa herkes bir adamı öldürebilir diye, herkesi bu imkânat ile mahkemeye vermek lâzım gelir.
Ses Yok