Müdafalar | Müdafalar | 92
(1-190)
Evet, Hürriyet bidayetinde Otuzbir Mart'da Divan-ı Harb-i örfi'de ve Mustafa Kemal'e -hiddetine karşı- divan-ı riyasette, şiddetli ve dokunaklı ve serbest müdafaa eden bir adam, onsekiz sene zarfında kimseye sezdirmeden dünya entrikalarını çeviriyor diye onu ittiham eden elbette bir garazla eder. Biz, Denizli müdde-i umumisinden ümid ettiğimiz gibi, Afyon müdde-i umumisinden de ederiz ki; bizi böylelerin itirazından garazlarından kurtarsın ve hakikat-ı adaleti göstersinler.
Beşinci Esas : Risale-i Nur şakirdlerinin, mümkün olduğu kadar, siyasete ve idare işine ve hükümetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasileridir. Çünki : Hâlisâne hizmet-i Kur'aniye, onlara her şey'e bedel, kâfi geliyor. Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak dünyevî maksadına alet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak. Hem maddi mübarezede şu asrın bir düsturu olan eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdat ile, birinin hatasiyle onun masum çok tarafdarlarını ezmek lazım gelecek. Yoksa, mağlub düşecek. Hem dünya için, dinini bırakan veya âlet edenlerin nazarlarında Kur'an'ın hiçbir şey'e âlet olmayan kudsi hakikatları, bir propaganda-i siyasette âlet olmuş tevehhüm edilecek. Hem milletin her tabakası; muvafıkı, muhalifi, me'muru ve âmisinin o hakikatlarda hisseleri var ve onlara muhtaçtırlar. Risale-i Nur Şakirdleri, tam bîtarafane kalmak için siyaseti ve maddî mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak lâzım gelmiş. Altıncı Esas : Bu mes'elede benim şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusuriyle Risale-i Nur'a hücum edilmez. O doğrudan doğruya Kur'an'a bağlanmış ve Kur'an dahi Arş-ı A'zamla bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın ve o kuvvetli ipleri çözsün. Hem bu memlekete maddi ve mânevi bereketi ve fevkalâde hizmeti otuzüç âyât-ı Kur'aniyenin işârâtiyle ve İmam-ı Ali'nin (Radıyallanu anh) üç keramet-i gaybiyesi ile Gavs-ı A'zam'ın (K.S.) kat'i ihbariyle tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur; bizim âdi ve şahsi kusurlarımızla mes'ul olmaz ve olamaz ve olmamalı. Yoksa bu memlekete hem maddi, hem mânevi telafi edilmeyecek derecede zarar olacak. Risale-i Nur'a karşı gizli düşmanlarımızdan bazı zındıkların şeytanetiyle çevrilen planlar ve hücumlar inşaallah bozulacaklar, onun şakirdleri başkalara kıyas edilmez, dağıttırılmaz, vazgeçirilmez. Cenab-ı Hakkın inayetiyle mağlub edilmezler. Eğer maddi müdafaadan Kur'an men'etmeseydi, bu milletin can damarı hükmünde umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şakirdler, Şeyh Said ve Menemen Hadiseleri gibi, cüz'î ve neticesiz hadiselerle bulaşmazlar. Allah etmesin, eğer mecburiyet-i kat'iye derecesinde onlara zulüm edilse elbette gizli zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar. Elhasıl ; madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz, onlar da bizim, âhiretimize ve îmânî hizmetimize bu derece ilişmesinler. (Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış ve resmen zapta geçmemiş ve müdafatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve latif bir kıssa-i müdafaayı beyan ediyorum.) Orada benden sordular ki: Cumhuriyet hakkında fikrin nedir? Ben de dedim: Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayatım isbat eder. Hulasası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara verirdim. Sonra dediler : Sen, selef-i sâlihine muhalefet ediyorsun. Cevaben diyordum: Hulefa-i Raşidin hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (R.A.) Aşere-i Mübeşşere'ye ve sahabe-i kiram'a elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan manidar, dindar cumhuriyetin reisleri idiler. İşte ey müdde-i umumi ve mahkeme azaları! Elli seneden beri, bir fikrin aksiyle, beni ittiham ediyorsunuz. Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki; laik manası, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturiyle, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telakki ederim.
Yirmi beş senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükümet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El'iyazü billah, farz-ı muhal olarak eğer dinsizlik hesabına, imanına ve ahiretine çalışanları mes'ul edecek kanunları yapan ve kabul eden dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâ-perva ilan ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa, imana ve ahiretime feda etmeğe hazırım.
Ne yaparsanız yapınız, benim son sözüm olarak siz beni idam ve ağır ceza ile zulmen mahkum etmenize mukabil derim: Ben, Risale-i Nur'un keşf-i kat'isiyle idam olmuyorum, belki terhis edilip, Nur ve saadet alemine gidiyorum ve sizi, ey gizli düşmanlarımız ve dalâlet hesabına bizi ezen bedbahtlar! İdam-ı ebedi ile ve daimi haps-i münferid ile mahkum bildiğimden ve gördüğümden tamamiyle intikamımı sizden alarak rahat-ı kalp ile teslim-i ruh etmeye hazırım... onlara demiştim.
Yedinci Esas : Afyon Mahkemesi başka yerlerdeki sathî tahkikata binaen bize bir cemiyet-i siyasiye noktasında bakmış. Buna cevabımız : Evvelâ : Bütün benim ile arkadaşlık eden zatların şehadetiyle ondokuz seneden beri hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve sormayan ve bu on sene ve beş aydır harb-i umumiden, Alman'ın mağlubiyetinden ve komünistin dehşetinden başka hiçbir haber almayan ve merak etmiyen ve bilmeyen bir adamın elbette siyasetle hiçbir alâkası yoktur ve siyasi cemiyetlerle hiçbir münasebeti olmaz. Saniyen : Risale-i Nur'un yüzotuz parçaları meydandadır. İçinde îmânî hakikatlarden başka bir hedef, bir maksad-ı dünyevi olmadığı; Eskişehir Mahkemesi, -yalnız bir - iki risaleden başka- ilişmemesi ve Denizli Mahkemesi, hiçbirine ilişmemesi ve koca Kastamonu Zâbıtasının sekiz sene zarfında daimi tarassutla beraber iki hizmetçimden ve yalnız üç adamdan başka bahane ile müttehem hiçbir kimseyi bulmaması kat'i bir hüccettir ki: Risale-i Nur Şakirdleri hiçbir vecihle siyasi cem'iyyet değiller. Eğer iddianamedeki cem'iyyetten maksadı, îmânî ve uhrevi bir cemaat ise; ona cevaben deriz ki: Eğer darü'l-fünun talebelerine ve her nevi esnafa birer cemiyet namı verilse, bize de o neviden bir cem'iyet namı verilebilir.
Eğer dini hissiyatla emniyet-i dahiliyeyi ihlal edecek bir cemaat namı veriyorsanız, buna mukabil deriz: Yirmi sene zarfında bu fırtınalı halde Nur Şakirdleri hiç bir yerde hiç bir vukuatla emniyet-i dahiliyeye ilişmemeleri ve ilişmesini ne hükümetçe ve ne de mahkemelerce kayd edilmemesi bu ittihamı çürütüyor. Eğer hissiyat-ı diniyeyi kuvvetlendirmesinden istikbalde emniyet-i dahiliyeye zarar verebilir diye bir cemiyet namı verilmiş ise, buna mukabil deriz: Evvelen: Başta Diyanet Riyaseti, bütün vaizler aynı hizmeti görüyorlar. Sâniyen : Risale-i Nur Şakirdlerinin değil emniyete ve âsâyişe zarar vermek, belki bütün kuvvet ve kanaatlariyle milleti anarşistlikten muhafaza ile emniyet ve âsâyişi te'min etmek için çalıştıklarına delil ise, birinci esasta beyan edilmiş. Evet, biz bir cemaatız: Hedefimiz ve programımız evvela kendimizi, sonra milletimizi idam-ı ebediden ve daimî, berzâhî haps-i münferidden kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhaya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur'un çelik gibi hakikatlariyle kendimizi muhafazadır.
Ses Yok