Müdafalar | Müdafalar | 89
(1-190)
Eğer bu taharrilerde bazı vazifedar memurların, itiraz ettikleri gibi derseniz ki: Sen ve bir-iki risalen rejime ve usulümüze muhahif gidiyor?
Elcevap : Evvelen : O yeni usulünüzün, münzevilerin çilehanelerine girmeğe hiçbir hakkı yok. Sâniyen : Bir şey'i reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükümet ele bakar, kalbe bakmaz. İdare ve âsayişe ilişmeyen şiddetli muhalifler, her hükümette bulunur. Hattâ; Hazret-i Ömer'in (R.A.) taht-ı hâkimiyetindeki hıristiyanlar, kanun-u Şeriat'ı ve Kur'an'ı inkâr ettikleri halde ilişilmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile Risale-i Nur'un bir kısım şâkirdleri, idareye dokunmamak şartiyle rejim ve usûlünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse, hatta rejimin sahibine adavet etse, onlara kanunen ilişilmez. Risaleler ise, o gibi risalelere mahrem demişiz... neşrini men'etmişiz. Hattâ bu def'a bu hâdiseye sebebiyet veren Risale Kastamonu'da sekiz sene zarfında bir veya iki def'a birtek nüsha birisi bana getirdi. Aynı günde kaybettirdik. Şimdi siz zorla onu teşhir ediyorsunuz ve iştihar da etti.
Malûmdur ki: bir mektubda kusur olsa, yalnız o kusurlu kelimeler sansür edilir. Eskişehir Mahkemesinde dört ay tedkikat neticesinde, yüz Nur Risalesinde medar-ı tenkid yalnız onbeş kelime bulmaları ve şimdi dörtyüz sahifeli "Zülfikar"ın yalnız iki sahifesinde irsiyet ve tesettür âyetlerinin otuz sene evvel tefsiri bulunması ve şimdiki kanun-u medeniyete uygun gelmemesini bulmaktan başka bulmamaları kat'î isbat eder ki; Onun hedefi dünya değil, herkes O'na muhtaçtır. O dörtyüz sahifelik ve herkese menfaatli "Zülfikar" iki sahife için müsadere edilmez. O iki sahife çıkarılsın, O mecmuamızı bize iade etmek hakkımızdır.
Eğer, dinsizliği bir nevi siyaset zannedip, bu hâdisede bazıların dedikleri gibi derseniz: "Bu risalelerin ile medeniyetimizi, keyfimizi bozuyorsun." Ben de derim: "Dinsiz bir millet yaşayamaz" dünyaca bir umumî düsturdur ve bilhassa küfr-ü mutlak olsa cehennemden daha ziyade elîm bir azabı dünyada dahi verdiğini, Risale-i Nur'dan "Gençlik Rehberi" gayet kat'î bir surette isbat etmiş. O risale ise, şimdi resmen tab'edildi. Bir Müslüman eliyâzübilâh, eğer irtidat etse, küfr-ü mutlaka düşer ve bir derece yaşatan küfr-ü meşkûkde kalmaz. Ecnebî dinsizleri gibi de olamaz. Ve lezzet-i hayat noktasında, mâzi ve müstakbeli olmıyan hayvandan yüz derece aşağı düşer. Çünki, geçmiş ve gelecek mevcudatın ölümleri ve ebedî müfarakatları, onun dalâleti cihetiyle, onun kalbine mütemadiyen, hadsiz firakları ve elemleri yağdırıyor. Eğer, îman gelse kalbe girse birden o hadsiz dostlar diriliyorlar. "Biz ölmemişiz, mahvolmamışız" lisan-ı hal ile diyerek, o cehennemî hâlet, cennet lezzetine çevrilir. Mâdem hakikat budur, size ihtar ediyorum: Kur'an'a dayanan Risale-i Nur ile mübareze etmeyiniz. O mağlûb olmaz, bu Memlekete yazık olur. (Hâşiye) O başka yere gider, yine tenvir eder. Hem eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa hergün biri kesilse, hakikat-ı Kur'aniye ve Nuriyeden vazgeçmem ve geçemem. Yirmi seneden beri bir münzevinin elbette ifadedeki kusuruna bakılmaz. Risale-i Nur'u müdafaâ ettiği için, saded haricine çıktı denilmez. Mâdem, Eskişehir mahkemesi, mahrem ve gayr-ı mahrem yüz risaleleri dört ay tedkikten sonra yalnız bir-iki risalede hafif bir cezaya temas edecek bir - iki maddeden başka bulmamış ve yüzyirmi adamdan yalnız onbeşine altışar ay ceza verdi. Biz dahi bu cezayı çektik. Ve mâdem birkaç sene evvel Risale-i Nur'un bütün eczaları Isparta hükümetinin eline geçti. Birkaç ay tedkikten sonra, umûmu sahiplerine aynen iade edilmiş ve mâdem o cezadan sonra, Kastamonu'da sekiz sene zarfında şiddetli taharriyatta zâbıtayı ve adliyeyi alâkadar edecek bir tereşşuh bulunmamış. Ve mâdem Kastamonu'daki son taharride, hiç bulunmayacak ve neşredilmeyecek bir tarzda kaç sene evvel odun yığınları altına saklanmış olduğu göründü; hey'et-i zâbıtaca tahakkuk etti. Ve mâdem, Kastamonu'da polis müdür ve adliyesi o saklanmış zararsız kitaplarımı bana iade etmek üzere kat'î söz verdikleri halde, ikinci gün birden Isparta'dan tevkif emri geldiğinden, daha o emanetlerimi almadan sevkedildim. Ve mâdem Denizli ve Ankara mahkemeleri bizi beraet ve umum risalelerimizi bize iade ettiler. Elbette ve elbette, bu mezkûr beş hakikata binaen, Denizli adliyesi ve müdde-i umumîsi gibi, Afyon adliyesi ve müdde-i umumîsi benim çok ehemmiyetli bu hukukumu nazar-ı dikkate almak, vazifeleri muktezasıdır. Ve hukuk-u umumiyeyi müdâfaâ eden müdde-i umumîden, Risale-i Nur münasebetiyle ehemmiyetli bir hukuk-u âmme hükmüne geçen bu şahsî hukukumu da müdafaâ edeceğine ümitvarım, bekliyorum.
Yirmiiki seneden beri hayat-ı içtimaiyeden çekilen ve şimdiki kanunları ve tarz-ı müdafaayı bilmeyen ve Eskişehir ve Denizli mahkemelerinde cerhedilmez yüz sahifelik müdafaatını, bu yeni mahkemeye karşı da aynen takdim eden ve o zamana kadar, kusurlarının cezasını çeken ve ondan sonra Kastamonu'da ve Emirdağı'nda mütemadiyen tarassud altında ve haps-i münferid tarzında yaşıyan Yeni Said, sükût ile sözü Eski Said'e bırakıyor.
O da diyor ki: Yeni Said dünyadan yüzünü çevirdiği için, ehl-i dünya ile konuşmayı, müdâfaât-ı kat'iyye mecburiyeti olmadan yapmıyor, lüzum görmüyor. Fakat bu mes'elede çok mâsum rençber ve esnaf adamlar bize az bir münasebetiyle tevkif edilerek, iş zamanında, çoluk-çocuklarına nafaka tedarik edemediklerinden, şiddetli rikkatime dokundu. Derinden derine beni ağlattı. Kasem ederim, eğer mümkün olsaydı, onların bütün zahmetlerini kendime alırdım.
Zaten bir kusur varsa benimdir. Onlar mâsumdurlar. İşte bu elîm halet için, Yeni Said'in sükûtuna rağmen, ben diyorum: Mâdem, Isparta ve Denizli ve Afyon müdde-i umumîlerinin yüzer lüzumsuz suallerine bîçâre Yeni Said cevap veriyor. Ben de, onüç sene evvel, başta Kaya Şükrü olarak, Dahiliye Vekâletinden ve şimdiki Adliye Vekâletinden hukukumuzu müdâfaâ niyetiyle "Üç sual" sormak bir hakkımdır. Birincisi : Risale-i Nur'un talebesi olmayan ve yanında yalnız âdi bir mektubumuz bulunan Eğridirli bir adamın bir jandarma çavuşuyla vukuatsız bir münakaşa-i lisaniyesi yüzünden, beni ve yüzyirmi adamı tevkif ile, dört ay mahkeme tahkikinden sonra, onbeş bîçâreden başka, bütün beraet kazanmakla, mâsumiyetleri tahakkuk eden, yüzden ziyade adamlara binler lira zarar vermek, hangi kanun iledir? Ve Denizli'de dokuz ay tedkikten sonra, beraet kazanan yetmiş bîçârelere binler lira zarar vermek, adâletin hangi düsturu iledir?
İkinci sual: “vela teziru vaziratün vizra uhra”
ferman-ı esasîsi ile, bir kardeşin hatâsiyle, diğer öz kardeşi mes'ul olmadığı halde, yanlış mâna verilmemek için, neşrini men'ettiğimiz ve sekiz sene zarfında, bir veya iki def'a elime geçen ve yirmi seneden daha evvel aslı yazılan ve ehemmiyetli noktalarda îmanı, şüphelerden ve mânası anlaşılmayan bir kısım müteşâbih hadisleri, inkârdan kurtaran bir küçük risalenin bizde uzak bir yerde bilmediğimiz bir adamda bulunması ile ve yanlış mâna verilmesiyle bizleri Ramazan-ı Şerif'de ve Kütahya ve Balıkesir tarafından bir dokunaklı mektub bulunmasiyle bu dehşetli soğukta pekçok mâsum rençber ve esnafları, hattâ âdi ve eski bir mektubumuz yanında bulunmasiyle ve arabası beni gezdirmesiyle ve bize bir dostluk münasebetiyle veya bir kitabımı okumasiyle tevkif edip, perişan etmek ve maddeten ve mânen onlara ve vatana ve millete lüzumsuz bir evham yüzünden, binler lira zarar vermek, hangi adâlet kanuniyledir? Adliyenin, hangi madde-i kanuniyesiyledir? Ayağımızı yanlış atmamak için, o kanunları bilmek taleb ederiz.
__________
Hâşiye : Dört def'a mübareze zamanında dehşetli zelzeleler, "yazık olur" hükmünü isbat ettiler.
Ses Yok