Müdafalar | Müdafalar | 87
(1-190)
Küçük bir hâşiye : Hilmi Bey! Taliin var. Ben, hapiste ve burada iken hakkımda seni merhametsiz gördüm. Ne vakit hiddet ettim, bedduayı niyet ettim, Hilmi Bey nâmında benim bir kardeşim ve Nur'un has bir şakirdini her vakit hayırlı duamda ismiyle zikrettiğimden, sana beddua niyet ederken, bu hayırlı duaya mazhar Hilmi Bey ismi adeta şefaatçi oldu, beni men etti; ben de, o niyetten vazgeçtim. Senin beni tazib eden memurlarından gelen eziyete tahammül edip o bedduadan vazgeçtim. Çok defa hayret ediyordum. Bana bu kadar sebebsiz azab vermekle beraber sana hiddet etmiyordum. Demek en sonunda seninle dost olacağız diye o hiss-i kablelvuku ile kalbe gelmiş. Bu istida, yirmi seneden beri hiç müracaat etmediğim halde, bir hiddet zamanında, bir defa olarak, beni tâzib eden Dahiliye Vekili Hilmi'ye hitaben yazılmış; beray-ı mâlumat Afyon Emniyet Müdürü'ne gönderilmiş. Mânasız, lüzumsuz dört-beş defa bana sıkıntı verdiler; "Senin yazın böyle değil kim sana böyle yazmış!" diye, resmen beni karakola çağırdılar. Ben de dedim: "Böylelere müracaat edilmez; yirmi sene sükûtum haklı imiş." Ey Emirdağ Hükûmeti ve Zabıtası! Bu hasbihali bir sene evvel yazmıştım; fakat vermedim, sakladım. Şimdi beş cihetle kanunsuz, beni hususî ikametgâhımda bir hizmetçiden men' ve müdahale etmeleri gibi, dünyada emsalsiz bir tarzda beni, istibdad-ı mutlak altına alıyorlar. Kanun nâmına kanunsuzluk edenleri, insafa gelmek fikriyle izhar ediyorum. (Adliyenin şahs-ı mânevisine ve Dahiliye Vekiline bera-yı malûmat takdim edilen ve Emirdağı'ndaki istintakta verdiğim ifadenin hâşiye ve lâhikasıdır.) Bu yirmibeş seneden beri hiçbir gazeteyi okumayıp, dinlemeyip, dünkü gün, bana hizmet eden bir adam, gazetenin bir parçasını bana okudu. İçinde, Ankara maarif dairesi (iki milyon zararla) hem yine Ankara'da otomobil garajı binası, aynı vakitte İzmir'de ehemmiyetli fabrika, hem aynı vakitte Adana'da büyük bir binanın tamamen yandığını işittiğim vakit, pek çok teessür ve yazıklarla bu fakir millete acımakla, aynı zamanda bütün ömrümde çekmediğim bir sıkıntı içinde, hiçbir mahkemede benim gibi ihtiyar ve hasta halimde dört buçuk saat mütemadiyen ifademi sual-cevaba mecbur olduğum bir zamanda, eğer bura adliyesinin insaniyeti ve bir derece şefkati olmasaydı, kat'iyyen dayanamadığım gibi, kat'i karar vermiştim ki, sert bir sözle bu soğukda, bu hastalığımda hapse girmeyi gözüme almıştım. Hattâ bana hizmet edenin birini odamda yatırmak, birine bir tokat vurup benim hizmetim için hapse, yanıma gelmek için karar vermiştik. Fakat bura adliyesinin insaniyeti ve inayet-i İlâhiyye bana sabır verdi, tahammül ettim. Bu acib vaziyetim ve asılsız evhamın sebebini merak ettim. "Gençlik Rehberi"nin resmen tab'edilmesi ve intişarı, pek çok mektepleri tenvir etmiş; hattâ Ankara Dârü'l-fünûnundaki ve İstanbul Dârü'l-fünûnundaki kıymetdar gençlerin Risale-i Nur'un esasatını, bu vatan milletinin saadetine bir vesile olduğunu bilmeleri ve pek çok muallimler, hamiyet-i milliye ve vataniye ve haysiyet-i ilmiye cihetiyle Risale-i Nur'a kemâl-i iştiyak ile alâkadar olmaları, maarif dairesinin nazar-ı dikkatini celbetmiş. Nurlara karşı bir derece beğenmemek tarzında ilişmek istemişler. Hatta burada; "Gençleri elde ediyor. Matbu' 'Gençlik Rehberi' ile mekteb talebelerinin nazarlarını dine çeviriyor" diye ihbar edilmiş. Bunun üzerine hem bana, hem ekser Risale-i Nur şâkirdlerine bâzı vilayetlerde ilişilmiş. Halbuki ben, medreseden çıktığım için hocalardan istimdat etmek lâzımken, bütün kuvvetimle maarif dairesine ve mekteblilere itimad edip onlara dayanmak istiyordum.
Çünki Nur dairesine girenlerin çoğu mekteblilerdir, hocalar azdır; çoğu çekindiği halde, mektebliler, kemal-i takdirle Nurlara sahib çıktığından, kalbimden derdim: "İnşâallah maarif dairesi, Nur şâkirdlerini himaye edecek." Ve yardımları beklerken, birden bize bu yeni taarruzun sebebi matbu' "Gençlik Rehberi'nin ahirinde: "Nur Şâkirdleri, hükümetin müsaadesine binaen, mümkün olduğu kadar Nur dershaneleri açılmak münasibdir" diye bizim gizli düşmanlarımız maarif dairesini aleyhimize çevirmeğe çalışması bir vesile oldu. Şimdiye kadar o düşmanlarımız, desiselerle kaç def'a adliye cihetiyle bizi perişan etmek istediler, muvaffak olamadılar, bir şey de çıkaramadılar. Sonra müteassıb ve enaniyetli ve resmi makamlardaki hocaları aleyhimize sevketmeğe çalıştılar, onda da birşey'e muvaffak olamadılar. Şimdi en ziyade bana yardıma güvendiğimiz maarif idaresini aleyhimize istimal etmekle, bu hükümetin bazı me'murlarını üç mahkemede kat'i beraet kazandığımız cemiyetçilik ve tarikatçılık bahanesiyle geniş bir dairede bîçâre mâsum Nur şâkirdlerine ve beni Risale-i Nur'un mütalaasından mahrum etmeğe çalıştıkları bir zamanda ve benim acınacak dört buçuk saat istintakımın ayni vaktinde maarif dairesinin sebebsiz yanması ve söndürülmesine hiçbir imkân bulunmaması ve tamamen yanması, tesadüfe benzemiyor, bir eser-i hiddet görünüyor.
O ifademin ahirinde ve ayni zamanda demiştim ki: Beni bu gurbette, yalnızlıkda kitaplarımın mütalâasından mahrum etmeyiniz. Yoksa hem bana, hem bu vatana yazık olur. (Haşiye) Belki zemin, yine zelzele ile hiddet eder dediğimden üç dakika sonra üç saniye devam eden zelzele ve o fıkrayı mahkemede tekrar ettiğim aynı zamanda -ya gece veya gündüzde- zemin ateşle maarif dairesine saldırması ve mahkemece dört def'a isbat edilen çok def'a zelzelenin Risale-i Nur'a ve şâkirdlerine taarruzun aynı zamanda gelmesi... elbette bunda tesadüf olamaz. Demek bu vatanın ve milletin ve âsayişin büyük bir temel taşı olan Risale-i Nur'un hakikatlarıdır ki; böyle vukuatlı tokatlarla, bu milletin nazar-ı dikkatini Kur'an'ın hakiki ve hakikatlı kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur'a çeviriyor; milleti ona teşvik edip muarızlarına şefkat tokadı vuruyor. Şimde nasıl sadaka belayı def'ediyor, öyle de : Risale-i Nur bu Isparta'da müsadere edilen Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ ve makine için mahkemeye ve zabıtaya deyiniz ki: Bunların nüshalarının teksiri hariç içindir, harice gönderilecektir. Madem şimalde üç devlet Kur'an'ı kabul edip mekteplerinde ders vermeğe başlamışlar ve madem Hindistan bu hükûmetten, bizden iki milyon liralık Kur'an-ı Kerim istedi ve madem Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ eczalarının iki-üç mahkemeniz ve feylesoflarınız ve âlimleriniz onları tedkik ettikten sonra ittifakla beraetimize karar verip bu kitapları takdir ve tahsin etmişler ve madem bu iki eser Kur'an'ın iki keskin kılıncı ve iki parlak hüccetleridir ve en muannidleri de teslime mecbûr ediyor ve madem bu iki eser dehşetli tahripçi anarşistliği susturan, şimalden gelen dinsizliğin cereyanına karşı tam mukabele edebilir bir kuvvette olduklarını binler ehl-i tahkîk ve ehl-i fen şehadet ediyorlar ve madem şimdiki hükümet Kur'an'ı ve din derslerini mekteplerde okutturmak için emretmiş. Elbette bize karşı bu muâmele emsâlsiz ve keyfî bir zulüm ve vatana ve millete ve âsâyişe, vicdana bir cinayettir, biz istemiyoruz ki, dünya siyaseti bize bulaşsın; yoksa haberiniz olsun ki, biz hakkımızı tam müdafaa edebiliriz, bizi mecbûr etmeyiniz. Emirdağı'nda mukîm Said Nursî
_________
Haşiye : İşte yazık oldu. memleketde belanın def'ine vesile olduğu çok hâdiselerle tahakkuk etmiş. Bu def'a da Risale-i Nur'a hücum edildiğinin aynı zamanda bu yangın belasının gelmesi, Risale-i Nur belânın def'ine vesile olduğunu isbat ediyor.
O ifademin ahirinde ve ayni zamanda demiştim ki: Beni bu gurbette, yalnızlıkda kitaplarımın mütalâasından mahrum etmeyiniz. Yoksa hem bana, hem bu vatana yazık olur. (Haşiye) Belki zemin, yine zelzele ile hiddet eder dediğimden üç dakika sonra üç saniye devam eden zelzele ve o fıkrayı mahkemede tekrar ettiğim aynı zamanda -ya gece veya gündüzde- zemin ateşle maarif dairesine saldırması ve mahkemece dört def'a isbat edilen çok def'a zelzelenin Risale-i Nur'a ve şâkirdlerine taarruzun aynı zamanda gelmesi... elbette bunda tesadüf olamaz. Demek bu vatanın ve milletin ve âsayişin büyük bir temel taşı olan Risale-i Nur'un hakikatlarıdır ki; böyle vukuatlı tokatlarla, bu milletin nazar-ı dikkatini Kur'an'ın hakiki ve hakikatlı kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur'a çeviriyor; milleti ona teşvik edip muarızlarına şefkat tokadı vuruyor. Şimde nasıl sadaka belayı def'ediyor, öyle de : Risale-i Nur bu Isparta'da müsadere edilen Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ ve makine için mahkemeye ve zabıtaya deyiniz ki: Bunların nüshalarının teksiri hariç içindir, harice gönderilecektir. Madem şimalde üç devlet Kur'an'ı kabul edip mekteplerinde ders vermeğe başlamışlar ve madem Hindistan bu hükûmetten, bizden iki milyon liralık Kur'an-ı Kerim istedi ve madem Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ eczalarının iki-üç mahkemeniz ve feylesoflarınız ve âlimleriniz onları tedkik ettikten sonra ittifakla beraetimize karar verip bu kitapları takdir ve tahsin etmişler ve madem bu iki eser Kur'an'ın iki keskin kılıncı ve iki parlak hüccetleridir ve en muannidleri de teslime mecbûr ediyor ve madem bu iki eser dehşetli tahripçi anarşistliği susturan, şimalden gelen dinsizliğin cereyanına karşı tam mukabele edebilir bir kuvvette olduklarını binler ehl-i tahkîk ve ehl-i fen şehadet ediyorlar ve madem şimdiki hükümet Kur'an'ı ve din derslerini mekteplerde okutturmak için emretmiş. Elbette bize karşı bu muâmele emsâlsiz ve keyfî bir zulüm ve vatana ve millete ve âsâyişe, vicdana bir cinayettir, biz istemiyoruz ki, dünya siyaseti bize bulaşsın; yoksa haberiniz olsun ki, biz hakkımızı tam müdafaa edebiliriz, bizi mecbûr etmeyiniz. Emirdağı'nda mukîm Said Nursî
_________
Haşiye : İşte yazık oldu. memleketde belanın def'ine vesile olduğu çok hâdiselerle tahakkuk etmiş. Bu def'a da Risale-i Nur'a hücum edildiğinin aynı zamanda bu yangın belasının gelmesi, Risale-i Nur belânın def'ine vesile olduğunu isbat ediyor.
Ses Yok