Tiryak | Tiryak | 29
(1-30)
Hem bir ağacın sırr-ı vahdet cihetiyle bir kökde, bir merkezde, bir kanun ile mevadd-ı hayatiyesi verildiğinden; binler meyve veren o ağaç, bir meyve
kadar sühûletli olduğu bilmüşahede görünür. Eğer vahdetten kesrete gidilse, her bir meyveye lâzım mevadd-ı hayatiye başka yerden verilse; herbir meyve, bir ağaç kadar müşkilât peyda eder. Belki ağacın bir enmûzeci ve fihristesi olan bir tek çekrdek dahi, o ağaç kadar suûbetli olur. Çünki bir ağacın hayatına lâzım olan bütün mevadd-ı hayatiye, bir tek çekirdek için de lâzım oluyor.
İşte bu misâller gibi, yüzler misâller var, gösteriyorlar ki; vahdette nihayet derecede suhûletle vücuda gelen binler mevcud; şirkte ve kesrette bir tek mevcuddan daha ziyade kolay olur. Sair Risalelerde bu hakikat, iki kere iki dört eder derecede, isbat edildiğinden onlara havale edip, burada yalnız bu suhûlet ve kolaylığın ilim ve Kader-i İlâhî ve Kudret-i Rabbaniye nokta-i nazarında, gayet mühim bir sırrını beyan edeceğiz. Şöyle ki:
Sen bir mevcudsun. Eğer Kadîr-i Ezelîye kendini versen; bir kibrit çakar
gibi, hiçten, yoktan, bir emirle, hadsiz kudretiyle seni bir anda halkeder. Eğer sen kendini O'na vermezsen, belki esbâb-ı maddiyeye ve tabiata isnad etsen; o vakit sen kâinatın muntazam bir hülâsası, meyvesi ve küçük bir fihristesi ve listesi olduğundan; seni yapmak için, kâinatı ve anâsırı ince elek ile eleyip, hassa ölçülerle aktâr-ı âlemden senin vücudundaki maddeleri toplamak lâzım gelir. Çünkü, esbab-ı maddiye yalnız terkib eder toplar. Kendilerinde bulunmıyanı; hiçten yoktan yapamadıkları, bütün ehl-i akıl yanında musaddaktır. Öyle ise, küçük birzîhayatın cismini aktar-ı âlemden toplamaya mecbur olurlar.
İşte vahdette ve tevhidde ne kadar kolaylık ve şirkte ve dalâlette ne kadar müşkilât var olduğunu anla!
İkincisi: İlim noktasında hadsiz bir sühûlet vardır. Şöyleki:
Kader, ilmin bir nev'idir ki, herşeyin mânevî ve mahsus kalıbı hük
münde bir mikdar tâyin eder. Ve o mikdar-ı kaderî : o şey'in vücuduna bir plân, bir model hükmüne geçer. Kudret îcad ettiği vakit; gayet suhûletle o kaderi mikdar üstünde îcad eder. Eğer o şey muhit ve hadsiz ve ezelî bir ilmin sahibi olan Kadîr-i Zülcelâle verilmezse; - sabıkan geçtiği gibi- binler müşkilât değil, belki yüzler muhalât ortaya düşer. Çünki; o mikdar-ı kaderî ve mikdâr-ı ilmî olmazsa; binler harici ve maddî kalıplar her mevcudda, hatta küçücük bir hayvanın cesedinde de istîmal edilmek lâzım gelir.
İşte vahdette nihayetsiz kolaylık ve dalâlette ve şirkte hadsiz müşkilâtın bir sırını anla:
Üçüncü Sual: Eskiden düşman, şimdi dost olan mühtedî diyor ki: Şu zamanda çok ileri giden feylosoflar
diyorlar ki: "Hiçten hiçbirşey icad edilmiyor ve hiçbirşey îdam edilmiyor; yalnız bir terkip bir tahlildir ki, Kâinat fabrikasını işlettiriyor."
Elcevap: Nur-u Kur'an ile mevcudata bakmayan feylesofların en ileri gidenleri, bakmışlar ki, tabiat ve esbab vasıtasiyle bu mevcudatın teşekkülât ve vücudlarını- sabıkan isbat ettiğimiz tarzda- imtina' derecesinde müşkilâtlı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar.
Bir kısmı, Sofestâî olup, insanın hassası olan akıldan istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek, Kâinatın vücudunu inkâr etmeyi; hatta kendilerinin vücudlarını dahi inkâr etmesini.. dalâlet mesleğinde esbab ve tabiatın îcad sahibi olmalarından daha ziyade kolay gördüklerinden; hem kendilerini, hem Kâinatı inkâr edip, cehl-i mutlaka düşmüşler.
İkinci güruh bakmışlar ki; dalâlette esbab ve tabiat mûcîd olmak
noktasında bir sinek ve bir çekirdeğin îcadı, hadsiz müşkilâtı var. Ve tavr-ı aklın haricinde bir iktidar iktiza ediyor. Onun için bilmecburiye îcadı inkâr ediyorlar, "yoktan var olmaz" diyorlar ve îdamı da muhal görüyorlar "var yok olmaz" hükmediyorlar. Yalnız, harekât-ı zerrat ile tesadüf rüzgârlariyle bir terkib ve tahlil ve dağılmak ve toplanmak suretinde bir vaziyet-i i'tibariye tahayyül ediyorlar.... İşte sen gel ahmaklığın ve cehaletin en aşağı derecesinde, en yüksek akıllı kendini zanneden adamları gör; ve dalâlet, insanı ne kadar maskara ve süflî ve echel yaptığını bil; ibret al!
kadar sühûletli olduğu bilmüşahede görünür. Eğer vahdetten kesrete gidilse, her bir meyveye lâzım mevadd-ı hayatiye başka yerden verilse; herbir meyve, bir ağaç kadar müşkilât peyda eder. Belki ağacın bir enmûzeci ve fihristesi olan bir tek çekrdek dahi, o ağaç kadar suûbetli olur. Çünki bir ağacın hayatına lâzım olan bütün mevadd-ı hayatiye, bir tek çekirdek için de lâzım oluyor.
İşte bu misâller gibi, yüzler misâller var, gösteriyorlar ki; vahdette nihayet derecede suhûletle vücuda gelen binler mevcud; şirkte ve kesrette bir tek mevcuddan daha ziyade kolay olur. Sair Risalelerde bu hakikat, iki kere iki dört eder derecede, isbat edildiğinden onlara havale edip, burada yalnız bu suhûlet ve kolaylığın ilim ve Kader-i İlâhî ve Kudret-i Rabbaniye nokta-i nazarında, gayet mühim bir sırrını beyan edeceğiz. Şöyle ki:
Sen bir mevcudsun. Eğer Kadîr-i Ezelîye kendini versen; bir kibrit çakar
gibi, hiçten, yoktan, bir emirle, hadsiz kudretiyle seni bir anda halkeder. Eğer sen kendini O'na vermezsen, belki esbâb-ı maddiyeye ve tabiata isnad etsen; o vakit sen kâinatın muntazam bir hülâsası, meyvesi ve küçük bir fihristesi ve listesi olduğundan; seni yapmak için, kâinatı ve anâsırı ince elek ile eleyip, hassa ölçülerle aktâr-ı âlemden senin vücudundaki maddeleri toplamak lâzım gelir. Çünkü, esbab-ı maddiye yalnız terkib eder toplar. Kendilerinde bulunmıyanı; hiçten yoktan yapamadıkları, bütün ehl-i akıl yanında musaddaktır. Öyle ise, küçük birzîhayatın cismini aktar-ı âlemden toplamaya mecbur olurlar.
İşte vahdette ve tevhidde ne kadar kolaylık ve şirkte ve dalâlette ne kadar müşkilât var olduğunu anla!
İkincisi: İlim noktasında hadsiz bir sühûlet vardır. Şöyleki:
Kader, ilmin bir nev'idir ki, herşeyin mânevî ve mahsus kalıbı hük
münde bir mikdar tâyin eder. Ve o mikdar-ı kaderî : o şey'in vücuduna bir plân, bir model hükmüne geçer. Kudret îcad ettiği vakit; gayet suhûletle o kaderi mikdar üstünde îcad eder. Eğer o şey muhit ve hadsiz ve ezelî bir ilmin sahibi olan Kadîr-i Zülcelâle verilmezse; - sabıkan geçtiği gibi- binler müşkilât değil, belki yüzler muhalât ortaya düşer. Çünki; o mikdar-ı kaderî ve mikdâr-ı ilmî olmazsa; binler harici ve maddî kalıplar her mevcudda, hatta küçücük bir hayvanın cesedinde de istîmal edilmek lâzım gelir.
İşte vahdette nihayetsiz kolaylık ve dalâlette ve şirkte hadsiz müşkilâtın bir sırını anla:
مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
وَمَا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ
Âyetleri, ne kadar hakikatlı ve doğru ve yüksek bir hakikatı ifade ettiğini bil!...وَمَا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ
Üçüncü Sual: Eskiden düşman, şimdi dost olan mühtedî diyor ki: Şu zamanda çok ileri giden feylosoflar
diyorlar ki: "Hiçten hiçbirşey icad edilmiyor ve hiçbirşey îdam edilmiyor; yalnız bir terkip bir tahlildir ki, Kâinat fabrikasını işlettiriyor."
Elcevap: Nur-u Kur'an ile mevcudata bakmayan feylesofların en ileri gidenleri, bakmışlar ki, tabiat ve esbab vasıtasiyle bu mevcudatın teşekkülât ve vücudlarını- sabıkan isbat ettiğimiz tarzda- imtina' derecesinde müşkilâtlı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar.
Bir kısmı, Sofestâî olup, insanın hassası olan akıldan istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek, Kâinatın vücudunu inkâr etmeyi; hatta kendilerinin vücudlarını dahi inkâr etmesini.. dalâlet mesleğinde esbab ve tabiatın îcad sahibi olmalarından daha ziyade kolay gördüklerinden; hem kendilerini, hem Kâinatı inkâr edip, cehl-i mutlaka düşmüşler.
İkinci güruh bakmışlar ki; dalâlette esbab ve tabiat mûcîd olmak
noktasında bir sinek ve bir çekirdeğin îcadı, hadsiz müşkilâtı var. Ve tavr-ı aklın haricinde bir iktidar iktiza ediyor. Onun için bilmecburiye îcadı inkâr ediyorlar, "yoktan var olmaz" diyorlar ve îdamı da muhal görüyorlar "var yok olmaz" hükmediyorlar. Yalnız, harekât-ı zerrat ile tesadüf rüzgârlariyle bir terkib ve tahlil ve dağılmak ve toplanmak suretinde bir vaziyet-i i'tibariye tahayyül ediyorlar.... İşte sen gel ahmaklığın ve cehaletin en aşağı derecesinde, en yüksek akıllı kendini zanneden adamları gör; ve dalâlet, insanı ne kadar maskara ve süflî ve echel yaptığını bil; ibret al!
Ses Yok