Tiryak | Tiryak | 26
(1-30)
Risale-i Nurun zâhiri müellifi olan Said, yalnız Risale-i Nurun bir şâkirdidir. Yine o şakirtler, birer birer bu Anadoluda, şu mübarek millette Risale-i Nurun neşri ve muhafazası ve o nur-u Kur'anın yerleşmesi için, nasıl gayretler ve hizmetler ediyorlar. Üç dehşetli hapisler, otuz senelik nefiy ve inzivalar ve türlü, türlü azablar, işkenceler ve bir şâkirdine verilen yirmiye yaklaşan zehirler ve bu uzun ahvallerde nice gözlerin görüp, görmediği çileler, ızdrablar hep bu nurun uğrunda değil mi? Bir gardiyanın azablı hiddetine, bir çavuşun işkenceli hareketine karşı o ihtiyar şakirdin sukût edip, tahammül etmesi, yine bu sevgilinin hatırı için değilmi? Ona nazar ermesin. O yabâni ellerle kirlenmiş, değip kendini feda eden işte bu fedakarlar, Risale-i Nurun hakiki şakirtleri bu Said'ler değil midirler?

Şimdi de sevgili Nur Talebeleri, ders-i Kur'anda muhatabları ve nurun ilk talip ve müştakları ve nâşirleri ve bizim muhterem ağabeylerimiz, hem bir cihette üstadlarımız ve büyük kardeşlerimiz olan Hüsrevlerin, Hâfız Alilerin, Tâhiri ve Mustafaların memleketine, Nuri ve Rüştülerin, Sabri ve Süleymanların şehrine ve onların yanına gidiyorlar. Niçin ve Neden? Hikmetini onu sevkeden Allah bilir. Bu hakir ise, bir hikmetini böyle zannettim ve tahayyül ettim.

Saidlerimiz koşuyorlar. Hem müşfik bir annenin evladının arkasından koşmasından, daha ziyade bir şefkat ve muhabbetle koşuyorlar. Bazen kanlı göz yaşları ve acı feryadlarla ve işitenleri ağlatacak eninlerle koşuyorlar... Ağlıyorlar. Bazen de gülüyorlar. Fakat daima koşuyorlar. Amma kimin arkasından koşuyorlar? Ve ne için koşuyorlar? Evet, onlar Risale-i Nurun arkasından koşuyorlar. Müslümanların imanına hizmet için, Allah için koşuyorlar? En büyük vazifemiz budur; hayatımızın gayesi de budur; neticesi de budur; saadeti de budur diyerek koşuyorlar.

Birisi; 83 yaşında, ihtiyar, hasta olduğu halde; Anadolu yaylalarında İslâm ovalarında; ecdadın at üstünde cihad ettiği vâdilerde; namus, millet ve şeref-i din için şehitlerin al kefenleriyle yattığı mübarek topraklarda koşuyorlar.

Hem öyle topraklar ki; her bir karış toprağında ve her bir bucağında, İslâmın şerefi dalgalanan bu Türk diyarında koşuyorlar. Ellerinde Risale-i Nurun yaldızlı sahifeleri ile Anadolu'yu deveran edip, Âlem-i İslâmı cevelan ediyorlar. Kurumağa yüz tutmuş bağlar, bahçeler, âb-ı hayat bekleyen ovalar ve susuz kalmış biçare yolcular ve zindanlar içinde inleyen, zavallı mahpuslar, elemler içinde kıvranan marizler, yoksullar ve ölmeğe yüz tutmuş mahlukat, bak nasıl bu deveranla bu nurâni faaliyetle yeniden dirilmeye başlıyorlar. Bu mâ-i nisan arkasında, bu topraklar bak nasıl kabarmağa, yeşillenmeğe başladılar. Bu taze hayatla bak, nasıl yurdumun ağaçları çiçeklenmeğe meyvedar olmağa ve ıssız ovalar gül gülistan olmağa, hadsiz yeşil kuşlar, bülbüller ötmeğe, pür neş'e terennüm etmeğe başladılar.

Dikkat et! Bak :Bahadır ecdadımızın, sıtmadan bir deri, bir kemik kalan torunlarına bak şimdi. Bu memlekete sema-i Rahmetten nehirler gibi boşanan âb-ı hayatla ve nesim-i baharla nasıl şifa bulmağa başladılar. Çocuklar neş'elerinde, büyükler faideli san'atlarında devam ediyorlar. Yepyeni bir hayat taptaze nurlu bir nesim-i bahar. Bu anadolu memleketinde ve İslâm illerinde esmeğe başladı. Nazar ile bak şu mübarek ecdada. Kabirlerinde titreşen, ağlayan, feryad-u figan eden dedelerimize dikkat et! Ve zemin yüzüne muntazır olan gökteki ervah-ı âliyeye ve melaikelere göz gezdir. Bak nasıl sürur içindeler. Tebrik ve tahmid vazifesiyle, Hâlik-ı Kâinata şükranlarını arz ediyorlar. Ve nurani babalarınız, kabirlerinden sizlere selam gönderiyorlar. Ve "bizi azabdan kurtardınız, kabrimizi pürnur, kalbimizi mesrur eylediniz evlatlarımız" diyorlar. "Allah sizlerden razı olsun," diyorlar.

"Safahat"-ında İslâmın garibliğine, İslâmın bîkesliğine ağlayan "Ya Rab! Bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?" diye zulmetten feryad eden "O nuru gönder İlâhi, asırlar oldu yeter. Bunaldı milletin afakı, nurlu bir sabah ister" diye Hak'ka yalvaran ve "Doğacaktır sana vadettiği günler hakkın, kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın" diye ümit ve teselli gösteren o milli şaire ve o gibi ağlayan "Ya Rabbi, bana ve neslime bir nur ver" diye niyaz eden muttakilere, bir de şimdi bak, nasıl mesrur ve memnunlar. Allah'a şükrediyorlar. Hem kendi vatanlarında, hem kendi zamanlarında tulu' eden, bu nur-u Kur'âniyi ve bu hakikat güneşini bak nasıl alkışlıyorlar... tebrik ediyorlar.

Bak, birerbirer şu memleketin, şu İslâmın diyarının, her bir köşesinden her bir hanesinden, her bir köy ve bucağından, ormanlarından, ovalarına nehirlerine, denizlerine kadar ve her bir ferdinden, yavrusundan, ihtiyarına kadar, mezarlarında bekleyen hadsiz ecdadından, semalarında tayeran eden ervahına kadar bütün İslâm diyarı ve bu Anadolu, bak nasıl bir bahar ve bayram havasının neş'esiyle dolmuş "İslama zafer ver, bizi kurtar, bizi güldür, a'damızı et hâk ile yeksan... yine ey nur-u Furkâni." "Her belde-i İslâm ile olsun, bu yeşil yurt, tâ haşre kadar cennet-i canan yine ey Nur-u imanî" diye olan âriflerin niyazı, bak nasıl dergah-ı rahmette kabul edilmiş.
Ses Yok