Tiryak | Tiryak | 25
(1-30)
Ey sevgili üstadımız! Madem insan fıtraten ihsana perestiş eder. Ve insaniyet daima kemale, cemale ve ihsana müştaktır. Aşkla mukabele arzu eder. Ve bu üç hakikata karşı hediyeler vermek arzu eder. Ve madem biz ve her akıl ve idrak sahibi, Risale-i Nur sahifelerini mütalaa neticesinde, hakiki kemal ve cemalin mahiyetini izah eden sevimli dersinden; ve iman hakikatı ile, şu kâinat ve şu mevcudatın hakiki mahiyeti tebarüz edip, ve zaman seylinde akan mevcudatın ezelden ebede seyahatının hikmetini anlayan ince rumuzlu mes'elesinden; Ve insan denilen bu varlık, şu kâinat ağacının en cami' ve son meyvesi olup ve âlemin bir misal-i musağğarı bulunup, kâinattan ve bu hadsiz zaman ve cevelandan murad, insan olduğunu; ve insan, ebedî hayat ve saadete namzed ve ebedî bir zât-ı akdesin âyine-i müştakı bulunduğunu; ve binaenaleyh, insan ölmiyeceğini ve ademe gitmiyeceğini ve vücut dairesinde ebedî kalacağını beyan ve isbat ve izah eden nurlu risalelerinden; ve bütün zişuur ve insan için en yüksek saadetin, hem en yüksek kemalatın, en şirin nimetin imân-ı Billah, Marifetullah ve Muhabbetullah olduğunu ders veren lem'alarından ve mektuplarından; ve nihayet, şu kâinatta ve şu mevcudat âyinelerinde müşahede edilen ihsanlı kemalat ve kemalli cemaller ve güzellikler ve hüsünler; kendini bu hadsiz ihsaniyle bildirmek, tanıttırmak istiyen ve bu hadsiz cemal ve hüsün ve ihsan ile kendi cemal-i esmasına ve sıfatına ve kemalat-ı İlâhiyesine nazarları çevirmek isteyen, perde arkasında münezzeh ve müberra bir Cemil-i Zülcelâlin ve bir Rahîm-i Zülkemalin esma ve sıfatının tezahürleri olduğunu ve insan için, en hakiki saadetin ve nihayet maksad-ı aksa ve gaye-i ulyanın da, bu zat-ı Kudsiye karşı alaka peyda etmek, ona yakınlaşmak, onun muhabbetiyle kendinden geçmek olduğunu bildiren Onbirinci Söz ve emsali risalelerinden tut, tâ bu risalelerin te'lifi ve intişarındaki güzelliğe ve mükemmeliyetine kadar; ve Müellif-i Muhteremin doğuşundan itibaren, gerek tahsil hayatındaki harika hal ve ahvalinden acaib ve garaib ihsanlara ve istihdamlara kadar; ve hayatının maksad-ı aslisi olan altmışından sonraki Risale-i Nur hizmetindeki ihlas-ı tammesi, dünyevî ve uhrevî menfaat ve makamlardan ve her türlü teveccüh-ü fâniyeden yüz çevirip, bütün kuvvetiyle ve hissiyatiyle ve ahvaliyle hak ve hakikata müteveccih ahlak-ı hasenesine; ve bu asr-ı zulmetteki insanları ve müslümanları, Kur'andan aldığı ders ve nur ile irşad edip, büyük bir hizmeti imaniyede bulunan Nur Talebelerinin yüksek şahsiyetine kadar; ve bu dînî hizmetlerini yalnız Allah için yaptıklarına, dost ve düşmanı tasdik ettirecek şekilde i'lanatlarına kadar; ve çok müşfik kalblerle ve iman dersleriyle gönülleri okşıyan, ruhları terbiye edip, akıllara istikamet veren deslerine ve hizmetlerine kadar..
Evet biz ve her zîakıl, gerek Risale-i Nurda ve gerek Risale-i Nurun telifinde ve intişarında ve ona müellif, hâdım ve tercüman olan Zatın hayatında ve ahvalinde en parlak ve muazzam şehadet olarak o dersleri okuyan, o tercümanı dinleyen, ilanatına kulak veren Nur Şakirtlerinin ve karilerinin temiz ahlaka, faideli duruma gelmelerinde ve sabit olmalarında bizzarure görüyor.. derk ediyor.. Ve müşahede ediyoruz ki:
Bu Risale-i Nurda, muazzam ve mükemmel bir cemal; ve gayet yüksek ve parlak bir kemal var. Belki bütün
kâinata serpilen bütün cemaller ve mahlukatın kemalleri mücmelen onda tecemmu etmiş, tezahür etmiş.
Ve Hâlık-ı Kâinatın ism-i âzâmına mazhar ve bütün esmasının tecelli ettiği âyine olmuş. Meratib-i cemal ve kemal, tamamen o manevi yüzde derc edilmiş. O yüzde nakşedilmiş bildiğimizden; insaniyetin, fıtratı icabı, nurlarla alakadarlığı kışırda, zahirde, kabukta değil; belki ruhun, kalbin, aklın ve bütün hissiyat ve letaifin derinliklerinde kök salmış olduğuna hükmediyoruz. Ve şüphesiz öyledir.
Madem iman ve islâm gibi hakikatlar kâinatın esasıdır. Ve her şey, imanın nuruyla hâlikın varlığına delalet ettiği aşikar görünüyor. Ve gündüzü dolduran ziya, Güneşe parlak şehadet ve işaret ediyor. İşte Risale-i Nur dahi, iman nurlarının toplanmış hazinesidir. Risale-i Nurdaki hakikat, kâinatta hüküm ferma olan emir ve
iradenin kendisinden başka bir şey değildir. Af buyurunuz.. tarif edemedim.Böyle insanın bütün letaifinin tâ derinliklerine kadar kök salmış ve fıtratiyle alakadar olmuş iman ve islâmiyet hakikatından başka bir şey olmayan Risale-i Nuru, nasıl mahkûm edebilirler; nasıl insanları ondan uzaklaştırabilirler; nasıl talebelerini ondan ayırabilirler? Mümkün müdür demek istiyorum.
Şimdi Afyon'un yerinde Risale-i Nuru tetkik eden ve inşaallah tam bir beraet ve serbestiyet kararını verecek ümit ettiğimiz Isparta adliyesine hem rica, hem arz ediyoruz.
İnşaallah, ehl-i imanın saadeti için, Risale-i Nurun intişarına serbestiyetine herkesten ziyade çalışan, gayret eden siz mübarek Üstadımızın, nurun bir kısım kahramanlariyle, mübarek Ispartaya bu dördüncü seyahatinizi, iman ve Kur'an hesabına inşaallah büyük hayırlara medar olacak ümit ediyoruz. Sevgilisinin arkasından dağ,
dere demeden koşan âşıklar gibi; siz de, o Mu'cize-i Kur'an olan Risale-i Nurun arkasından mütemadiyen koşuyorsunuz. Onun serbestiyeti için ummanlar, deryalar geçiyorsunuz. Ciballer aşıyorsunuz. Gâh oluyor, kışın ayazlı gecelerinde, gah oluyor, temmuzun bunaltıcı sıcaklarında durmadan, dinlenmeden mütemadiyen gidiyor, koşuyor, üşüyor terliyorsunuz, yoruluyor.. bunalıyorsunuz. Ve mütemadiyen o sevgilinin arkasında veya önünde, o câzibedar, Cemal-i Bâkiye nazarları çevirmek ve o ruhânî hüsnün kemaline insanları koşturmak için çırpınıyordunuz.
Bu ne müthiş faaliyet ve bu ne muazzam hizmet. Hatta o hâdimlerden birisinin, seksen yaşından sonra hastalıklı hâlinde şu mübarek ihtiyarın mücahedesine bak. Şu durmak bilmeyen, yorulmak bilmeyen fedakârlara; ve şu herkesten, daha genç daha dinç kahramanlara nazar eyle.
Evet biz ve her zîakıl, gerek Risale-i Nurda ve gerek Risale-i Nurun telifinde ve intişarında ve ona müellif, hâdım ve tercüman olan Zatın hayatında ve ahvalinde en parlak ve muazzam şehadet olarak o dersleri okuyan, o tercümanı dinleyen, ilanatına kulak veren Nur Şakirtlerinin ve karilerinin temiz ahlaka, faideli duruma gelmelerinde ve sabit olmalarında bizzarure görüyor.. derk ediyor.. Ve müşahede ediyoruz ki:
Bu Risale-i Nurda, muazzam ve mükemmel bir cemal; ve gayet yüksek ve parlak bir kemal var. Belki bütün
kâinata serpilen bütün cemaller ve mahlukatın kemalleri mücmelen onda tecemmu etmiş, tezahür etmiş.
Ve Hâlık-ı Kâinatın ism-i âzâmına mazhar ve bütün esmasının tecelli ettiği âyine olmuş. Meratib-i cemal ve kemal, tamamen o manevi yüzde derc edilmiş. O yüzde nakşedilmiş bildiğimizden; insaniyetin, fıtratı icabı, nurlarla alakadarlığı kışırda, zahirde, kabukta değil; belki ruhun, kalbin, aklın ve bütün hissiyat ve letaifin derinliklerinde kök salmış olduğuna hükmediyoruz. Ve şüphesiz öyledir.
Madem iman ve islâm gibi hakikatlar kâinatın esasıdır. Ve her şey, imanın nuruyla hâlikın varlığına delalet ettiği aşikar görünüyor. Ve gündüzü dolduran ziya, Güneşe parlak şehadet ve işaret ediyor. İşte Risale-i Nur dahi, iman nurlarının toplanmış hazinesidir. Risale-i Nurdaki hakikat, kâinatta hüküm ferma olan emir ve
iradenin kendisinden başka bir şey değildir. Af buyurunuz.. tarif edemedim.Böyle insanın bütün letaifinin tâ derinliklerine kadar kök salmış ve fıtratiyle alakadar olmuş iman ve islâmiyet hakikatından başka bir şey olmayan Risale-i Nuru, nasıl mahkûm edebilirler; nasıl insanları ondan uzaklaştırabilirler; nasıl talebelerini ondan ayırabilirler? Mümkün müdür demek istiyorum.
Şimdi Afyon'un yerinde Risale-i Nuru tetkik eden ve inşaallah tam bir beraet ve serbestiyet kararını verecek ümit ettiğimiz Isparta adliyesine hem rica, hem arz ediyoruz.
İnşaallah, ehl-i imanın saadeti için, Risale-i Nurun intişarına serbestiyetine herkesten ziyade çalışan, gayret eden siz mübarek Üstadımızın, nurun bir kısım kahramanlariyle, mübarek Ispartaya bu dördüncü seyahatinizi, iman ve Kur'an hesabına inşaallah büyük hayırlara medar olacak ümit ediyoruz. Sevgilisinin arkasından dağ,
dere demeden koşan âşıklar gibi; siz de, o Mu'cize-i Kur'an olan Risale-i Nurun arkasından mütemadiyen koşuyorsunuz. Onun serbestiyeti için ummanlar, deryalar geçiyorsunuz. Ciballer aşıyorsunuz. Gâh oluyor, kışın ayazlı gecelerinde, gah oluyor, temmuzun bunaltıcı sıcaklarında durmadan, dinlenmeden mütemadiyen gidiyor, koşuyor, üşüyor terliyorsunuz, yoruluyor.. bunalıyorsunuz. Ve mütemadiyen o sevgilinin arkasında veya önünde, o câzibedar, Cemal-i Bâkiye nazarları çevirmek ve o ruhânî hüsnün kemaline insanları koşturmak için çırpınıyordunuz.
Bu ne müthiş faaliyet ve bu ne muazzam hizmet. Hatta o hâdimlerden birisinin, seksen yaşından sonra hastalıklı hâlinde şu mübarek ihtiyarın mücahedesine bak. Şu durmak bilmeyen, yorulmak bilmeyen fedakârlara; ve şu herkesten, daha genç daha dinç kahramanlara nazar eyle.
Ses Yok