Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 248
(1-445)
283/76- «Nakl-i sahih ile Hazret-i Hâlid'i (R.A.) harb için Dûmet-ül Cendel reisi olan Ukeydir'e gönderdiği vakit, ferman etmiş ki: Bakar-ı vahşî avında bulacağını, kavgasız esir edileceğini ihbar etmiş.»
Risalede yeri: Mektubat sh. 111
Me'hazler: Müstedrek-ül Hâkim 4/519, Zehebî de hadîsin sahihliğini kabul etmiş; Tabakat-ı İbn-i Sa'd 2/119 Birinci Kısım; Sîret-i İbn-i Hişşam 1/903; El-Vâkidî sh: 403; Eş-Şifa 1/344; Şerh-üş Şifa - Aliyy-ül Karî 1/704; El-Bidaye Ven-Nihaye - İbn-i Kesir 4/30-31; Delâil-ün Nübüvve - Beyhakî 2/66, 3/389, 5/250; Delâil-ün Nübüvve - Ebu Nuaym 2/526, El-İsabe - İbn-i Hacer 1/132; Sîret-ü İbn-i İshak 2/526
Zabıt şekli: Müstedrek'in hadîsi:
Ebu Nuaym'in hadîsi ise: ifadesiyledir. Hâdise şöyle vuku' bulmuş:
Resul-i Ekrem (A.S.M.) Hazret-i Hâlid'i (R.A.) Tebük'ten Dûmet-ül Cendel'e gönderdi. Hazret-i Hâlid oraya vardığı zaman, vakit gece olmuştu. Ukeydir ismindeki kal'a reisi, kal'anın damında, gece mehtabında ve oradaki hususî köşkünde otururken; bakar-ı vahşî, yani yabanî öküzden birkaç tane gelmiş, kal'anın kapısını boynuzlarıyla vurarak tıkırdamışlar. Ukeydir'in karısı demiş: "Baksana, sen hiç böyle acib birşey gördün mi?" "Hâyır!" demiş. Sonra Ukeydir kal'adan inmiş, atına binmiş, beraberinde yakın akrabalarından birkaç kişi de atlarına binmiş ve çıkmışlar. Tam o sırada Hazret-i Hâlid onlara rastlamış. Ukeydir'in kardeşi öldürülmüş, kendisini de yakalayıp Peygamber'e getirmişler.
Dûmet-ül Cendel, şimdi de güzel bir beldedir. Medine'ye yaya on günlük mesafe olduğu gibi, aynı o kadar mesafe de Kûfe'den uzaktır. Ve aynı zamanda o kadar mesafe ile de Şam'dan uzaktır. Bugünkü durumuyla Irak'tan Medine'ye giderken "Arar"dan sonra 260 km. uzaklıktadır.
284/77- «Nakl-i sahih ile Kureyş, Benî-Hâşim aleyhinde yazdıkları ve Kâ'benin sakfına (tavanına) astıkları sahife hakkında ferman etmiş ki: "Kurtlar yazılarınızı yedi, yalnız sahifedeki Esma-i İlahiye'ye ilişmemişler." Sonra sahifeye bakmışlar aynen öyle olmuş.»
Risalede yeri: Mektubat sh: 111
Me'hazler: Delâil-ün Nübüvve - Ebu Nuaym 1/273 ve 274; El-Hasais-ül Kübra 1/374, 375 ve 377 bir kaç rivayet tarikıyla; Delâil-ün Nübüvve - Beyhakî 2/311; Eş-Şifa 1/345; Şerh-üş Şifa - Aliyy-ül Karî 1/706; keza Hafacî 3/96
97; Sîret-ü İbn-i Hişşam 1/371; Tabakat-ı İbn-i Sa'd 1/139; Tarih-i Taberî 2/335; El-Bidaye Ven-Nihaye İbn-i Kesir 3/84; Es-Sîret-ül Halebiye 1/449; Ed-Dürer Fi-İhtisar-il Magazî sh: 53; Sübül-ül Hüda Ve-r Reşad 2/502
Zabıt şekli: İmam-ı Beyhakî, Delâil-ün Nübüvve eserinde hâdiseyi şöyle nakleder: "Kureyş müşrikleri, müslümanlar üzerinde eza ve cefalarını en kabih bir şekilde şiddetlendirdikleri bir zamanda; hattâ müslümanları toptan katletmek, hattâ Peygamber'i alenen öldürmek kasdıyla toplandılar. Bu durumu gören Ebu Talib, Benî-Abdülmuttalibi, yani Abdulmuttalib oğullarını topladı ve onlara emretti ki; Muhammed'i muhafaza ediniz ve Kureyş'in bu kötü niyetine karşı dikkat ediniz. Aabdulmuttalib oğullarından müslümanı-kâfiri Ebu Talib'in yanında toplanmışlardı. Kimisi millî hamiyetinden, kimisi de iman ve itikadından tesanüd ve birlik akdettiler.
Kureyş müşrikleri bu durumu öğrenince toplandılar ve şu kararı aldılar: Abdulmuttalib ve Hâşimoğullarının ne evlerine gidilecek, ne onlarla alış-veriş yapılacak ve ne de onlarla konuşulacak. Tâ ki Peygamber'i öldürmeleri için kendilerine teslim edilinceye kadar... Bu kararlarını da bir sahifeye (yani bir tahta parçası levhasına) yazarak, Kâ'benin tavanına astılar. Bu karara bütün Kureyş müşrikleri ahd ü peyman ile söz verdiler. Üç sene müddetle böylece Benî-Hâşim bir nevi muhasarada kaldı. Çok zorluklarla karşı karşıya kaldılar. Fakat Ebu Talib kararında azimli kaldı ve yılmadı. Gece-gündüz Peygamber'i muhafaza etmek için O'nu gözetlettirdi. Üç sene bu hal böylece devam etti. Üçüncü senenin sonunda; Kureyş'ten Benî-Hâşim'in bazı yeğenleri, yani kızlarından doğmuş çocukları -Benî-Abd-ü Menaf ve BenîKusay ve diğer bazıları- Benî-Hâşim'e karşı yapılan bu çok katı merhametsizliğe son vermek üzere, verdikleri ahidlerini bozmak üzere toplandılar.
Bu arada Resul-i Ekrem (A.S.M.) amucası Ebu Talib'e dedi ki: "Kurtlar onların sahifesindeki bütün yazıları kemirmişlerdir. Yalnız Allah'ın isimleri baki kalmış."
Bunu duyan Ebu Talib; "Parlak yıldızlara yemin ederim ki; O, yani Muhammed mutlaka doğru söyler, beni aldatmaz." diyerek, Benî-Abdulmuttalib'den bir kaç kişiyle Mescid-i Haram'a geldiler. Tam o sırada Mescid-i Haram Kureyş müşrikleriyle dolu bir halde imiş. Kureyş zannettiler ki; Ebu Talib, belânın ve zulmün ve muhasaranın şiddet ve zahmetinden teslim olarak bizim dediklerimizi yapmaya gelmiş... Ebu Talib konuşmaya başladı ve "Sizin aranızda bazı hâdiseler olmuş, biz onlardan sözetmek için buraya gelmedik. Benim sizinle konuşmaya gelmemizin sebebi şudur ki: Siz o sahifenizi alıp getirmezidir. Ola ki aramızda sulha vasıta olsun..." Kureyş hemen gidip sahifeyi getirdiler, dediler ki: "Artık dediklerimizi yapmak üzere inad ve ısrarınızdan dönmenin zamanı geldi değil mi? Bizim aramızda bir adam girdi ve bizi birbirimize düşman eyledi." ve saire...
Ebu Talib ise dedi ki: "Benim size gelmemin sebebi; ne size ve ne de bize zararı olmayacak olan bir hususu söylemek içindir." O da: "Benim kardeşimi. oğlu bana haber verdi -ki, hiçbir vakit yalan ile beni aldatmamıştır- işte O diyor ki: "Cenab-ı Allah sizin aleyhimizdeki sahifenizde olan bütün yazılarınız imha etmiş, kendi ismine ait olan yazılar baki kalmış..." İşte eğer kardeşimin oğlunun dediği çıkarsa, Allah'a yemin olsun ki; hepimiz ölünceye kadar O'nu muhafaza etmeye çalışacak ve aslâ size teslim etmeyeceğiz... Şayet O'nun dediği doğru çıkmazsa, O'nu size teslim edeceğiz. Siz o zaman ne yaparsanız yapınız, karışmayacağız.
Müşrikler, Ebu Talib'in ileri sürdüğü bu şarta razı oldular ve dediler "Tamam!" Sahifeyi açtılar, gördüler ki; aynen sâdık, masdûk olan Resulullah'ın haber verdiği gibi çıktı. Müşrikler hemen yine sihre hamledip; ezâ ve cefâlarını daha da şiddetlendireceklerini söylediler. Onlara karşı Benî-Hâşim dahi sertçe cevablar verdiler ve: "Olsa olsa sâhir olan sizlersiniz..." dediler.. ve ilh...
Risalede yeri: Mektubat sh. 111
Me'hazler: Müstedrek-ül Hâkim 4/519, Zehebî de hadîsin sahihliğini kabul etmiş; Tabakat-ı İbn-i Sa'd 2/119 Birinci Kısım; Sîret-i İbn-i Hişşam 1/903; El-Vâkidî sh: 403; Eş-Şifa 1/344; Şerh-üş Şifa - Aliyy-ül Karî 1/704; El-Bidaye Ven-Nihaye - İbn-i Kesir 4/30-31; Delâil-ün Nübüvve - Beyhakî 2/66, 3/389, 5/250; Delâil-ün Nübüvve - Ebu Nuaym 2/526, El-İsabe - İbn-i Hacer 1/132; Sîret-ü İbn-i İshak 2/526
Zabıt şekli: Müstedrek'in hadîsi:
Ebu Nuaym'in hadîsi ise: ifadesiyledir. Hâdise şöyle vuku' bulmuş:
Resul-i Ekrem (A.S.M.) Hazret-i Hâlid'i (R.A.) Tebük'ten Dûmet-ül Cendel'e gönderdi. Hazret-i Hâlid oraya vardığı zaman, vakit gece olmuştu. Ukeydir ismindeki kal'a reisi, kal'anın damında, gece mehtabında ve oradaki hususî köşkünde otururken; bakar-ı vahşî, yani yabanî öküzden birkaç tane gelmiş, kal'anın kapısını boynuzlarıyla vurarak tıkırdamışlar. Ukeydir'in karısı demiş: "Baksana, sen hiç böyle acib birşey gördün mi?" "Hâyır!" demiş. Sonra Ukeydir kal'adan inmiş, atına binmiş, beraberinde yakın akrabalarından birkaç kişi de atlarına binmiş ve çıkmışlar. Tam o sırada Hazret-i Hâlid onlara rastlamış. Ukeydir'in kardeşi öldürülmüş, kendisini de yakalayıp Peygamber'e getirmişler.
Dûmet-ül Cendel, şimdi de güzel bir beldedir. Medine'ye yaya on günlük mesafe olduğu gibi, aynı o kadar mesafe de Kûfe'den uzaktır. Ve aynı zamanda o kadar mesafe ile de Şam'dan uzaktır. Bugünkü durumuyla Irak'tan Medine'ye giderken "Arar"dan sonra 260 km. uzaklıktadır.
284/77- «Nakl-i sahih ile Kureyş, Benî-Hâşim aleyhinde yazdıkları ve Kâ'benin sakfına (tavanına) astıkları sahife hakkında ferman etmiş ki: "Kurtlar yazılarınızı yedi, yalnız sahifedeki Esma-i İlahiye'ye ilişmemişler." Sonra sahifeye bakmışlar aynen öyle olmuş.»
Risalede yeri: Mektubat sh: 111
Me'hazler: Delâil-ün Nübüvve - Ebu Nuaym 1/273 ve 274; El-Hasais-ül Kübra 1/374, 375 ve 377 bir kaç rivayet tarikıyla; Delâil-ün Nübüvve - Beyhakî 2/311; Eş-Şifa 1/345; Şerh-üş Şifa - Aliyy-ül Karî 1/706; keza Hafacî 3/96
97; Sîret-ü İbn-i Hişşam 1/371; Tabakat-ı İbn-i Sa'd 1/139; Tarih-i Taberî 2/335; El-Bidaye Ven-Nihaye İbn-i Kesir 3/84; Es-Sîret-ül Halebiye 1/449; Ed-Dürer Fi-İhtisar-il Magazî sh: 53; Sübül-ül Hüda Ve-r Reşad 2/502
Zabıt şekli: İmam-ı Beyhakî, Delâil-ün Nübüvve eserinde hâdiseyi şöyle nakleder: "Kureyş müşrikleri, müslümanlar üzerinde eza ve cefalarını en kabih bir şekilde şiddetlendirdikleri bir zamanda; hattâ müslümanları toptan katletmek, hattâ Peygamber'i alenen öldürmek kasdıyla toplandılar. Bu durumu gören Ebu Talib, Benî-Abdülmuttalibi, yani Abdulmuttalib oğullarını topladı ve onlara emretti ki; Muhammed'i muhafaza ediniz ve Kureyş'in bu kötü niyetine karşı dikkat ediniz. Aabdulmuttalib oğullarından müslümanı-kâfiri Ebu Talib'in yanında toplanmışlardı. Kimisi millî hamiyetinden, kimisi de iman ve itikadından tesanüd ve birlik akdettiler.
Kureyş müşrikleri bu durumu öğrenince toplandılar ve şu kararı aldılar: Abdulmuttalib ve Hâşimoğullarının ne evlerine gidilecek, ne onlarla alış-veriş yapılacak ve ne de onlarla konuşulacak. Tâ ki Peygamber'i öldürmeleri için kendilerine teslim edilinceye kadar... Bu kararlarını da bir sahifeye (yani bir tahta parçası levhasına) yazarak, Kâ'benin tavanına astılar. Bu karara bütün Kureyş müşrikleri ahd ü peyman ile söz verdiler. Üç sene müddetle böylece Benî-Hâşim bir nevi muhasarada kaldı. Çok zorluklarla karşı karşıya kaldılar. Fakat Ebu Talib kararında azimli kaldı ve yılmadı. Gece-gündüz Peygamber'i muhafaza etmek için O'nu gözetlettirdi. Üç sene bu hal böylece devam etti. Üçüncü senenin sonunda; Kureyş'ten Benî-Hâşim'in bazı yeğenleri, yani kızlarından doğmuş çocukları -Benî-Abd-ü Menaf ve BenîKusay ve diğer bazıları- Benî-Hâşim'e karşı yapılan bu çok katı merhametsizliğe son vermek üzere, verdikleri ahidlerini bozmak üzere toplandılar.
Bu arada Resul-i Ekrem (A.S.M.) amucası Ebu Talib'e dedi ki: "Kurtlar onların sahifesindeki bütün yazıları kemirmişlerdir. Yalnız Allah'ın isimleri baki kalmış."
Bunu duyan Ebu Talib; "Parlak yıldızlara yemin ederim ki; O, yani Muhammed mutlaka doğru söyler, beni aldatmaz." diyerek, Benî-Abdulmuttalib'den bir kaç kişiyle Mescid-i Haram'a geldiler. Tam o sırada Mescid-i Haram Kureyş müşrikleriyle dolu bir halde imiş. Kureyş zannettiler ki; Ebu Talib, belânın ve zulmün ve muhasaranın şiddet ve zahmetinden teslim olarak bizim dediklerimizi yapmaya gelmiş... Ebu Talib konuşmaya başladı ve "Sizin aranızda bazı hâdiseler olmuş, biz onlardan sözetmek için buraya gelmedik. Benim sizinle konuşmaya gelmemizin sebebi şudur ki: Siz o sahifenizi alıp getirmezidir. Ola ki aramızda sulha vasıta olsun..." Kureyş hemen gidip sahifeyi getirdiler, dediler ki: "Artık dediklerimizi yapmak üzere inad ve ısrarınızdan dönmenin zamanı geldi değil mi? Bizim aramızda bir adam girdi ve bizi birbirimize düşman eyledi." ve saire...
Ebu Talib ise dedi ki: "Benim size gelmemin sebebi; ne size ve ne de bize zararı olmayacak olan bir hususu söylemek içindir." O da: "Benim kardeşimi. oğlu bana haber verdi -ki, hiçbir vakit yalan ile beni aldatmamıştır- işte O diyor ki: "Cenab-ı Allah sizin aleyhimizdeki sahifenizde olan bütün yazılarınız imha etmiş, kendi ismine ait olan yazılar baki kalmış..." İşte eğer kardeşimin oğlunun dediği çıkarsa, Allah'a yemin olsun ki; hepimiz ölünceye kadar O'nu muhafaza etmeye çalışacak ve aslâ size teslim etmeyeceğiz... Şayet O'nun dediği doğru çıkmazsa, O'nu size teslim edeceğiz. Siz o zaman ne yaparsanız yapınız, karışmayacağız.
Müşrikler, Ebu Talib'in ileri sürdüğü bu şarta razı oldular ve dediler "Tamam!" Sahifeyi açtılar, gördüler ki; aynen sâdık, masdûk olan Resulullah'ın haber verdiği gibi çıktı. Müşrikler hemen yine sihre hamledip; ezâ ve cefâlarını daha da şiddetlendireceklerini söylediler. Onlara karşı Benî-Hâşim dahi sertçe cevablar verdiler ve: "Olsa olsa sâhir olan sizlersiniz..." dediler.. ve ilh...
Ses Yok