Şu iki meyl-i şedidle yazılmıştır meydanda, milyonlarla kütüb-ü arabiy-ye, gelmiştir kütübhane-i vücûda. Onlar ile Tenzil'i düşerse bir mizanı.
Muvâzene edilse, değil dânâ-i bî-müdânî, hattâ en âmî adam, göz kulak-
la diyecek: Bunlar ise insânî, şu ise âsumânî!
Hem de hükmedecek: Şu bunlara benzemez, rütbesinde olamaz. Öyle
ise ya umumdan aşağı; bu ise, bilbedâhe mâlûm olmuş butlanı.
Öyle ise, umumun fevkindedir, mazmunları o kadar zamanda, kapı
açık, beşere vakfedilmiş; kendine dâvet etmiş ervah ile ezhanı!
Beşer onda tasarruf, kendine de maletmiş. Onun mazmunları ile yine Kur'ana karşı çıkmamış, hiçbir zaman çıkamaz; geçti zaman-ı imtihanı.
Sâir kitablara benzemez, onlara makîs olmaz; zira yirmi sene zarfında müneccemen hâcetlere nisbeten nüzulü; müteferrik mütekatı', bir hik-
met-i Rabbânî.
Esbab-ı nüzulü muhtelif, mütebayin. Bir maddede es'ile mütekerrir, mütefâvit. Hâdisat-ı ahkâmı müteaddid, mütegayyir. Muhtelif, müte-
fârık nüzulünün ezmanı.
Hâlât-ı telâkkisi: Mütenevvi', mütehâlif. Aksam-ı muhatâbı: Mütead-did, mütebâid. Gayât-ı irşâdında: Mütederric, mütefâvit. Şu esaslara
müstenid binâî, hem beyânî,
Cevabî, hem hitâbî. Bununla da beraber selâset ve selâmet, tenâsüb ve
tesânüd, kemâlini göstermiş; işte onun şâhidi: Fenn-i Beyân-ı Maânî.
Kur'anda bir hassa var; başka kelâmda yoktur. Bir kelâmı işitsen, asıl sahib-i kelâmı arkasında görürsün, ya içinde bulursun. Üslûb: Âyine-i
insânî.
Ey sâil-i misâlî! Sen ki îcaz istedin; ben de işaret ettim. Eğer tafsil ister-
sen, haddimin haricinde!.. Sinek seyretmez âsumânı.
Zira o kırk envâ-ı i'câzından yalnız bir tekini ki, cezâlet-i nazmıdır;
İşârât-ül İ'cazda sıkışmadı tibyanı.
Yüz sahife tefsirim ona kâfi gelmedi. Senin gibi ruhânî ilhamları ziyâde.
Ben istiyorum senden tafsil ile beyânı!
Kâmilîn insânların zevk-i meâlîsini hoşnud eden bir hâlet, çocukça bir
hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez.
Onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsî
ve şehvanî içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez.
Avrupa'dan tereşşuh etmiş şu hâzır edebiyat romanvârî nazarla, Kur'anda olan letâif-i ulviyyet, mezaya-yı haşmeti göremez, hem
tadamaz.
Kendindeki miheki ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı
cevelân; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz: