Son Şahitler | Emirdağ Şâhitleri(II) | 54
(1-75)

ALİ RIZA SAĞLAMER

 

1926 yılında Trabzon'un Vakfıbekir kazâsında doğdu. 1929'dan beri Samsun'da oturmaktadır. Sağlamer, şeceresi hakkında bilgi verirken şunları ifade etmektedir: "1956'da Risale-i Nur'a kavuştum. İlk defa Küçük Sözler'i daha sonra ise Ankara müdafasını okudum. Bu okumalardan sonra hayatım değişti. Önceleri dalâletin en koyu bataklığında bulunuyordum. Sonra, Allah'a nâmütenahi hamdler olsun ki, Üstad Bediüzzaman'ı gördüm."

 

"Üstadı ziyaretim"

"1957'de Üstad Bediüzzaman'ı ziyaret için Isparta'ya gittik. Fakat maalesef çok sıkı tedbirler yüzünden ziyaret edemedik. Sadece Üstad arabayla Barla'ya giderken, uzaktan görebildik.

"1960 yılı başlarında Ankara'ya davet etmeye karar vermiştik. Bu daveti karar yapmak için üç kişilik bir heyeti kur'a ile seçtik. Herkes Üstada gitmek istiyordu. Kur'a bana çıkmayınca, benim çok heyecanlandığımı ve üzüldüğümü gören Binbaşı Hayri Bey, kendisine çıkan kurayı bana vererek, 'Ben hakkımı Ali Rıza Sağlamer'e veriyorum' diye büyük bir alicenablık gösterdi. Sevinçten bir kuş gibi olmuştum. Hemen kendisini kucakladım. Dualar ederek hazırlandım. Yine kendisine kur'a çıkan başçavuş bir kardeşimiz de hakkını Refet Kavukçu kardeşimize vermişti. Şoför, Tosyalı bir arkadaştı. Yeni alınmış bir arabayla yola çıktık. Sabah namazına Emirdağ Camiine ulaştık. Namazdan çıkarken, Üstadın hizmetkârı ve şoförü bizi bekliyordu.

"Bize dedi ki: 'Üstad sizden mektupları istiyor.' Ben de Ankara'da Said Özdemir'den mektupları alırken, 'Ben bunları Üsttaddan başka kimseye vermem' demiştim. Aynı sözleri Üstadın şoförüne de söyledim, mektupları vermedim. Şoför kardeşimiz gidip yeniden geldi ve 'Yalnız Ankara'nın mektubunu ver' dedi. Dedim: 'Hayır, ben mektupları Üstadımın eline bizzat verceğim.' Sonra bize, 'Üstad sizi istiyor' deyince, üçümüz birden çıktık. Odaya girdiğimizde Üstad yatıyordu. İşaratü'l-İcaz'ın Arapça nüshasını okuyordu. Mektupların hepsini olduğu gibi önüne koydum. Elini öpmek istedik, vermedi. Başımızı ve sırtımızı sıvazladı. Ankara'nın mektubunu hemen alıp, Zübeyir Gündüzalp Ağabeye verdi.

"Zübeyir Ağabey mektubu okudu. Üstad dedi ki: 'Kardeşlerim, görüyorsunuz, ben çok hastayım, yolda öleceğimi de bilsem bu davete icab edeceğim. Arabayı hazırlayın.' Zübeyir Ağabey de, 'Siz çıkın, biz geliyoruz' dedi. Ben buna müteessir oldum. Üstad bu durumumu anlamıştı. 'Beraber gideceğiz' dedi.

"Biz Üstadın evinden çıkınca hemen bizi polisler yakaladılar. Bir odaya hapsettiler. Bu duruma çok üzüldük. 'Üstadla yolculuk yapacağız' diye sevinirken hapsedilmiştik. Orada üç saat kadar kaldık. Yanımıza komiser gelince,

"Bizi buraya niçin kapattınız? Bunun sebebini öğrenmek istiyorum' dedim. Bana,

"Bilmiyor musun?' dedi.

"Bilmiyorum' dedim.

"Kimi ziyaret ettin?' dedi.

"Bediüzzaman'ı' dedim. Bana,

"İşte sizi onun için hapsettik' dedi.

"İnsanın sevdiğini ziyaret etmesi suç mu?' dedim. 'Memleketimizde gezmek suç mu? Ben vatanımda neden gezmeyeceğim? Turistler ülkemizi karış karış gezdiği halde kimse ses çıkartmıyor, ben vatanımda gezersem suç işliyorum, öyle mi?' dedim. Nereli olduğumu sordu. Trabzonlu olduğumu söyledim. Kimlerden olduğumu da söyleyince, 'Filân filânı tanır mısın?' dediler. Cevabını verdim. On beş dakika sonra serbest bıraktılar.

"Çıktığımızda iki-üç saattir Üstadın şoförünün arabayı çalıştıramadığını, bizi kavşakta bekleyeceklerini söylediler. Az sonra Üstad Hazretleri arabayla geldi. Zübeyir Ağabey bizim önden gitmemizi söyledi. Biz önden yola çıktık. Bir ara Üstadın arabası gelip yanımızda durdu. Meğer radyodan Üstadın Emirdağ'a dönmesi için emir verilmiş. Bu defa Üstadın arabası öne geçti, biz de geçtik. Haymana'dan sonra öğle namazı için durduk. Üstad namazını bir tarla içindeki ağacın altında kılmıştı. Biz de yolun kenarında kıldıktan sonra tekrar yola çıktık. Gölbaşı'na geldik. Polisler Üstadın arabasını durdurdular. Emirdağ'a dönmesini istiyorlardı. Üstad, 'Bu emri verenler, ya komünistler yahut masonlar veya din düşmanlarıdır. Biz ise bunların emirlerini dinlemiyoruz, bizi hiç bir kuvvet durduramaz' dedi.

"Sonra Abdülkadir isimli bir komiser geldi. 'Biz emir aldık Allah rızası için dönüverin' dedi. Üstad, 'Biz kimsenin burnunun kanamasını istemiyoruz, Ankara'yı darmadağın edebiliriz!' diyerek geri döndü. Eşyaları bizim arabadan tekrar Üstadın arabasına verdik. Üstadımız Emirdağ'a döndü.

"O gece bizi de karakola götürdüler.

"Bir gün Ankara'da, Murat Lokantasında otururken bir telefon geldi. Zübeyir Ağabeyin Polatlı üzerinden Ankara'ya geldiği söylendi. Âtıf Ural, 'Muhakkak Üstad da geliyor, çünkü Zübeyir Ağabey Üstadsız gelmez' dedi. Hemen hazırlanıp yola çıktık. Elli-altmış kişi kadardık. Bir tarladan Üstadın arabasına benzer bir araba gördük. Sungur Ağabeyle o arabaya doğru gittik. Sonra onlar olmadığını anladık. Yola vardığımızda Üstadın  arabası şimşek gibi geçti. Hemen Ankara'ya doğru hareket ettik. Bekir Berk Ağabeyle beraberdik.

"Ankara'ya geldiğimizde Üstadın Hacı Bayram'da olduğunu söylediler. Oraya gittik, ama bulamadık. Birkaç yer aradıktan sonra otelde bulabildik. Polisler otelin etrafındaydı. Bekir Ağabey polislerin bakışları altında otele girdi. Israr edince biz de girdik. Orada Bekir Berk Ağabey, Salih Özcan, Tahsin Tola ve Said Özdemir kapıda bekleyip, kimseyi içeri sokmamamızı söylediler. Üstad içerideydi. Bir ara Üstad bizlere üçer defa İhlâs okumamızı söyledi. Bu arada Bekir Berk Ağabeyi, 'Sen benim vekilimsin, gel' diye kucaklayıp bağrına bastı. O gece Üstadımız orada kaldı. Ertesi gün de Emirdağ'a döndü.

"İşte, Asrımızın Sultanı Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi'nin hayatının son günlerinde benim şahit olduğum hadiseler bunlardır."

Ses Yok