Son Şahitler | Isparta Şâhitleri(II) | 11
(1-47)

MUZAFFER ERDEM

 

1923'te Denizli'nin Acıpayam kazasında doğdu. Emekli Başçavuştur. Müteaddit defa Bediüzzaman'ı ziyaret edip feyiz ve irfan sahibi olmuştur.

 

Bursa'da, emekli hava astsubayı Muzaffer Erdem Beyefendinin evindeyiz. Bediüzzaman'ı ziyaret hatıralarını tesbit etmek istiyorum. Yılların hatıralarını, denizden bir damla da olsa, zerre de olsa, o anları tekrar yaşatmak, o mesud zamanlara yeniden gitmek, dinlemek hasreti içindeyim. Türk ordusunun şerefli bir mensubu olan Muzaffer Erdem anlatıyor:

 

"Elli yıldır ordu ile alâkadarım"

"Sırtımda resmî elbiseyle, havacı üniformasıyla Üstadımız Bediüzzaman'ın ziyaretine giderdim.

"Ben elli yıldan beri ordu ile alâkadarım' diye, Türk ordusuna çok iltifat ederek, manevî alâkasını gösterirdi.

"Ben ilk defa kendisini ziyaret edip, ellerini öpüp, dualarını almak niyetiyle Isparta'ya gitmiştim. Çok gelen olduğu için, rahatsız etmesinler diye, talebe ve hizmetkârları ziyaretçilere mâni oluyorlardı. Bu durumdan üzülmüştüm. Baktım, Ceylân Çalışkan peşimden geliyor. Bana, 'Sen müteesir olma, ben seni götüreceğim' demişti. Mübarek Ramazan ayı idi. Günlerden Perşembe, sene de 1952 veya 53 idi. Daha önceleri, Sabri Halıcı'nın oğlu hava şehidi Ömer Halıcı ve Ali Demirel ile tanışıyorduk. Ali Demirel bana bazı kitapları ve bu arada Eşref Edip'in Bediüzzaman Said Nursî isimli kitabını vermişti. O zamanlar Ömer Halıcı, Ali Demirel ve Yaşar Seçkin'le daima beraber olurduk. Manevî irtibatımız çok olmuştu. Balıkesir'de çok harika Nur dersleri yapılırdı.

"Ceylân Çalışkan beni Isparta'dan alıp Barla'ya getirmişti. İftarı yolda yaptık. Barla'da Mustafa Sungur ve Zübeyir Gündüzalp'ler de iftar yapmışlardı. Az sonra Üstad Bediüzzaman elinde bir yemek tabağı ile soframıza geldi. 'Bunu misafire verin' diye, yoğurtlu pirinç karışımı yemeği bize ikram etti. Zübeyir Gündüzalp Ağabey fasulye çorbası yapmıştı.

"Ziyaretim esnasında Üstadın o nurlu ellerinden öptüm. Üstad bana köyümü, anamı, babamı sordu. O gün Nur medresesinin bitişiğindeki Yokuşbaşı Mescidinde Üstadın arkasında teravih kıldık. Geceyi orada geçirdim. Sabah namazını da orada kıldık.

Üstad 'Seni misafir etmek lâzım, ama gitmen lâzım, çünkü seni bekleyen var' dedi. 'Paran yok mu? Zübeyir, eğer parası yoksa benim namıma bir araba tutun benim kardaşıma. ' Mustafa Sungur Ağabey, 'O vazifeyi ben yaparım' dedi. Öğle olmuştu. Camiin sofasına çıkmıştı. Üstad, 'Misafir niye gitmedi?' dedi. Daha evvel Ceylân Çalışkan'a yine Üstadın arkasında namaz kılmak istediğimi söylemiştim. Ceylân bunu söyledi Üstada, 'Sizin arkanızda namaz kılmak istiyor' dedi. Öğle namazını da Yokuşbaşı Mescidinde yine Üstadın arkasında kılmak nasip oldu. Üstada küçük bir hediye götürmüştüm. Ayrıca Ahmed Özyazar Hücumat-ı Sitte'yi yazmış, benimle göndermişti. Üstad, yazılan bu risaleye çok sevindi, çok alâka gösterdi. Selâhaddin Çelebi ile Sabri Halıcı'nın kızı boşanmışlardı. Üstad benden bu meseleyi sordu. Ben hem anlayamadım, hem de meseleye vâkıf değildim.

î elbiseyle, Muzaffar Aslan'la birlikte dolaşırdım. Bir bavul dolusu kitabı iseteyenlere dağıtırdık.

"Üstadın sesi bazan hafif çıkardı. Zübeyir Ağabey Üstadın söylediklerin bize tekrar ederdi. Ben Üstadı Eskişehir ve Isparta'da ziyaret ederdim. Eskişehir'de arabaya bindiği zaman bir kadın, 'Bana dua et!' diye yalvarıyordu. Üstad ona dualar etti.

 

"Ordudan ayrılmamak lâzım"

"Üstad orduda kalmanın lüzumunu söylüyor, 'Ayrılmamak lâzım' diyordu. Eskişehir'de haftada bir Üstadı ziyaret ediyorduk. Barla'da ziyaret ettiğimde postaya atmam için bir mektup vermişti. Üstadın bana o mektupla birlikte verdiği yirmi beş kuruşu sakladım. Mektubu postaya başka parayla attım. Eskişehir'e çok sık geliyordu. Son ziyaretimde yine resmî elbise ile gitmiştim. Oğlum Fethi'nin de üstadı görüp, elini öpmesini çok arzu ediyordum. Üstadın kaldığı Abdülvahid Tabakçı'nın evine gitmiştim. Son ziyaretimde çocukları da niyet ederek Üstadın elini üç- dört defa öptüm.

Ordudan istifa etmek niyetinde iken Zübeyir Gündüzalp kendisine şu mektubu yazmıştı:

"Aziz, kahraman kardeşim, Muzaffer Bey,

"Evvelâ: Hem size, hem imtihan günlerinde 'şefkat kahramanı samimî ve fedekâr hanım'  şeref-i manevîsine mazhar olup, devair-i resmiyede Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin talebeliğine has, kahramanca mukabelelerde bulunan Nur hemşiremize selâm ederim. Her ikiniz de Risale-i Nur'un feyyaz mütalaasında ve kudsî hizmetinde muvaffakiyetler dilerim. Her ikiniz de müstecap dualarını beklerim.

"Saniyen: Nur kahramanı ve fedaisi Mustafa Sungur Efendi kardeşimizden bir mektup aldım. İyice anlayamadım. Sizin bana emeklilik hususunu sormuş olduğunuzdan bahsediyor ki,, bu âna kadar işitmedim. Her hususta olduğu gibi, bu hususta da isabetli rey arz etmekten mahrum durumdayım. Her mesele ve müşkilimi halletmekte, müdebbir-i âm ve hakikatbîn olan muazzez Üstadım Hazret-i Bediüzzaman'ın eserine, sözüne, hal, kâl ve vâkıalarına müracaat ettiğim gibi, bu mevzuda da merhum ve mübeccel Üstadımızın şu meâl ve mânâlardaki sözleri geldi:

"Ben İslâm ordusu ile çok alâkadarım. Bu alâkadarlığıma sizler (astsubaylara hitap) cevap olarak Risale-i Nur'a sahip çıktınız. Ben size, bir avuç olarak şahsınıza değil, bir müşir olarak, ordunun bir mümessili olarak hitap ediyorum.'

"Hulûsi Bey ve onun vasıtasıyla Nur'ları ordu içinde neşreden  kahramanları, astsubaylara lütuf buyurduğu derslerde takdirle yâd ederlerdi.

"Lisan-ı hal, lisan-ı kalden ziyade müessirdir. Fedakârlık, kalbdeki kuvvet-i iman, manyetizma gibi tesir eder. Onun için fedakârlığa fazla ehemmiyet veriyorum.

"Mesleğimizde ehemmiyet, kemmiyetten ziyade keyfiyettedir. Halis bir Nur talebesi evden dışarı da çıkmasa, hizmeti noktasında bir kutub gibi nokta-i istinad olabilir. Halis bir Nur talebesi yüz kişi kuvvetindedir.

"Hem bunları, hem istifa edecek Nur talebesi kahraman kardeşlere Hazret-i Üstadımızın izin vermediğini hatırlıyorum. Muhterem kardeşim, efendim, M. Sungur'un 'Orada hizmeti azîmdir' sözünü tahattur ediyorum. Şahsî zararlarınız da olsa mümkün olduğu kadar ordudan ayrılmamak ve isabetli rey ve dirayetinize takdim ediyorum.

"Fedakâr-ı İslâm, kumandan-ı ekber, seyfü'l-İslâm ve ferd-i ferîd-i âzam ve yektâ bir tilmîz-i Kur'ân olan Üstadım Hazret-i Bediüzzaman Said Nursî'nin kalb-i münevverinde mütecellî olup, fem-i mübarekelerinden lemean eden Lem'alar eserinde, Onuncu Lem'a'da zat-ı  nezîhaneleri hakkında, 'Hususî nefsime ait işlerle meşgul oldum... Kendi nefsimi düşündüm. Mağara gibi bir yere çekildim. Kendimi düşünmek hatırası kuvvet buldu... Hizmet-i Kur'âniyenin daha revaçlı bir yeri olan hududa gitmekliğim için arzumun hilâfına olarak teşebbüs edenlere, içtihadınca güya menfaatim için iştirak etmedi, rey vermedi... '

"Salisen: Pederin evlâdı hakkında duası, nebînin duası gibi makbuldür. Validenin duası evlât hakkında pederinden keskindir.

"Cevşenü'l-Kebîr ve Tahmidiye gibi eâzım-ı dua ve münacaatı okurken sonlarındaki şu yerlerde, Talebet-i Risalei'n-Nur, hususan evlâdım Fethi diye ilâve ederek dualar edersiniz.

"Rabbine olan hadsiz hatiatın cezası olarak istirahat döşeğinin zillet ve meskeneti içinde kıvranan, hakir kardaşınız.

"Hastalığım, beceriksizliğimden böyle, karma karışık yazabildim, özür dilerim.

Ses Yok