Son Şahitler | Isparta Şâhitleri(II) | 8
(1-47)

HACI REŞİD ÖVET

 

1930'DA Bitlis'te doğdu. Serbest meslekle uğraşmaktadır

 

"Başındakini at, Üstadımız hoşlanmaz"

"1953senesinin sonlarıydı.

"Bizim Van'da yaşlı bazı kimselerin arasında Üstad Bediüzzaman'ın bahsi olurdu. Bu bahisleri merak ve alakayla dinlerdim. O günlerde Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin matbu küçük bir tarihçesi elime geçmişti. Kitabı bir defada hemen okuyarak bitirmiştim. Kitap benim çok hoşuma gitmişti. O günlerde gidip Üstad Hazretlerini ziyaret etmeyi düşünüyordum. Hemen hazırlık yaparak trene atlayıp yola çıktım.

"Tren Malatya civarından geçerken, Van'ın bir köyünde kalan Molla Muhyiddin isminde bir kimseyle tanıştım. O ziyarete gidiyormuş, ayrılmak imkânı olmadı. Beraberce Isparta'da merhum Süleyman Rüştü Çakın Ağabeyin dükkânına gittik. Üstadı ziyarete geldiğimizi söyledik. 'Şimdi gelen olur, sizi göndereyim' ded.

"Az sonra birisi geldi. Merhum Ceylan Çalışkan'mış. 'Bunlar Üstadı ziyarete gelmişler, bunları götür' dedi.

"Merhum Ceylan, 'Beni yirmi metre geriden takip edin' dedi ve bizler de öyle yaptık. Evin önüne geldik, 'Karşı tarafta bekleyin' dedi, bekledik.

"Az sonra bir zat  geldi, kapıyı anahtarla açtı, içeriye girdik. Bu zat merhum Zübeyir Ağabeymiş.

"Daha sonra bir zat daha geldi, pencerenin altından gür bir sesle iki defa 'Sungur, Sungur! ' diye seslendi. Kapı açıldı ve içeriye girdi. O zat da Tahiri Ağabeymiş.

"Biraz daha bekledik. Ceylan kapıyı açtı ve bize seslendi. Kapıdan içeri girdik, benim başımda serpuş vardı. 'Başındakini at, Üstadımız hoşlanmaz' dedi. Çıkarıp hemen attım, taş merdivenlerden yukarıya çıkıp eve girdik.

"Girişte sağ tarafa kendi odalarına bizi aldılar, bir miktar bekledik. Merhum Ceylan bizi Üstad Hazretlerinin odasına aldı.

"Üstad somyada yatağın içinde oturuyordu. Mübarek ellerini öptük. Oturmamız için işaret buyurdular. Üstad hiç seslenmiyor, yanımdaki adam konuşuyordu. Birinci Cihan Harbinden Üstadla beraber olmuş. Üstadı bir defa tıraş etmiş, Üstadın hançerini kaybetmiş, adam bunlardan bahsederek ağlıyordu. Bazan Kürtçe konuşmak istiyordu. Bu durumda Ceylan mani oluyor ve 'Üstad Hazretleri Kürtçe konuşmaz' diye adamı susturuyordu. Üstad hiç seslenmiyordu. Nihayet adam çok sızlandı. Fakat Üstad Hazretlerinden hiç ses çıkmıyordu.

"Sıra bana gelince, Üstad benim kim olduğumu sordu. Ben, 'Bitlisliyim, Van'da kalıyorum' dedim

"Bana, 'Bitlis benim hakiki vatanımdır. Bitlis'te Risale-i Nurlara sahip çıkmadıklarını merak ederdim. Şimdi Muş Mebusu Gıyaseddin Emre Mecliste Risale-i Nurları müdafaa ediyor. Bitlis'in nam-ı hesabına kabul edildi' dedi.

"Hangi kabileden, hangi şeyhlere bağlı olduğumu sordular.

"Dedim: 'Kabilemi bilmiyorum. Bize Hoca Alioğulları diyorlar. Şeyh Alaeddin Efendiye mensubiyetim var. '

"Üstad buyurdu ki: 'Bu da benim talebem sayılır. Fethullah'ın oğludur. Hazret'in halifesidir. Hazret Seyda'nın halifesidir. Bunların bana çok hizmetleri olmuştur.'

"Seyda ismini söylediği vakit, Ceylan'a hitaben 'Seyda irşad edici mânâsına gelir' dedi.

"Evet Üstadım' dedim. Van'daki Molla Hamid Ağabeyi sordular. 'Molla  Nizam nasıldır?' dediler.

"Hastadır' dedim. O zaman Ceylan'a, 'Ceylan, sabah namazında hatırlat da ona da dua edelim, Seyyid Fehim'in oğludur' diye buyurdular. Bu zat Van'ın müftüsüydü.

"Ben bu tarihten bir sene sonra yani 1952'de hacca gitmiştim. Bu zatın ağabeyi Hasan Efendi Medine-i Münevvere'deydi. Daha önceleri Van müftüsüydü. O zat Üstada selâm söylemişti. 'Ne olur buralara gelse de bizler de müşerref olsak, bizler bir daha Türkiye'ye gidemeyiz' demişti. Bunu Üstad Hazretlerine  arzettim.

 

"Risale-i Nur zındıkaya galiptir"

"Van'dan Molla Hamdi Ağabey, 'Van'da bir medrese açalım mı?' diye sormuştu. Bunu da söylediğim zaman, Üstad çok sevindi ve elleriyle işaret ederek, 'Hemen açın' demişti.

"Ceylan'a hitaben, 'Risale-i Nur zındıkaya galiptir, değil mi Ceylan?' deyince, Ceylan da 'Evet, Üstadım' dedi.

"Üstad, 'Vanlılara müjde et, Risalelerimiz beraat etti. İki sandık ve bir çuval geri alıyoruz. Risale-i Nur Van'a çok lâzım, çok okusunlar. Çünkü Van, Ruslara karşı Seddi-i Zülkarneyn'dir. Halk Partisinden iki kişi vardı, onlar gitti. Demokrat Parti Risale-i Nuru tutuyor' dedi.

"O zamanlar Reisicumhura ve Başvekile yazılan mektuplar vardı. Bunlardan Van'a götürmem için emrettiler. Bana yirmi beş kuruş ekmek parası verdi. Sonra, 'Eskiden beri on altın ve 250 banknotum var, bitmiyor' dedi.

"Böylece ellerini tekrar öptük ve veda edip ayrıldık.

"Üstaddan ayrılıp Van'a dönünce, yine bir müsait vaktini bulup, Üstad Hazretlerini ziyaret etmek istiyordum. Çünkü Van'da bazı arkadaşlar, 'Bizleri talebeliğe kabul ettiklerini sordun mu?' diye söylemişlerdi.

"Bir sene sonra Molla Hamdi Ağabeyle yine Isparta yollarına düşmüştük. Ben biraz hastaydım, Molla Hamdi Ağabeyden dua istemiştim.

"Üstad Hazretlerini ziyaret ettiğimizde benim ismimi sordu.

"Reşid' dedim.

"Benim Reşid isminde bir talebem daha var, seni ikinci Reşid olarak kabul ediyorum' dedi.

"Hastalık konusunda da, 'Bırakın doktorların evhamını, ben de hastayım' demişti.

"Bana, 'Seni yirmi senelik talebeliğe kabul ediyorum' diye buyurdu.

"Bana Hastalar Risalesi'ni okuyup okumadığımı sordu.

"Evet' dedim.

"Bana, 'Çok oku' dedi.

 

"Üstad'ın lûgat yadırması"

"Birkaç sene sonra, yani 1956'da Kamil Acar kardeşimizle anlaşarak yine Üstad Hazretlerinin ziyaretlerine gitmiştim. O tarihlerde Üstad Hazretleri Emirdağ' daydı. Önce Diyabakır'dan iki su testisi almıştık. Urfa'da Abdullah Yeğin Ağabey, 'Testinin birisini Üstad Hazretlerine götürün' demişti.

"Emirdağ'da Çalışkan Ağabeylere uğradık. O zamanlar Abdullah Yeğin Ağabey lûgat hazırlıyordu. Bunu Üstada söylememizi  bizden istemişti.

"Zübeyir Ağabey bizleri karşılamıştı. Doğudan ve Abdullah Yeğin Ağabeyden selâmlar söyledik. Bu arada iki tane  Diyarbakır'dan aldığımız testinin birisini Abdullah Ağabeyin gönderdiğini ve testinin Çalışkan Ağabeylerin dükkânlarında olduğunu söyledik.

"Üstad Hazretleri Hüsnü kardeşimize, 'Çabuk onu getir' dedi. Daha sonra, 'Niye ikisini de getirmediniz? Bunlar bana çok lâzım. Kaça aldınız?' diye sordu.

"Yetmiş beş kuruşa' dedik. Hemen yetmiş beş kuruşu çıkarıp verdi.

"Kamil Acar kardeşimiz Abdullah Yeğin ağabeyin lügatından bahsetti.

"Üstad Hazretleri buyurdular ki: 'Öyle bir lügat yapsın ki, ilk mektepten üniversiteye kadar ondan isitfade etsinler.'

"Sonra bir ara Hüsnü'yü çağırdı. Hüsnü Ağabey için, 'Bu benim mânevî evladımdır. Bunu askere göndereceğim. ' dedi. Arkasından da 'Hüsnü, misafirlere birşey getir' dedi. Üstad bize bisküvi  ikram etti..

"Biraz sonra da, 'Hüsnü gözlüğümü ver, vasiyetnamemi okuyacağım' dedi ve şöyle devam etti. 'Emirdağ'da vefat edersem orta mezarlığa, Isparta'da vefat edersem yukarı mezarlığa defnedin' dedi.

"Daha sonra Üstad, Risale-i Nur neşriyatının kıyamete kadar devam edeceğini ve döner sermayesinden zekâtının verilmesini söyledi. Biraz geçince de bir kutunun içinden resimsiz para çıkardı. 'Bunları Abdülmecid ve Mehmed Kayalar'a götürün. Fakat kardeşim Abdülmecid'e çarşıda yanaşmayın, o korkar,evine gidin' diye tenbih etti.

"Bir ara Üstad iki eliyle selâm aldı. 'Birisi bana selâm verdi, onun selâmını aldım' dedi.

"Üstad Hazretlerinin mübarek huzurlarında bir buçuk saat kadar kaldık. Kâmil Acar' dan bazı şeyler sordu. Kâmil hasta olduğunu ve dua istediğini söyleyince, Üstad, Hüsnü Ağabeye, 'Hüsnü, ismini yaz, sabah namazından sonra dua edelim' dedi.

"Bende de verem hastalığı vardı. Üstadımızın dualarından sonra Allah'a şükür hastalıktan eser kalmadı.

"Ben Üstad Hazretlerini üç defa ziyaret ettim. Mübarek gözlerine dikkatle baktım, fakat, o berrak gözlerini dikkatli göremedim. Bu durumu bana Van'da rahmetli Celal Alıcı kardeşimiz de söylemişti: 'Ben Üstadın  ziyaretine gittiğimde, bir defa gözlerine baktım, adetâ şimşek gibi parlıyordu, insan bakamıyordu.'

"Üstadın siması pembemsi, berrak bir şekildeydi. Mübarek yüzüne  insan bakmakdan doyamıyordu.

"Cenab-ı Hak, gönüllerin sultanı Üstad Bediüzzaman'ın şefaatine nail  etsin, bizleri inşaallah talebeliğine kabul buyursunlar."

Ses Yok