Evet, ebedînin sâdık dostu, ebedî olacak. Ve Bâki’nin âyine-i zîşuuru, bâki olmak lâzım gelir.
Hayvanların ruhları bâkî kalacağını ve Hüdhüd-ü Süleymanî (A.S.) ve Neml’i ve Naka-i Sâlih (A.S.) ve Kelb-i Ashab-ı Kehf gibi ba’zı efrâd-ı mahsusa; hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceği ve herbir nev’in arasıra isti’mal için birtek cesedi bulunacağı rivayet-i sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakîkat, hem rahmet ve rubûbiyyet öyle iktiza ederler.
Ey Kadîr-i Kayyum! Bütün zîhayat, zîruh, zîşuur, senin mülkünde, yalnız senin kuvvet ve kudretinle ve ancak senin irade ve tedbirinle ve rahmet ve hikmetinle, rubûbiyyetinin emirlerine teshir ve fıtrî vazifelerle tavzif edilmişler. Ve bir kısmı, insanın kuvveti ve galebesi için değil, belki fıtraten insanın za’fı ve aczi için, rahmet tarafından ona musahhar olmuşlar. Ve lîsan-ı hal ve lîsan-ı kal ile Sâni’lerini ve Mabudlarını kusurdan, şerikten takdis ve ni’metlerine şükür ve hamd ederek, herbiri ibâdet-i mahsusasını yapıyorlar.
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından perdelenmiş olan Zât-ı Akdes! Bütün zîruhların tesbihatiyle seni takdis etmek niyet edip
diyorum.
Ya Rabb-el âlemîn! Ya İlah-el evvelîne ve’l-âhirîn! Ya Rabb-es-semâvâti ve’l-âradîn! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ta’limiyle ve Kur’ân-ı Hakîm’in dersiyle anladım ve îman ettim ki: Nasıl semâ, feza, arz, berr ve bahr, şecer, nebât, hayvan; efradiyle, eczasiyle, zerratiyle seni biliyorlar, tanıyorlar ve varlığına ve birliğine şehâdet ve delâlet ve işâret ediyorlar; öyle de, kâinatın hülâsası olan zîhayat ve zîhayatın hülâsası olan insan ve insanın hülâsası olan enbiya, evliya, asfiyanın hülâsası olan kalblerinin ve akıllarının müşahedat ve keşfiyat ve ilhamat ve istihracatiyle, yüzer icma’ ve yüzer tevatür kuvvetinde bir kat’iyyetle senin vücub-u vücûduna ve senin vahdaniyet ve ehadiyetine şehâdet edip, ihbar ediyorlar. Mu’cizat ve kerâmat ve yakînî bürhanlariyle, haberlerini isbat ediyorlar.