Onların derslerinden çok feyz-i îmanî aldı. İşte, bu yolcunun mezkûr dersini ifade ma’nasında Birinci Makam’ın sekizinci mertebesinde:
denilmiş.
Sonra îmanın kuvvetinden ulvî bir zevk-i hakîkat alan o seyyah-ı talib, Enbiya Aleyhimüsselâm’ın meclisinden gelirken, ulemanın ilmelyakîn sûretinde kat’i ve kuvvetli delillerle, Enbiyaların (Aleyhimüsselâm) dâvalarını isbat eden ve asfiya ve sıddıkîn denilen mütebahhir, müçtehid muhakkikler, onu dershânelerine çağırdılar. O da girdi, gördü ki: Binlerle dâhî ve yüz binlerce müdakkik ve yüksek ehl-i tahkik kıl kadar bir şübhe bırakmayan tedkikat-ı amikalariyle, başta vücub-u vücûd ve vahdet olarak müsbet mesâil-i îmaniyeyi isbat ediyorlar. Evet, isti’dâdları ve meslekleri muhtelif olduğu halde usûl ve erkân-ı îmaniyede onların müttefikan ittifakları ve herbirisinin kuvvetli ve yakînî bürhanlarına istinâdları öyle bir hüccettir ki; onların mecmuu kadar bir zekâvet ve dirayet sâhibi olmak ve bürhanlarının umumu kadar bir bürhan bulmak mümkin ise, karşılarına ancak öyle çıkılabilir. Yoksa o münkirler, yalnız cehalet ve echeliyet ve inkâr ve isbat olunmıyan menfî mes’elelerde inad ve göz kapamak sûretiyle karşılarına çıkabilirler. -Gözünü kapayan, yalnız kendine gündüzü gece yapar.- Bu seyyah; bu muhteşem ve geniş dershânede, bu muhterem ve mütebahhir üstadların neşrettikleri nurlar, zeminin yarısını bin seneden ziyâde ışıklandırdığını bildi. Ve öyle bir kuvve-i ma’nevîyeyi buldu ki, bütün ehl-i inkâr toplansa onu kıl kadar şaşırtmaz ve sarsmaz. İşte bu yolcunun bu dershâneden aldığı derse bir kısa işâret olarak, Birinci Makam’ın dokuzuncu mertebesinde:
denilmiş.