Şualar | Yedinci Şuâ | 127
(103-191)

Sonra, îmanın daha ziyâde kuvvetlenmesinde ve inkişafında ve ilmelyakîn derecesinden aynelyakîn mertebesine terakkisindeki envârı ve ezvakı görmeye çok müştak olan o mütefekkir yolcu, medreseden gelirken, hadsiz küçük tekyelerin ve zaviyelerin telâhukiyle tevessü eden gâyet feyizli ve nurlu ve sahra genişliğinde bir tekye, bir hangâh, bir zikirhâne, bir irşadgâhda ve cadde-i kübrâ-yı Muhammedînin (A.S.M.) ve mi’rac-ı Ahmedînin (A.S.M.) gölgesinde hakîkate çalışan ve hakka erişen ve aynelyakîne yetişen binlerle ve milyonlarla kudsî mürşidler onu dergâha çağırdılar. O da girdi, gördü ki: O ehl-i keşf ve kerâmet mürşidler; keşfiyatlarına ve müşâhedelerine ve kerâmetlerine istinâden bil’icmâ’ müttefikan

diyerek, vücûb-u vücûd ve vahdet-i Rabbânîyeyi kâinata ilân ediyorlar. Güneşin ziyasındaki yedi renk ile Güneşi tanımak gibi, yetmiş renk ile, belki Esmâ-i Hüsnâ adedince, Şems-i Ezelî’nin ziyasından tecelli eden ayrı ayrı nurlu renkler ve çeşit çeşit ziyalı levnler ve başka başka hakîkatlı tarîkatlar ve muhtelif doğru meslekler ve mütenevvî’ haklı meşreblerde bulunan o kudsî dâhîlerin ve nurânî âriflerin icmâ ve ittifakla imza ettikleri bir hakîkat, ne derece zâhir ve bahir olduğunu aynelyakîn müşâhede etti ve enbiyanın (Aleyhimüsselâm) icmâı ve asfiyanın ittifakı ve evliyanın tevâfuku ve bu üç icma’ın birden ittifakı, Güneşi gösteren gündüzün ziyasından daha parlak gördü. İşte bu misafirin tekyeden aldığı feyze kısa bir işâret olarak, Birinci Makam’ın onuncu mertebesinde:

denilmiş.

Dinle
-