Şualar | Yedinci Şuâ | 130
(103-191)

Bunların vücub-u vücûdda ve vahdette ittifakları ve icmâları, hiç şaşırmaz ve şaşırtmaz bir rehber-i ekmel ve bir mürşid-i ekberdir. Çünkü, hiçbir cihetle hiçbir imkân ve hiçbir ihtimal yok ki, hakîkattan başka bir vehim ve hakîkatsız bir fikir ve asılsız bir sıfat, bu kadar müstemirrane ve râsihâne, bu pek büyük ve keskin gözlerin umumunu birden aldatsın, galat-ı hisse uğratsın. Buna ihtimal veren bozulmuş ve çürümüş bir akla, bu kâinatı inkâr eden ahmak Sofestaîler dahi razı olmazlar, reddederler diye anladı. Kendi akıl ve kalbiyle beraber “Âmentü Billah” dediler. İşte, bu yolcunun müstakim akıllardan ve münevver kalblerden istifade ettiği mârifet -i îmaniyeye kısa bir işâret olarak Birinci Makam’ın on ikinci ve on üçüncü mertebesinde:

denilmiş.

Sonra, âlem-i gaybe yakından bakan ve akıl ve kalbde seyahat eden o yolcu, acaba âlem-i gayb ne diyor diye merakla o kapıyı da şöyle bir fikir ile çaldı. Yâni, mâdem bu cismanî âlem-i şehâdette, bu kadar zînetli ve san’atlı hadsiz masnu’larıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiz ni’metleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mu’cizeli ve meharetli hesabsız eserleriyle gizli kemâlâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zâhir bir tarzda fiilen isteyen ve hâl diliyle bildiren bir zât, perde-i gayb tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşılıyor.

Dinle
-