Şualar | OnBirinci Şuâ | 248
(205-299)

İkinci Nükte: Cehennem’in vücûdu ve şiddetli azâbı, hadsiz rahmete ve hakîki adâlete ve israfsız, mîzanlı hikmete zıddiyeti yoktur. Belki rahmet ve adâlet ve hikmet, onun vücûdunu isterler. Çünkü, nasıl bin ma’sûmların hukukunu çiğneyen bir zalimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanları parçalayan bir canavarı öldürmek, adâlet içinde mazlumlara bin rahmettir. Ve o zâlimi afvetmek ve canavarı serbest bırakmak, bir tek yolsuz merhamete mukabil yüzer biçârelere yüzer merhametsizliktir. Aynen öyle de; Cehennem hapsine girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hem esmâ-i İlâhîyenin hukukuna inkâr ile tecâvüz, hem o esmâya şehâdet eden mevcûdâtın şehâdetlerini tekzib ile hukuklarına tecâvüz ve mahlûkatın o esmâya karşı tesbihkârane yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarına tecâvüz ve kâinatın gaye-i hilkati ve bir sebeb-i vücûdu ve bekası olan tezâhür-ü Rubûbiyet-i İlâhîye’ye karşı ubûdiyetlerle mukabelelerini ve âyinedarlıklarını tekzib ile hukukuna bir nevi tecâvüz ettiği haysiyetiyle öyle azîm bir cinâyet, bir zulümdür ki afva kabiliyeti kalmaz

âyetinin tehdidine müstehak olur. Onu Cehennem’e atmamak, bir yersiz merhamete mukabil, hukuklarına taarruz edilen hadsiz da’vâcılara hadsiz merhametsizlikler olur. İşte o da’vâcılar Cehennem’in vücûdunu istedikleri gibi izzet-i Celâl ve azamet-i Kemâl dahi kat’i isterler.

Evet, nasıl bir serseri âsi ve raiyete tecâvüz eden bir adam oranın izzetli hâkimine dese: “Beni hapse atamazsın ve yapamazsın.” diye izzetine dokunsa, elbette o şehirde hapis olmasa da o edebsiz için bir hapis yapacak, onu içine atacak. Aynen öyle de; kâfir-i mutlak, küfrüyle izzet-i celâline şiddetle dokunuyor. Ve azamet-i kudretine inkâr ile dokunduruyor. Ve kemâl-i rubûbiyetine tecâvüzüyle ilişiyor. Elbette Cehennem’in pek çok vazifeler için pek çok esbab-ı mûcibesi ve vücûdunun hikmetleri olmasa da, öyle kâfirler için bir Cehennem’i halketmek ve onları içine atmak, o izzet ve celâlin şe’nidir.

Dinle
-