Sonra, ehl-i dünyanın, beni hayat-ı içtimâîyedeki herşeyden tecrid etmek içinde bütün kitablarımdan ve dostlarımdan ve hizmetçilerimden ve teselli verici işlerden ayrı düşürmeleriyle beraber gurbet vahşeti, beni sıkarken ve boş dünya başıma yıkılırken, melâikeye îmanın pek çok meyvelerinden birisi imdâdıma geldi. Kâinatımı ve dünyamı şenlendirdi; melekler ve ruhanîlerle doldurdu; âlemimi sevinçle güldürdü. Ve ehl-i dalâletin dünyaları vahşet ve boşluk ve karanlıkla ağladıklarını gösterdi. Hayâlim bu meyvenin lezzetiyle mesrur iken, umum peygamberlere îmanın pek çok meyvelerinden buna benzer birtek meyvesini aldı, tattı. Birden, bütün geçmiş zamanlardaki enbiyalarla yaşamış gibi onlara îmanım ve tasdikim, o zamanları ışıklandırdı ve îmanımı küllî yapıp genişlendirdi. Ve âhirzaman Peygamberimizin îmana âid olan dâvalarına binler imza bastırdı, şeytanları susturdu. Birden “Hikmet-ül İstiaze Lem’ası”nda kat’i cevabı bulunan bir suâl kalbime geldi ki; “Bu meyveler gibi hadsiz tatlı semereler ve fâideler ve hasenâtın gâyet güzel neticeleri ve menfaatleri ve Ehram-ür-râhîmîn’in gâyet merhametkârane tevfikleri ve inâyetleri ehl-i hidâyete yardım edip kuvvet verdikleri halde, ehl-i dalâlet neden çok def’a galebe eder ve ba’zan yirmisi, yüz tane ehl-i hidâyeti perişan eder.” diye, ma’nen benden soruldu. Ve bu tefekkür içinde, şeytanın gâyet zaîf desîselerine karşı Kur’ân’ın büyük tahşidatı ve melâikeleri ve Cenâb-ı Hakk’ın yardımını ehl-i îmana göndermesi hâtıra geldi. Risâle-i Nur’un onun hikmetini kat’i hüccetlerle îzahına binâen, o sualin cevabına gâyet kısa bir işâret ederiz:
Evet, ba’zan serseri ve gizli, muzır bir adamın bir saraya ateş atmağa çalışması yüzünden, yüzer adamın yapması gibi; yüzer adamın muhafazası ile ve ba’zan devlete ve pâdişâha iltica ile o sarayın vücûdu devam edebilir. Çünkü, onun vücûdu, bütün şeraitin ve erkânın ve esbabın vücûdiyle olabilir. Fakat onun ademi ve harab olması bir tek şartın ademiyle vâki; ve bir serserinin bir kibritiyle yanıp mahvolduğu gibi, ins ve cin şeytanları az bir fiil ile büyük tahribat ve dehşetli ma’nevî yangınlar yaparlar. Evet bütün fenalıklar ve günahlar ve şerlerin mâyesi ve esasları ademdir; tahriptir.