Biri “melekût”dur ki, âyinenin parlak yüzüne benzer. Mülk ve zâhir veçhinde, kudret-i Samedaniyenin izzetine ve kemâline münafî hâlât vardır. Esbâb, o hâlâta hem merci, hem medâr olmak için vaz’edilmişler. Fakat melekûtiyet ve hakîkat canibinde, herşey şeffaftır, güzeldir. Kudretin bizzât mübaşeretine münâsibdir, izzetine münafî değildir. Onun için esbâb sırf zâhirîdir, melekûtiyette ve hakîkatte te’sir-i hakîkileri yoktur.
Hem esbâb-ı zâhiriyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız şekvaları ve bâtıl i’tirâzları Âdil-i Mutlak’a tevcih etmemek için, o şekvalara, o i’tirâzlara hedef olacak esbâb vaz’edilmiştir. Çünkü kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misâl-i latif sûretinde bir temsil-i ma’nevî rivayet ediliyor ki: Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakk’a demiş ki: “Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibadın benden şekva edecekler, benden küsecekler.” Cenâb-ı Hak lîsan-ı hikmetle ona demiş ki: “Seninle ibâdımın ortasında, musîbetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip senden küsmesinler.”
İşte bak, nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler ve kabz-ı ervahda hakîkat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselâm’ın vazifesine mütealliktir. Öyle de: Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zâhiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münâsib düşmeyen ba’zı hâlâta merci olmak için, o me’muriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhîyyeye bir perdedir. Evet, izzet ve azamet ister ki, esbâb, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki; esbâb ellerini çeksinler te’sir-i hakîkiden.
...Bak, şu kâinat-ı seyyalede, şu mevcûdât-ı seyyarede cevelân eden zîhayatlara! Göreceksin ki: Bütün zîhayatlardan herbir zîhayat üstünde Hayy-ı Kayyûm’un koyduğu çok hâtemleri vardır.