Zerrelerden mürekkeb bir parça toprak, herbir çiçekli ve meyveli nebâtâtın neşv ü nemasına menşe olabilir bir kâseyi, o zerreciklerden doldursan, bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebâtâtın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvânâtın nutfeleri gibi ayrı ayrı şeyler değil, nutfeler bir su olduğu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellidül mâ, müvellidül-humuzadan mürekkeb, mâhiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle sırf ma’nevî olarak aslının proğramı tevdi edilmiş.
İşte o tohumları nöbetle o kâseye koysak, herbiri hârika cihâzâtiyle, eşkal ve vaziyetiyle zuhur edeceğini, vuku bulmuş gibi inanırsın. Eğer o zerreler herbir şeyin herbir hal ve vaziyetini bilen ve herşeye (ona) lâyık vücûdu ve vücûdun levâzımatını vermeye kadir ve kudretine nisbeten herşey kemâl-i suhûletle müsahhar olan bir zâtın me’muru ve emirber bir vazifedarı olmazlarsa, o toprağın herbir zerresinde, ya bütün çiçekli ve meyvedarların adedince ma’nevî fabrikalar ve matbaalar içinde bulunması lâzım gelir ki, o cihâzâtları ve eşkalleri birbirinden uzak ve birbirinden ayrı mevcûdât-ı muhtelifeye menşe’ olabilsin veya bütün o mevcûdâta muhit bir ilim ve bütün onların teşkilâtına muktedir olacak bir kudret vermek lâzımdır. Tâ bütün onların teşkilâtına medâr olsun. Demek Cenâb-ı Hak’tan nisbet kesilse, toprağın zerrâtı adedince ilâhlar kabul edilmesi lâzım gelir. Bu ise bin def’a muhâl içinde muhâl bir hurâfedir.
Nasılki bir kitab; eğer yazma ve mektub olsa, onun yazmasına bir kalem kâfidir. Eğer basma ve matbu olsa, o kitabın hurufâtı adedince kalemler, yâni demir harfler lâzımdır. Tâ o kitab tab’edilip vücûd bulsun. Eğer o kitabın ba’zı harflerinde gâyet ince bir hat ile o kitabın ekseri yazılmış ise -Sûre-i Yâsin, lâfz-ı Yâsin’de yazıldığı gibi o vakit bütün o demir harflerin küçücükleri, o tek harfe lâzımdır, tâ tab’edilsin.