Nur Çeşmesi | Nurçesmesi | 127
(6-173)

Aynen öyle de: Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedaniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyyet’in mektubu desen, vücub derecesinde bir suhûlet ve lüzum derecesinde bir makuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbâba isnâd etsen, imtina derecesinde suûbetli ve muhâl derecesinde müşkilâtlı ve hiçbir vehim kabul etmiyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki; tabiat için herbir cüz’ toprakta, herbir katre suda, herbir parça havada, milyarlarca mâdenî matbaalar ve hadsiz ma’nevî fabrikalar bulunması lâzım. Tâ ki, hesabsız çiçekli, meyveli masnûatın teşekkülâtına mazhar olabilsin. Yahut herşeye muhit bir ilim, herşeye muktedir bir kuvvet, onlarda kabul etmek lâzım gelir. Tâ şu masnûata hakîki masdar olabilsin. Çünkü, toprağın ve suyun ve havanın herbir cüz’ü, ekser nebâtâta menşe olabilir. Halbuki herbir nebât –meyveli olsa, çiçekli olsa teşekkülâtı o kadar muntazamdır, o kadar mevzundur, o kadar birbirinden mümtazdır, o kadar keyfiyetçe birbirinden ayrıdır ki; herbirisine, yalnız ona mahsus birer ayrı ma’nevî fabrika veya ayrı birer matbaa lâzımdır.

Demek tabiat, mistarlıktan masdarlığa çıksa; herbir şeyde bütün şeylerin makinelerini bulundurmağa mecbûrdur. İşte bu tabiatperestlik fikrinin esası, öyle bir hurafattır ki, hurafeciler dahi ondan utanıyorlar. Kendini âkıl zanneden ehl-i dalâletin, nasıl nihayetsiz hezeyanlı bir akılsızlık iltizam ettiklerini gör, ibret al!..

Elhâsıl: Nasıl bir kitabın herbir harfi, kendi nefsini bir harf kadar gösterip ve kendi vücûduna tek bir sûretle delâlet ediyor ve kendi kâtibini on kelime ile tarif eder ve çok cihetlerle gösterir. Meselâ: “Benim kâtibimin hüsnü hattı var. Kalemi kırmızıdır, şöyledir böyledir” der.

Ses Yok