Nur Çeşmesi | Nurçesmesi | 70
(6-173)

Şu memleketin haşmetli mâlikinin elbette cezası da dehşetlidir. O zât ne kadar kudretli, haşmetli bir zât olduğunu şununla anlayınız ki: Şu koca âlemi, bir saray gibi tanzim ediyor, bir dolap gibi çeviriyor. Şu büyük memleketi; bir hâne gibi, hiçbirşey noksan bırakmıyarak idare ediyor.

İşte bak, vakit-bevakit bir kabı doldurup boşaltmak gibi, şu sarayı, şu memleketi, şu şehri kemâl-i intizamla doldurup, kemâl-i hikmetle boşalttırıyor. Bir sofrayı da kaldırıp indirmek gibi, koca memleketi baştan başa, çeşit çeşit sofralar, (Hâşiye-18) bir dest-i gaybî tarafından kaldırır, indirir tarzında mütenevvi yemekleri sıra ile getirip yedirir. Onu kaldırıp başkasını getirir, sen de görüyorsun ve aklın varsa anlarsın ki, o dehşetli haşmet içinde hadsiz sehavetli bir kerem var. Hem de bak ki, o gaybî zâtın saltanatına, birliğine bütün bu şeyler şehâdet ettiği gibi; öyle de; kafile kafile arkasından gelip geçen, o hakîki perde perde arkasından açılıp kapanan bu inkılâblar, bu tahavvülâtlar; o zâtın devamına, bekasına şehâdet eder. Çünkü, zevâl bulan eşya ile beraber esbâbları dahi kayboluyor.

Halbuki onların arkasından, onlara isnâd ettiğimiz şeyler, tekrar oluyor. Demek o eserler, onların değilmiş; belki zevâlsiz birinin eserleri imiş. Nasılki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor, arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki; onları parlattıran, dâimî ve yüksek bir ışık sâhibidir. Öyle de: Bu işlerin sür’atle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki; zevâlsiz dâimî birtek zâtın cilveleridir, nakışlarıdır, âyineleridir, san’atlarıdır.

--------------------------------------------
(Hâşiye-18): Sofralar ise, yazda zemînin yüzüne işârettir ki, yüzer taze taze ve ayrı ayrı olarak matbaha-i rahmetten çıkan Rahmanî sofralar serilir, değişirler. Herbir bostan bir kazan, herbir ağaç bir tablacıdır.
Ses Yok