Güya herbir çiçekli kumaş, herbir san’atlı makine, herbir tatlı lokma, o mu’ciznümâ zâtın birer sikkesi, birer hâtemi, birer nişanı, birer turrası hükmünde; lîsan-ı hal ile herbirisi der:
Ben kimin san’atıyım, bulunduğum sandıklar ve dükkânlar da onun mülküdür.” Ve herbir nakış der: “Beni kim dokudu ise, bulunduğum top da onun dokumasıdır.” Herbir tatlı lokma der: “Beni kim yapıyor, pişiriyorsa; bulunduğum kazan dahi onundur.” Herbir makine der: “Beni kim yapmış ise, memlekette intişâr eden bütün emsâlimi de o yapıyor ve bütün memleketin her tarafında bizi yetiştiren, odur.
Demek memleketin mâliki de odur. Öyle ise, bütün bu memlekete, bu saraya mâlik kimse, o bize mâlik olabilir.” Meselâ, nasıl mîrîye mahsus tek bir palaska veyahut birtek düğmeye mâlik olmak için, onları yapan bütün fabrikalara mâlik olmak lâzımdır ki, onlara hakîki mâlik olsun. Yoksa o boşboğaz başıbozuktan, “mîrî malıdır” diye elinden alınıp, tecziye edilir.
Elhâsıl: Nasıl bu memleketin anâsırı, memlekete muhit birer maddedir. Onların mâliki de, bütün memlekete mâlik birtek zât olabilir. Öyle de, bütün memlekette intişâr eden san’atlar, birbirine benzediği ve birtek sikke izhar ettikleri için, bütün memleket yüzünde intişâr eden masnular, herbir şeye hükmeden tek bir zâtın san’atları olduğunu gösteriyorlar.
İşte ey arkadaş! Mâdem şu memlekette, yâni şu saray-ı muhteşemde bir birlik alâmeti vardır; bir vahdet sikkesi var. Çünkü bir kısım şeyler, bir iken; ihâtası var. Bir kısım, müteaddit ise fakat birbirine benzediği ve her tarafta bulunduğu için bir vahdet-i nev’iyye gösteriyor. Vahdet ise, bir Vâhid’i gösterir.