Çünkü onlar da yapılmışlar ve onlar da muntazam san’atlıdırlar. Ve hâkezâ müteselsilen gittikçe gidecek...
İşte sen de anla! Bu öyle bir fikirdir ki; senin zerrâtın adedince muhalât ve hurafeler, içinde bulunuyor. Ey muannid muattıl! Sen de utan... bu dalâletten vazgeç!
ÜÇÜNCÜ KELİME: “İktezathü-t Tabiat” Yâni; tabiat iktiza ediyor, tabiat yapıyor. İşte bu hükmün çok muhalâtı var. Nümûne için üçünü zikrediyoruz.
BİRİNCİSİ: Eğer mevcûdâtta, husûsan zîhayatta görünen basîrâne, hakîmâne olan san’at ve îcad, Şems-i Ezelî’nin kalem-i kader ve kudretine verilmezse; belki kör, sağır, düşüncesiz olan tabiata ve kuvvete isnâd edilse lâzım gelir ki; tabiat, îcad için herşeyde hadsiz ma’nevî makine ve matbaaları bulundursun; veyahud herşeyde, kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet dercetsin. Çünkü: Nasıl şemsin cilveleri ve akisleri, zemîn yüzündeki zerrecik cam parçalarında ve katrelerde görünüyor. Eğer o misâlî ve aksî Güneşcikler, semâdaki tek Güneşe isnâd edilmese, lâzım gelir ki; bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik cam parçasında tabiî, fıtrî ve Güneşin hasiyetlerine mâlik, zâhiren küçük, ma’nen çok derin bir Güneşin hâricî vücûdunu kabul ederek, zerrât-ı zücaciye adedince tabiî Güneşleri kabul etmek lâzım geldiği gibi.. aynen bu misâl gibi mevcûdât ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelî’nin cilve-i esmâsına verilmezse, herbir mevcûdda, husûsan herbir zîhayatta; hadsiz bir kudret ve irâde ve nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, âdeta bir ilahı içinde kabul etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhalâtın en bâtılı, en hurafesidir.