Ezcümle: Evride ve şerayin damarlarına ve hassase ve mu-harrike âsablarına ve câzibe, dâfia, müvellide, musavvire gibi kuvvelere karşı derin ve mükemmel vazifelerim var. Eğer bü-tün bedeni, bütün damar ve âsab ve kuvveleri teşkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret ve ilim sende varsa ve benim emsâlim ve san’atça ve keyfiyetçe birbirimizin kardeşi olan bütün hüceyrat-ı bedeniyeye tasarruf edecek nafiz bir kudret, şâmil bir hikmet, sende varsa göster, sonra ben seni yapabili-rim diye da’va et. Yoksa haydi git! Küreyvât-ı hamra, bana er-zak getiriyorlar. Küreyvât-ı beyzâ da, bana hücum eden hasta-lıklara mukabele ediyorlar. İşim var, beni meşgul etme. Hem se-nin gibi âciz, câmid, sağır, kör bir şey, bize hiçbir cihetle karışa-maz. Çünkü: Bizde o derece ince ve nazik ve mükemmel bir inti-zam (Hâşiye) var ki;
--------------------------------------(Hâşiye): Sâni-i Hakîm, beden-i insanı gâyet muntazam bir şehir hükmünde halketmiştir. Damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da çeşmelerin boruları hükmünde, ab-ı hayat olan kanın cevelânına medârdırlar. Kan ise; içinde iki kısım küreyvât halkedilmiş. Bir kısmı küreyvât-ı hamra ta’bir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun-u İlâhî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor (Tüccar ve erzak me’murları gibi). Diğer kısmı küreyvât-ı beyzâdırlar ki; ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile sür’atli bir vaziyet-i acibe alırlar. Kanın hey’et-i mecmûası ise; iki vazife-i umûmîyesi var: Biri: Bedendeki hüceyratın tahribâtını tâmir etmek. Diğeri: Hüceyratın enkazlarını toplayıp, bedeni temizlemektir. Evride ve şerayin nâmında iki kısım damarlar var ki: Biri safi kanı getirir, dağıtır, sâfi kanın mecralarıdır. Diğer kısmı; enkazı toplayan bulanık kanın mecrasıdır ki, şu ikinci ise kanı “Ree” denilen nefesin geldiği yere getirirler.
Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halketmiştir. Biri azot, biri müvellid-ül humuza. Müvellid-ül humuza ise: Nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvis eden karbon unsur-u kesifini kehribar gibi kendine çeker. İkisi imtizac eder. Buharî hâmız-ı karbon denilen (semli havaî) bir maddeye inkılâb ettirir. Hem hararet-i gariziyeyi te’min eder, hem kanı tasfiye eder. Çünkü: Sâni-i Hakîm, fenn-i Kimya’da aşk-ı kimyevî ta’bir edilen bir münâsebet-i şedideyi müvellid-ül humuza ile karbona vermiş ki; o iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlâhî ile o iki unsur imtizac ederler. Fennen sâbittir ki; imtizacdan hararet hâsıl olur. Çünkü, imtizaç, bir nevi ihtiraktır. Şu sırrın hikmeti şudur ki: O iki unsurun, herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizac vaktinde her iki zerre, yâni onun zerresi bunun zerresiyle imtizaç eder. Birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallak kalır. Çünkü imtizacdan evvel iki hareket idi. Şimdi iki zerre bir oldu, her iki zerre bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni-i Hakîm’in bir kanunu ile hararete inkılâb eder. Zâten “Hareket, harareti tevlid eder” bir kanun-u mukarreredir. İşte bu sırra binâen beden-i insanîdeki hararet-i gariziyye, bu imtizac-ı kimyeviye ile te’min edildiği gibi, kandaki karbon alındığı için kan dahi sâfi olur. İşte nefes dâhile girdiği vakit, vücûdun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı iş’al ediyor. Çıktığı vakit, ağızda, mu’cizat-ı kudret-i İlâhîyye olan kelime meyvelerini veriyor.